24 Temmuz 2009 Cuma

Değirmen Değil Hafızamız Yok Oluyor


Modernitenin dayattığı “her şeyi tüket” anlayışına gümrüksüz “evet” denilen ülkemiz ve beldemiz Geyikli’de “su değirmenleri” de tehdit altında. Eğer koruma önlemleri alınmazsa bu değirmenlerle birlikte hafızamızdan bir bölüm de yok olacak.

Babasının değirmen taşı her döndüğünde “süphanallah” dediğini belirttiğini söyleyen Muhammed Bektaş, “bu taşın döndüğünü turistler görse hayran kalır” diyor.

2006’nın Nisan ayı idi. Fakat hangi gün olduğunu bilmiyorum. Doğduğum yer Geyikli’nin kaybolmaya yüz tutmuş özelliklerini, güzelliklerini kayıt altına almak için saha çalışması yapıyordum. O gün gündemimde her nedense bol bol tekir (serender) kaydetmek ve bir de özenerek-bezenerek taşlarla döşenmiş patika yollardan geriye kalanlar vardı. Bu yollardan en önemlisi Adembilmez mahallesinde idi ve merhum Tükecoğlu Hacı Asım Bayraktar tarafından bin bir zahmetle görenin ancak anlayabileceği şekilde taşlarla döşenmişti. Asım amcanın bu hayrını, ismiyle birlikte tarihe kayıt düşmek için çalışma yaparken Bektaşoğlu Muhammed amca sırtında küçük bir sepetle çıkageldi. Kendisine takriben bir hafta önce Şalpazarı’nda minibüste rastladığım, prostat ameliyatı olup hastaneden döndüğünü öğrendiğim için yük taşımasının sağlığına zararı olup olmadığını hatırlattığımda gülümseyerek “ağır değil” demesiyle başlayan sohbetimizde o güne kadar duymadığım bir özelliğini öğrendim. Meğer Muhammed Bektaş amca çok önemli bir değirmen ustası değilmiymiş!

Geyikli Beldesinin son değirmen ustası, hem de usta gibi ustası olan, bilinenin aksine değirmen ustalığının çok ince bir iş olduğunu belirten, “Dünya üzerinde hiçbir hileyi kabul etmeyen ustalık değirmen ustalığıdır.Hile kabul etse zaten mısırı un edemez” diyen Muhammed Bektaş, ustaları gibi âhirete göçtüğünde Geyikli’deki su değirmenleri öksüz kalacak.

Geyikli Beldesinde bildiğim 6 tane su değirmeni var. Geyikli için geçmişte nasıl önemli bir fonksiyon icra ettiğini bilenlerin biliyor olması bir yana teknoloji, modernite, çağdaşlık denilen olgular dünün köyü bugünün beldesi Geyikli’ye de gümrüksüz girince bu su değirmenlerinin pabucu dama atılmış. Arada bir, o da ihtiyaç hissedildiğinde hatırlanılır olmuş.

Hollanda denilince hemen “yel değirmenleri”nin akla geldiği günümüzde “misyonunu icra etti de böyle oldu” denilemeyeceği ortada olan bu su değirmenlerinin ilgi, en azından vefakârlık beklediğini her doğduğum beldeye gidişimde iliklerime kadar hissettiğim şekliyle gözlemlediğim bir ortamda Muhammed Bektaş amca ile meseleyi konuşmamak ne mümkündü. O gün onu ayakta, sepet sırtında, nekahat döneminde zorlamayı uygun görmedim. Daha sonra evine giderek uzun uzun konuştum. Su değirmenlerine karşı nasıl bir evlat muamelesi yaptığını bizzat Balta’nın Değirmeni’ne hem de akşam üzeri olmasına rağmen giderek gösteren, Geyikli’nin hem son, hem de usta gibi bir değirmen ustası, hanımı Havva teyzenin latife olarak “hiçbir şeyini beğenmesek bile değirmen ustalığı konusunda üstüne yok” dediği ve “teşbihte hata olmaz” gerçeğinin gölgesinde değirmenciliğin Geyikli’deki Son Mohikan’ı olarak nitelendirilebilecek Muhammed Bektaş amca ile yaptığım bu uzun konuşmanın sonunda aşağıda kelimelere döktüğüm tablo ortaya çıktı.


Su değirmenlerinin misyonu bitti mi?

MUHAMMET BEKTAŞ- Değirmen iyi düzeneklenmezse öğütülen un hamur yapıldığında kadınların eline sarılır. Bizim düzeneklediğimizde böyle bir şey olmuyor. Zıva’da (Görele’ye bağlı bir köy) Şükrü usta var. Koştuğu taşın döndüğünü görmezsin. “Acaba bu taş dönüyor mu?” dersin. Dönmüyor sanırsın. Adam işte o türlü usta. Ben de mümkün mertebe ondan bir şeyler aldım. Biraz babamdan kaldı. Biraz da kendi kafamdan bir şeyler kattım. Öyle böyle bu zamana getirdik.

— Değirmenlerin içine hakikaten girilecek gibi değil. Biz bu değirmenleri iyi gene gözden çıkardık mı? Olsa da olur olmasa da olur, demeye mi başladık?

BEKTAŞ- Ekmek hep kapıya hazır geliyor. Mısırını da varıp değirmende çekip ineğine veriyor. İçinde çöl olsun, çöp olsun, fark etmiyor. Temiz değirmenler ekseri değirmende gebiççinin olduğu değirmenler. Çünkü adam orada duruyor ve temizliğini yapıyordur. Ama bizimkilerde ben öğütüp varıp gidiyorum, o öğütüp varıp gidiyor. Ben diyorum “o yapsın temizliği”, sen diyorsun “o yapsın temizliği” ve öyle gidiyor.

HAVVA BEKTAŞ- Karaağaç’a giden yoldaki değirmenlerin taşlarını bu koştu. Hususi gittim, baktım. Taşlar kız gibi oturuyor. Ama bakan yok, eden yok. Acıdığıma gittim.

BEKTAŞ- Geçende ben de bir ziyaret ettim onları. Sen o taşları görmüş olsan şaşırırsın. Canım vardı, cesedim vardı, cesaretim vardı. Yalnız gene yapardım. Yanıma rahmetli Kuşoğlu Halil (Karagöz) gidip geliyordu. Bir tek o yardım ederdi. Benden haber bilirdi. O taşlar Gökçeköy’den gelirdi.

— Peki bu değirmenleri sahipsiz görünce iyi bir değirmen ustası olarak içinden ne geçiyor?

BEKTAŞ- Çok uğraştım da bir eleman yetiştiremedim. Derviş’i (Yeter) iki sene yanımda çalıştırdım. “Yapmasan da, öğren de yanında dursun” dedim. Bu işi etmedi. Bıraktı. Tonicû Ali Osman (Bayraktar) ile Karalû Kazim’e (Karagöz) dedim ki, “Arkadaş! Siz gençsiniz. Gelin. Bu benim bilgimin olancasını size satayım. Para ile değil” dedim. Bana “Tamam, olur” dediler. Rize’de çalışıyorlardı. “Bu sene emekli oluyoruz. Gelince devralırız” dediler. Ben de “olsun” dedim. Bunlar emekli oldu, geldi. “Devralırsanız altı aylık işlenmişini de size bağışlayacağım” dedim. “Tamam” dediler. Buraya gelince bir daha vazgeçtiler.

— Yani sen ölürsen köy iyi bir değirmen ustasından olacak ve geride bir usta kalmayacak öyle mi?

BEKTAŞ- Yeni koşan usta yok. Ali Osman Bük Değirmenine bir-iki bakıyor. Hazırımı bir-iki idare ediyor. Ama bir tarafı yıkılmaya başladığı zaman ben ne olacağını bilmiyorum. Bir de üst yandaki saatçi, Çavuşû Muhammed (Gülay) var. Ama o koşma işinden anlamaz. Bu iş başa geldiği zaman da varıp bir yerlerden usta getireceksin.  Değirmen ustalığı zerre kadar hile kabul etmez

- Bozulursa, taşı erirse değil mi?

BEKTAŞ- Erirse yenisini takmak için usta getireceksin. Adam, taşı yerinde adam kesip sana teslim ediyor. Ama buraya geldi mi iş sana düşüyor. Çok ince bir iş. Bildiğin gibi değil. Dünya üzerinde hiçbir hileyi kabul etmeyen bu değirmen ustalığıdır. Hiç hile kabul etmez. Hile kabul etse zaten mısırı un edemez. Nasıl ki bir arabacı arabada giderken arabanın arızasını anlar, sen de bana “benim zahram (zahire, öğütülecek mısır) şöyle oldu, böyle oldu” dersin, ben problemin nereden geldiğini hemen bilirim. Kararını, raporunu veririm.

— Yazları su çok azalıyor. O zaman değirmenler nasıl çalışıyor?

BEKTAŞ- Yaz’ın su çok azalıyor. Burası (Balta’nın Değirmeni) Yaz’ın çalışmıyor. Daha evvelleri çalışıyordu. Şimdi göz suları hep köye dağıldı. Dağılınca daha artık su kalmıyor. Alagâvur mahallesine giden su çeviriyordu bu değirmeni. En fazla o su çeviriyordu. Mümkün mertebe Yaz’ın Bük Değirmeni çalışıyor. O da yağmur yağıp da su geldiği zamanda çalışıyor. Başka zaman çalışmıyor. Vatandaşlar da su geldiği zaman öğütüp bırakıyor. Olmadığı takdirde gidiyor elektrik değirmenine. Bizim burada kurak o kadar sürmüyor ama su olmadığı zaman da böyle idare ediyor. Ustalarının hepsi göçtü.

- Bizim köyde daha önce değirmen taşını koşma işini yapan var mıydı?

BEKTAŞ- Bel mahallesinde Öküzoğlu Mehmet (Yeter) derler, o yapardı. Çoktan öldü. Bizim köyün en birinci ustası o idi. Çok iyi bir usta idi. Öküzoğlu Osman’ın kardeşi idi. Abdi’nin babasi idi. En iyi usta o idi. Rahmetli babam, (babam onun yanında çalışıyordu), “Karaağaç yolundaki değirmende bir taş koşuyordu. Taşı aldı. Taş kendini ırgadı. Ona ‘Niye öyle yaptın?’ dedim. Dedi ki ‘Bardağı üstüne bırakırsan bardak düşmez şekilde değirmen hafif çalkalarsa daha zevkli yapar’ dedi bana” derdi. Ben ufak uşaktım ama yanlarında giderdim. Rahmetli babam da peşine koymazdı beni ama değirmene varınca bana daha bir şey demezdi. Niye? Çünkü ya sığıra gidecektim, ya başka bir şey yapacaktım da ondan.

— Talû Hurşit amcanın durumu, konumu neydi?

BEKTAŞ- Hurşit amcanın pek de ustalığı yoktu. Ama rahmetli çok derdini çekti bu köyün, çok derdini çekti. Milleti idare etti.

- O ölünceye kadar değirmenle mi uğraştı?

BEKTAŞ- Sanki de ölene kadar değirmenle uğraştı. Biz onunla birkaç sene çalıştık. Düdekoğlu Ali (Bayraktar) ile çalıştım, bir sene. Bana ayakdaş olurdu. O zaman bütün değirmenlere bir kişinin bakması mümkün değildi. Bir sene rahmetli Tubbaoğlu Fahri (Türkmen) ile çalıştım. Onu da öğrettim. Ama onun da ömrü yokmuş, göçtü, gitti.

Değirmen taşı her döndüğünde “süphanallah” diyor

- Muhammed Amca, Hollanda’da yel değirmenleri var. Adamlar, bunları hem televizyonlarda belgesel yapıyorlar, gösteriyorlar. Hem turist geldiği zaman gösteriyorlar. Bizim bu köyde 7-8 tane değirmen var. Dışarıdan yabancı turist getirilse, dolaştırılsa, dikkatlerini çeker mi?

BEKTAŞ- Çeker tabii. Niye çekmesin. Daha böyle bir şey görmemiştir ki. Bir de taşı dönerken görmüş olsa. Onlar böyle bir şey görmemişlerdir.

- O zaman bu değirmenlerin zahire öğütmenin yanında turistik faydaları da olur öyle mi?

BEKTAŞ- Olur tabii.

- Peki yeni nesil bu değirmenlerin kıymetini biliyor mu?

BEKTAŞ- Yeniler bilmiyorlar. Hiç bakmıyorlar bile. Diyorum ya işte bu bir meslektir. Öğren de yanında dursun. Babam derdi ki, “Değirmen sevaptır. Her döndüğünde ‘süphanallah’ diyor” derdi. Babam biraz molla idi. Babamın adı Ali idi. Aşağıdaki cami yanında medrese varmış. Orada Callû Hoca varmış. Bunlar, onda okurlarmış. Dayım, Borazanoğlu Mehmet (Özer) de varmış. Dıvıroğlu rahmetli Hüseyin (Atalar) de varmış. Callû Hoca çok iyi bir hoca imiş. Yetişmişlerden imiş. Günün birinde, bir kış günü, üstü başı ıslak şekilde bir yerden gelmiş. Karısı sormuş. “Nereden geldin?” demiş. Karısına, “Karı hiç sorma. Ne sen sor, ne ben söyleyeyim” demiş. Karısı ısrar etmiş. “Yok. Söyleyeceksin. Yoksa hoca hovardalıktan geldi, diyeceğim” demiş. Baksana sen işe. O tür bir ünvana bulaşmaktansa “Filan yerde bir gemi batıyordu. Onu kurtardık” demiş. Şap diye dili tutulmuş. Babam, “Üç sene dili tutuk gene yaşadı. Ondan sonra vefat etti” derdi.

- Demek sırrını ifşa edince dil tutuldu.

BEKTAŞ- Çünkü yaptığı denilecek bir şey değil demek ki. Bu eskilerin lafları hep banda alınacakmış. Hep yeri geliyor. Birinin başına bir iş geldiği zaman “Babam ha şunu dediydi” diyoruz. Bir şey oluyor. “Filancı dediydi. Aha geldi başa” deniliyor.

Değirmeni evlat gibi görüyorum

— Babanın “değirmen süphanallah diyor” dediğinden buraya geldik. Değirmenin bu yönüyle de önemi ortada. Dolayısıyla değirmene ona göre bakmak, yaşatmak gerekiyor. Yaşatmak maddi açıdan çok mu zor?

BEKTAŞ- Çok bir para değil. Mesela ben Balta’nın Değirmenini senelik 350 liraya yapıyorum. Allah bereket versin. Parası az olur, bereketi çok olur. Ben kanaat ediyorum. Yağmurun, çamurun, karın içlerinde uğraşıyorum. Kar yağar, seni çağırırlar, gideceksin. Çünkü görevlisisin. Gücüm yettiği kadar da gideceğim.

Tarihlerin birisinde Pirgayip (Çakır) geldi. Babamın arkadaşı idi. Günlerin birinde geldi. “Yeğenim Muhammed kalk! Değirmen dönmüyor” dedi. “Emice! Ha bu saatte değirmenin doğuzluğuna girilir mi?” dedim. “Etme, gitme” dediysek de para etmedi. Kalktım, gittim. Elektrikle beraber değirmene götlük taktım da adam zahrasını (zahire) öğüttü. Babam ile Alaca yaylası arkadaşı idi. Rahmetli Alimanoğlu Osman (Gülay), Çakmak, Pirgayip hep ava giderlerdi. Kayasis’lerde av keçisi vardı, keçi koğuştururlardı.

- Bazı meslek sahibi adamlar mesleklerine çok bağlıdırlar. Mesela birisi at yetiştirir, atını evlat gibi görür. Bizim köyde hanımların inekleri vardır, ineğini evlat gibi görür. Satılmaya kalkıldığı zaman ağlar, sızlar. Sen değirmeni nasıl görüyorsun?

BEKTAŞ- Ben de aynıyım. Ben de değirmeni evladım gibi görüyorum. Diğer taraftan da değirmen bizim ekmek teknemiz. Mısırımız orada öğütülüyor. Şimdi ekmek kapıya geliyor ama gelmediği zaman ne yaptık? 1942 seneleri açlık zamanını ben gördüm. Üç ay mısır ekmeğini görmedim. Mısır ekmeğini bırak, pancar (kara lahana) çorbasına çalmaya bile bulamadık. Mısırı olanlar da değirmene gidip de serbest öğütüp gelemezdi. Niye? Çünkü senden ben de istiyorum. Bana verse kendine kalmıyor. Vermese olmuyor. Onun için gece varıp gizli gizli öğütürlerdi. O türlü açlık vardı. Bakma şimdi ortalık zenginledi. Bugünümüze şükür olsun. Allah bugünlerimizi aratmasın.


Değirmenin parçaları

- Değirmen kaç parçadan meydana geliyor?

BEKTAŞ- Görünüşte parçası azdır ama sayarsan çok olur. Büyük parça olarak iki parçası vardır. Bir, alt taşı, bir üst taşı vardır. Altında doğuzluk denen yerde ayak ağacı vardır. Ona zengi ağacı derler. Onda tunç vardır. Üstünden aşağı eğecek gelir. Çark döndüğü zaman tunçu çeviriyor. Bu da üstteki değirmeni çeviriyor. Tuncun ucu ne kadar sivri olursa değirmen o kadar hızlı döner. Tuncun katkıları, sarı pirinç, kurşun, kalay; üç maddeden ibarettir. Başka çarkı var. Çark önceden ağaçtan yapılıyordu. Ne zahmetler çekerdik. Şimdi demirden yapılıyor. Kolaylık varmış. Çürüme yok bir şey yok. Ayak ağacı var.

- Ayak ağacı ne işe yarıyor?

BEKTAŞ- Taşı indirip kaldırıyor. Zahra (zahire) konulan tekne var. Öğütülen un teknesi var. Oluk var. Tanenin akmasını sağlayan çakıldak var. Savacak var. İçerdeki zahra (zahire) bittiği zaman savmaya yarar. Yukarıdaki savacağı savana kadar oluk su dolu olduğu için taş boşa döner. Bu boşa dönmeyi önler. Sonra gider yukarıdaki ana savacağı savarsın. Eskiden bu da yoktu. Sonradan çıktı.

- Değirmene su getiren oluğun belli bir uzunluğu, yüksekliği olması gerekiyor mu?

BEKTAŞ- Dik oluğun mesafesi ne kadar uzun olursa o kadar kuvvetle çarkı çevirir. Fazla su aldığı zaman fazla basınçla çarka vurur.

- Değirmen taşının belli bir büyüklük ortalaması var mı?

BEKTAŞ- Taşın büyüklüğü deredeki suya bağlıdır. Derede su fazla olursa çapı fazla olur. Büyük derenin taşı büyük olur. Ama yükseklik 30-35 cm olur. Bazen bu kesilen taşın kalınlığına da bağlıdır. Bazı yerlerde taşın kalınlığı ne ise öyle keseceksin, demektir. İncesi, ince, kalını kalın olur.

- Sürekli çalışan bir değirmende taşı ne kadar zaman sonra yivliyorsunuz?

BEKTAŞ- Biz buna dişe deriz. Taşı dişeleriz. Dişelemenin ömrü de taşın iyi olmasına bağlıdır. Mesela ben şu taşı (Balta’nın Değirmeninin taşı) iki aydır daha dişemedim. Niye? Taşın iyiliğinden. Bunun arasında başka taş yok. Hep bir seviyede. Bazıları kendi kendiyi dişer ve çok zaman idare eder. Ama bazılarının da arasında sert taşlar olur. Öteki taşlar erimiş olur. Kalan sert taş kütür kütür öter. O zaman onu almak zorundasın.


- Yani kaliteli taş kendi kendini dişiyor, öyle mi?

BEKTAŞ- Dişer. Kendi kendini dişer.


- Taşın dişenip dişenmeyeceğini ustası değirmen çalışırken anlar mı? Siz anlıyor musunuz?

BEKTAŞ- Anlarım. Kaldırıp bakmam gerekmiyor.


- Bir ses mi çıkarıyor? Dönmesinde mi bir şey oluyor?

BEKTAŞ- Değirmen eğer dişenecek olmuş ise bir tarafına ince un atar, bir tarafına iri un atar.

Zahra (Zahire) yaş olursa değirmen boşa döner


- Bizim değirmenlerde mısır, arpa her türlü tarım ürününü öğütmek mümkün mü?

BEKTAŞ- Mümkün. Sadece yaş olmasın. Yaş olursa değirmene sarar. Sarınca da daha un atmaz. Döner, döner, boşuna döner. O zaman kalkıp taşı dişemek zorundasın. Zahra (zahire) kuru olacak.


- Peki köyümüzde herkes zahranın (zahire) kuru olacağını bilir mi?

BEKTAŞ- Bilmez olur mu? Herkes bilir.


- Başına böyle bir şey geldi mi?

BEKTAŞ- Bu eskilerden çok olurdu. Şimdi olmuyor. Çünkü eskiden güz mevsimlerinde mısır kurumadan değirmene götürülüp öğütülüyordu. Çünkü insan bir yandan açtı. Bir yandan da mısır kurumamış olurdu. Veyahut da kapılarımızda fırın olurdu. Bizim kapıda da vardı. Rahmetli Konakoğlu Asim (Bayraktar) yapmıştı. Biraz çalışıyoruz Asim ile biraz kemençe çalıyorduk. Asim kemençe çalardı. Ama vazgeçti. Tez bıraktı onu. Kemençe de benimdi.

- Değirmencilik hayatında başına gelen ilginç olay oldu mu?

BEKTAŞ- Eskiden değirmenin oluklarında demir parmaklık olmazdı. Ağaçtan yapılırdı. Parmaklık çürürdü. Dereden bir çölük gelirdi. Değirmenin götünü tıkardı. Ne yapacaksın şimdi? Çek çileni bakalım. Yukarıdan sunmaya çalışsan sunamıyorsun. Aşağıdan çıkmıyor.

- Peki ne yapıyordun?

BEKTAŞ- Ağaç olsa iş kolay. El demiri ile parçalar alırsın. Ama ya taş olursa ne olacak? O zaman iş var. Nitekim bir tarih bu değirmenin (Balta’nın Değirmeni) deliğine koca bir taş attılar. Tıkadı. Bu sefer yukarıdan aşağı bir şerit salladık. Altından taktık da yavaş yavaş çıkardık. Şimdi sabit demir parmaklık var da o tehlike kalktı. O demir parmaklıktan geçen taş veya ağaç aşağıdan çıkıyor. Çünkü aralığı öyle.

Bir tarih başımıza şöyle bir iş de geldi. Rahmetli Düdeğu Ömer, ben varım. Rahmetli Şükrü usta Karaağaç değirmeninde taş koşuyor. Rahmetli Düdeğu Ömer, ustanın eline karıştı. “Şurayı şöyle yaptın mı? Burayı yaptın mı?” derken Şükrü usta kızdı. Ateşin başına oturdu aşağı. Çakı ile tırnağını kesmeye başladı. “Biraz işimize bakalım, dağılın buradan” dedi. Bunun üzerine ben Ömer’i aldım, oradan ayrıldım.

- Şalpazarı’nda daha başka değirmen ustası var mı?

BEKTAŞ- Ben bilmiyorum. Başka köylerde illaki vardır. Zıva’dan Şükrü ustanın kardeşi vardı. O devam edermiş diye duydum. Ama ustalığında Şükrü ustayı tutamaz.

Bazı vatandaşlar mesleğini hatıra olarak bırakmak istemez. Ben hızarcılık da ettim. Taşçılık da ettim. Ben, başkalarına göstereyim hem ekmek yesinler, hem de meslek devam etsin, istiyorum.


/Kamil BAYRAKTAR
04.11.2006

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Alaçam İlçemizin Tarihi-I





ALAÇAM’IN TARİHİ

 ÖNSÖZ

Alaçam Tarihi üç senelik devamlı bir çalışma mahsulüdür. Ve şu esaslar göz önünde tutulmuştur.

1  — Kabataş, Cilalıtaş ve Maden devirlerine ait Sivritepe’de Gökçeboğaz’da, Cintepesi höyüklerinde ve Hamam ağzında ve daha bazı yerlerde vesikalar bulunmuş ve buralarda bir medeniyet yaşadığı tespit edilmiştir. İlerde vesikalar çıkacağı ve Alaçam tarihinin aydınlatacağı işaret edilmiştir.

2  — Eski, Orta ve Yeni devirlere ait yazılar Tarih kurumumuzun ve Tarihçilerimizin eserlerinden alınmış Alaçam’la ilgileri meydana çıkarılmıştır. İtiraz edilemez.

3  — Alaçam'ın yakın zaman tarihi imkânsızlık yüzünden istenilen tarzda yazılamamıştır. Sebep, Alaçam hükümet konağının ve içindeki evrak mahzeninin yanması ve Telgraf muhabere evrakının yakılmış bulunması hesabiyle gelen, giden telgraflardan faydalanmanın mümkün olmamasıdır.

4  — Bafra ve Samsun Arşivlerinden daha geniş bilgi edinmek mümkündü. Fakat buna da mali durum müsait değildi. İstiklâl harbine ve içinde bulunduğumuz zamanlara ait olan kısmın biricik noksanı Tarih bildiremeyişimizdir. Fakat olaylar aynen vakidir, doğrudur. Hiçbir kimse bunların aksini iddia ve ispat edemez. Çünkü o vakaları söyleyenler bizzat içinde bulunmuş, görmüş, münevver kimselerdir.

Bu tarihimle memleketin irfanına hizmet ettim deyemem. Fakat hiç yoktan olsun bir varlık olduğuna inanıyorum. Bilgileri basit görenler olabilir. Mükemmel Alaçam Tarihini belki de içinde yaşadığımız zamanlarda veya uzun senelerin derinliklerinde yaşayacak bir Alaçam çocuğu yazacak ve Vatanın minnettarlığını kazanacaktır.

Alaçamlılar;
Sizlerden yalnız ve yalnız hayırlı dualarla anmanızı ve ilerde rahmetle yâd etmenizi bekliyorum.

Göztepe: 19.11. 1953
Tayyar ANAKÖK






BİRİNCİ BÖLÜM
ALAÇAM'IN COĞRAFİK DURUMU

MEVKİ —Gırınıç'e göre takriben 35 – 36 boylam ve 41- 35 enlem daireleri arasında ve Karadeniz’in güney kıyısına iki buçuk kilometre uzaklıktadır. Merkezin kuzeyinde Karadeniz, güneyinde Güvez köyü Kapaklı sırtları ile Tingez tepe, doğusunda Pergelli sırtları, batısında Katırcı yokuşu vardır. Batısında GERZE, güneyinde VEZİRKÖPRÜ, doğusunda BAFRA, kuzeyinde Karadeniz bulunuyor diye tarif etmek daha doğru olur.

YÜZ ÖLÇÜMÜ — Köyler ile beraber Alaçam’ın yüz ölçümü 677 ve yalnız Alaçam'ın içi 40 kilometre karedir.

İKLİMİ — Karadeniz iklimidir. Yazları serin, kışları soğuk ve ılık geçer.

ISI — Temmuz ortalaması sıcak +35 derecedir.

SOĞUK — Ocak ayı ortalaması sıfırın altında — 5 tir tir.

RÜZGÂRLARI: Yazları gündoğrusu, meltem rüzgârları, kışın çok kere karayel, bazen yıldız pek az lodos, ekseriya poyraz rüzgârları eser.

ENGEBELERİ
A — Ovası: Batıda Celevit’ten başlayarak doğuda Termeye kadar uzanan dar bir ovası vardır. Dağlardan inen dereler ve çaylar bu ovada bataklık meydana getirirler. Durgun sularda türeyen sivrisinekler sıtma yaparlar. Alaçam sıtma bölgesinden sayılabilir.

B—Dağları: Katran dağlarıdır. (Kapaklı)sırtları (Tingez) (Katırcı yokuşu ) (Töngel yanı), Katran dağları'nın kolları sayılır. Ahali bu yerlerin odun ve kerestelerinden faydalanırlar. Dağlık kısımların çoğu tarla haline gelmiştir ve gelmektedir. Sebebi nüfusun çoğalması ve tarlaya olan ihtiyaçtır.

C — Dere ve Çayları: Alaçam'ın içinden akıp giden bir çayı vardır. Adı ULUÇAY’dır. Bu çayın biri viraneden gelen (İ
nderesi), diğeri, aşağı Mülküç'ten gelen Mülküç çayıdır. Bu çay yazları kurur, kışları kudurur. Çok döküntü getirir. Halk bu çayın taşlarından, kumlarından, kargalaklarından faydalanırlar. Büyük seller vücuda getirdiği ve büyük zayiat verdiği de olur. 1312 Rumi senesinde (1896) bu çay taşmış 13 haneyi yıkmış, hayvanlar telef etmiş ve 4 kişiyi evinden almış götürmüş öldürmüştü. Bugün bu tehlike kalkmıştır.

D —Gümenez: Gökçe Boğaz, Yenice Bedeş başlıca çaylarından sayılırlar. Bu çaylar ovada bataklık yaparlar. Bir Alman Mühendis heyeti bu ovada saltanat devrinde incelemeler yapmış ve bataklık kurutulduğu takdirde senevî altın para 10 milyon lira irat getirebileceğine dair rapor vermiştir.


NÜFUSU — Kasabada 2.372 kadın, 2.258 erkek bulunuyor. Alaçam'da kadın çok, erkek azdır. Köylerde 10.690 kadın, 10.614 erkek vardır. Sebebini harplerde aramalıdır. Kasabada 720 ev vardı. Alaçam’ın köyleriyle beraber nüfusu 29549 dır.

ÜRÜNÜ — Senevî ortalama 1.170 ton buğday, 200 ton arpa, 100 ton çavdar, 65 ton yulaf, 900 ton mısır, 1.300 ton tütün yetiştirir. Mısır, çavdar, yulaf, buğday az yapılır. Tütüne çok ehemmiyet verilir. Çünkü bir dönüm yerin tütünden verdiği irat çok; diğerlerininki azdır. Ova geniş olsaydı, yine tütün yapılırdı.

İTHALÂT — Vezir Köprüden, Boyabat'tan tohumluk buğday, mısır, ithal eder. Samsun'dan, İstanbul'dan bakkaliye, manifatura, ilâç eczaları, makine celbeder.






İKİNCİ BÖLÜM
ALAÇAM'IN TARİHİ DEVİRLERİ




I — Tarihten evvelki devirler.
Tarihten evvele ait şu eserler bulunmuştur:

A — Sivri tepenin doğu güneyindeki bir tarladan çakmak taşından yapılmış bir bıçak ve bir balta bulunmuştur (Bu âletleri Doktor Vafıdinin oğlu Baba Nikoli İptidai mektebine hediye etmişti. Her nasılsa bunlar mektepten gaip olmuştur.)

B— Yine Sivri tepenin yakınında içerisi kırmızı karaya boyanmış çanak çömlek ve keramik parçaları bulunmuş, bir de tarihi kuyu görülmüştür. Bu parçalar da yok olmuştur. Muharririn zamanında bunlar hususi surette saklanıyordu.

C — Çayağzı’nda Cin Tepesi höyüğü ve Gökçe Boğazda çeşmenin yanındaki diğer bir höyük bugün bile göze çarpmaktadır.

D — Küçük kâtibin köklüğü de Halvacıoğlu çift sürerken boncuk şeklinde altın taneleri bulmuş, bunu bir kaç kişiye gösterdikten sonra birer kırmızı liraya Vasilaki Kuzucak oğluna satmıştır. Sağ kalan bir kaç kişi bunu biliyoruz.

Bu eserlerin tıpkısı Çorum’un Alaca Hüyük müzesinde bulunmaktadır. Bilindiği üzere Alaca Hüyük eserlerinin çoğu Etiler'e aittir.


II — Tarihi Devirlerde Alaçam
1   — Etiler’in Anadolu’ya gelmesi çok eskidir. (M.Ö. 5000 - 4000) tarihlerindedir. Hatta Hititlerin gelmesi M.Ö. 3000 dir. O halde Etilerin iki akını vardır: Biri M.Ö. 5000 – 4000, diğeri M.Ö. 3000 dir. Etilerin Alaçam toprakları ile münasebetleri Yeni İmparatorluk devrinde (M.Ö. 1450 -1200) de, İkinci Mürşil zamanında ve Kızılırmak dolayında başlar. İkinci Mürşil Kızılırmak taraflarında ve Samsun'un güneyinde dolaşan Gaşka'lar ve Paflagonyayı zabteden Firikyalılar üzerine sefer yaptığı ve Kızılırmak dolayları ile Karadeniz kıyılarını ele geçirdiği zaman Alaçam topraklarını tabiatı ile ellerine geçirmiş oluyorlar. Fakat bütün Anadolu’yu alınca Muvatalla, Samsun ve dolaylarını zapt edince Prens Duthalyas katiyetle Alaçam topraklarına sahip olurlar. Daha o vakitlerde Alaçam şehri kurulmuş değildir. Toprakları vardır.


2  — M.Ö. 3000 tarihlerinde gelip Paflagonya’ya (Kastamonu tarafları ) yerleşen Firikyalılar Alaçam topraklarını alırlar. Çünkü sınırları içine Alaçam girmiştir.

3 — M.Ö. 1500 tarihlerinde Mısır kralı Sezostiris Mısır’dan kalkar Suriye’yi çiğneyerek Kapadokya’dan Karadeniz kıyılarına varırlar. Sınırlarını Amasra’ya kadar genişletirler ve Alaçam'ı sınırları içine alırlar.

4  — M.Ö. 660 tarihlerinde İskitlerden ayrılAN Kimriler bütün güney Kara Deniz kıyılarını bu arada Alaçam topraklarını da alırlar.

5  — Manisa taraflarında oturan Lidyalılar M.Ö. 652 tarihlerinde Kimrilerle harbederler ve onları en son mağlup ederler. Ülkelerini alırlar. Bu arada Alaçam topraklarına da sahip olurlar.

6  — M.Ö. 652 de Persler Anadolu’a girerler. Çetin harplerden sonra evvelâ Kızıl Irmak sınır olmak şartI ile bir muahede yaparlar. Fakat sonra Persler galip gelirler. Lidyalıların bütün memleketlerini alırlar. Alaçam topraklarını ellerine geçirirler.

7  — M.Ö. 612 tarihlerinde Asuriler Kara Deniz kıyısında Amasra’ya kadar olan yerleri alırlarsa da Perslere karşı nihayet duramazlar. Çekilmek zorunda kalırlar. Bu suretle Alaçam toprakları Perslere geçer.

ÜÇÜNCÜ  BÖLÜM
ALAÇAM NASIL KURULDU?

Küçük Asya’yı tarihçiler iki kısımda mütalâa ederler. Kızılırmağı sınır sayarlar. Bu ırmağın doğusuna Doğu Küçük Asya, Batısına Batı Küçük Asya derlerdi. Bu iki Asya arasında ulusal bakımından fark görürlerdi.

Doğu Küçük Asyalılar Araplar gibi Hami, Asurlular gibi Sami idiler. Hâsılı Türk değildiler. Hâlbuki Batı Küçük Asyalılar Türk’türler. Firikyalılar,    Kimriler, Lidyalılar,    Persler, Galatlar,   Mileziyenler gibi.


MİLEZİYENLER’İN  KÖKENİ
Yayılışları — Mileziyenle’rin kökeni Orta Asya’dır.   Asılları Akalar’dır. M. Ö. Beşinci asırda Yunanistan ve Miletten Samsun ve havalisine iki akın olur. Birincisini Anne muhacirleri yaparlar. Trabzonte (Trabzon’u) Amizos (Samsun2u ), Kotyere   (Ordu), Ünie ( Ünye ), Giresunte (Giresun ), Amasia (Amasya ) yi kurarlar.

Mileziyenler ise Amizos’un (Samsun’un) batı sahillerine giderler, şehir kurarlar.

Dikkat edilecek olursa, anlaşılır ki köyler, şehirler hep su kenarlarında kurulmuştur.   İnsanların suya ihtiyaçları vardır. Susuz yaşayamazlar. Kara Ağaç (…) çay içindeki pınar bunun örneğidir. Mileziyenler tarafından ilk kurulan bu şehre Zaliküs adı takılmıştır.

Mileziyenler’in kökeni Orta   Asya’dır: Şöylece bir krokisini çizebiliriz: Orta Asya - Hazer Denizi - Tuna Nehri - Varna - Yunanistan - İzmir - Milet- Sinop - Samsun - ZALİKÜS (ALAÇAM).

Milet şehrinden geldikleri için bunlara Mileziyenler denilmiştir. Mileziyenler asıl AKALAR'dır. Akalar, Orta Asya’dan Yunanistan’a gelmişler, yerleşmişlerdir. Akaların Yunanistan’a gelmelerinin sebebi, kuzeyindeki Türşaların kendilerine hücumlarıdır. Onun için Yunanistan’ı terk etmişlerdir. Zaliküs (Alaçam'ın ilk kurulduğu yer) Kızılırmak’tan 210 sitat ötede (150 sitat 16 kilometre hesabile 210 sitat 22 kilometreden biraz fazladır) idi. Burası çay ağzında Hamam Gölünün olduğu yere uygun gelir.



DÖRDÜNCÜ  BÖLÜM
KÜÇÜK ASYA HÜKÜMETLERİ

I —   İSKİTLER
Bunlar Kara Denizin kıyısında oturuyorlardı. Masacet denilen milletlerin hücumuna uğradılar. Yerlerinden kalktılar.   Karadeniz boğazını geçerek Samsun’a kadar deniz kıyısındaki memleketleri aldılar. Kastamonu taraflarına yerleştiler. Kimriler bunlardan ayrılma bir kabile idi.

İskitliler Perslerle, Asurlularla muharebe yaptılar. Onları haraca bağladılar. Bunların Anadolu’da harap mabetleri, sarayları göze çarpar. Aldıkları yerler arasında Alaçam toprakları da vardır.

II—   YUNANLILAR
Dördüncü asırda Yunan gemicileri Kafkasya’ya kadar gittiler. Zaliküs’e de uğramışlar, orayı ellerine geçirmişlerdir.

III—    BÜYÜK    İSKENDER
İskender Pers İmparatorluğunun bütün memleketlerini eline geçirince Zaliküs’ü de tabii olarak zapt etmiş oldu M.Ö. 336).

IV—   SELOSİTLER
İskenderin ölümü üzerine memleketleri Canaralları arasında taksime uğramıştı. O vakit Zaliküs Selositlere düşmüştür (M.Ö. 310).

V—GALATLAR
Selosit hükümeti ortadan kalkınca Zaliküs, Galatların eline geçti. Bunlar da Türk’tü.

VI—     PONTUS
Roma hükümeti ikiye bölününce, dört dukalık meydana geldi. Bu dört dukalıktan birisi de Pontus hükümetinin iki payitahtı oldu. Birisi Sinop, diğeri Amasya idi. Sinop’la Trabzon arası ve Amasya ile Zile memleketleri bu hükümetin idi. Yedinci Mitridat en meşhur hükümdarı idi. Alaçam o zamanlar bunun eline düştü. Rumlar İstiklâl harbi esnasında Pontus hükümetini yeniden kuralım   diye uğraşmışlardır.

VII—    ROMAYA GEÇMESİ
Roma Canarallarından Lukulus Merzifon’dan Yeşilırmak'a dökülen Tersakan nehrinde Pontus hükümdarı meşhur Mitridat’ı yendi. Ülkesini hükümetine kattı. O sıralarda Roma on vilâyete ayrılmıştı. Vilâyetlerden birisi de Kapadokya idi. Alaçam Kapadokya’ya bağlanmış oldu.

VIII —   BİZANS’A TABİ
Roma ikiye ayrılınca Alaçam Bizans'ın oldu (M.S. 395).




BEŞİNCİ BÖLÜM
ZALİKÜS'ün Ortazaman Tarihi


Birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü asırlarda Zaliküs Roma’nındı. Dördüncü asrın sonlarında Bizans'ındır. Beşinci, altıncı, yedinci, sekizinci, dokuzuncu, onuncu asırlarda Zaliküs, Bizans'ın idi.

Onbirinci asırda Danişmendiler Bizanslılardan Zaliküs'ü aldılar. Alan Ahmed Gazinin kumandanı Süleyman Beydir (1072), Ahmed Gazi Zaliküz adını değiştirdi. Tralköy  yaptı.

1183'te Tralköy adı kaldırılmış Uluköy adı verilmişti. O da şöyle olmuştur. Kılınç Aslan II. Danişmend hükümdarlarından Malatya’yı alınca Danişmend hükümeti ortadan kalkmış, onun yerine Selçuk hükümeti kurulunca   Tralköy adı kaldırılmış,   Selçukiler buraya    Uluköy   demiştir   (1183).

Kılınç Aslan II zamanında Alaçam'a akın yapılmış Selçukilerden Gazi Çelebi zamanında Şaban Çelebi oğlu Osman Çelebi Ümeradan Yûsuf Beşe gelmişlerdir. Bu bilgiyi Canik arşivlerinden öğreniyoruz ve 97 yaşında bulunan molla Osman’ın ağzından dinliyoruz. Aşağı camiin deposunda bulunan mezar taşlarından anlıyoruz.

İLHANİLER'e Bağlı
1308 tarihinde Selçuki hükümeti battı. Yerinde İlhani hükümeti kuruldu. Uluköy bu hükümetin oldu. Bu hükümetin büyük hükümdarı Bahadır Han Uluköy adını beğenmedi, değiştirdi, Alaçam adını taktı (1365/M)

KADI  BURHANETTİN
Bu hükümet 1381 de kuruldu. Alaçam bu hükümete katıldı. Merkezi Sivas'dı. Kadı Burhanettin Canik taraflarına sefer yaptığı sırada Alaçam'ı da almıştır.

OSMANLILARDA
Kadı ile Yıldırım Bayezit Çorum’un kırk dilim ovasında muharebe etmişler, burada Yıldırım yenilmişti.    Fakat Akkoyunlu Sivas harbinde kadıyı öldürünce Yıldırım oğlu Çelebi Mehmed’i acele Sivas'a göndermiş Akkoyunlu’yu mağlûp ettirmiş. Kadının bütün memleketlerini alınca Alaçam Osmanlılar’a geçmiştir.

İSFENDİYAR OĞULLARINDA
Sinop'ta İsfendiyar oğulları oturuyorlardı. Osmanlılarla iyi geçinmeleri sayesinde Sinop'u Bafra'yı,  Alaçam'ı ellerinde tutabiliyorlardı.

TEKRAR OSMANLILARDA
Çelebi Sultan Mehmet Canik taraflarına sefer yaptığı vakit gördüğü lüzum üzerine İsfendiyar hükümetine son vermiş Alaçam'ı eline geçirmiştir.

CANDAR OĞULLARINDA
Bir aralık Sinop, Samsun, Candaroğullarının eline geçmiştir.

İSMAİL BEYDE
Kastamonu'da oturan İsmail Bey Bafra, Alaçam'a hâkim olmuştur.

TEKRAR OSMANLILARDA
İsmail Bey en son Sultan Murat II ye Alaçam'ı ve memleketlerini vermek zorunda kaldı ve Alaçam kati olarak Osmanlı idaresine geçti. O vakitten beri Osmanlı idaresinde kalmış ve en son Türkiye Cumhuriyeti’nin bir parçası olmuştur.


-Devam Ediyor-