/ Doç Dr. Mazhar Bağlı
Cumhuriyet ideolojisi bir yandan kentli olmayı bir yandan da köylü gibi düşünmeyi emreden bu yapıyı özellikle de iletişim üzerinden yürüttüğü bir propaganda ile var edebilmiştir. Rasyonel olmanın yerine duygusal olmayı öngören bu tarz bilinçlenmede bilindiği gibi sorgulama ve yorumlama yerine "körü körüne kabuller" egemendir.
Ünlü iletişim bilimci Marshall McLuhan, matbaanın icadı ve buna bağlı olarak gelişen elektronik kitle iletişiminin yaygınlaşmasının dünyayı farklı bir tarzda (Gutenberg Galaksisi, 1962) dönüştüreceğini ve bu tarzın da yeni bir insan tipolojisinin oluşumuna neden olacağını söyler. Ona göre bu yeni "sözel dünya" ile bir önceki "okur-yazar" dünya arasında meydana gelen ayrım artık kalıcı bir biçimde yerleşecek ve dünya, küçük bir "köy" halini alacaktır. Düşünürün bu tezlerinde bahse konu ettiği köyleşmenin içinde "köylülüğe" de bir gönderme var mı bilemiyorum; ama şurası bir gerçek, iletişim araçları, içerisinde yeşerdiği kültürlerin dışındaki toplumlarda yaygınlaştıkça orada ciddi bir "köylülük" egemen olmaya başlamıştır.
Köylülükten kastım ne köyde doğmuş olmak ne de köy kökenli veya köyde ikamet ediyor olmaktır. Olgular karşısında zihinsel bir çaba sarf etmeksizin bir kanaat ve görüş sahibi olmaktır. Bir başka ifade ile bütün yaşamların tek bir enformasyon ruhuna sokulması ve tüm insanoğlunun tek bir bilinçliliğe dönüşmesidir.
Kim bilir belki de Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki ideolojisi ve Türk sinemasının belli bir döneminde popüler olan kimi "Gelin Çiçeği", "Ayşe" ve "Ayşecik" gibi filmleri de bu nedenden dolayı köylüyü ve köylülüğü saflığın ve dürüstlüğün tek temsil alanı olarak göstermek istemişlerdir.
Cumhuriyet ideolojisinin zaafları
Cumhuriyet ideolojisi bir yandan kentli olmayı bir yandan da köylü gibi düşünmeyi emreden bu yapıyı özellikle de iletişim üzerinden yürüttüğü bir propaganda ile var edebilmiştir. Rasyonel olmanın yerine duygusal olmayı öngören bu tarz bilinçlenmede bilindiği gibi sorgulama ve yorumlama yerine "körü körüne kabuller" egemendir. Ama gelin görün ki bu arzu sadece bu durumla sınırlı kalmadı ve dünyayı, kendisini ve çevresini tanımayan bir "yığın" insan etrafta var olmaya başladı. Cumhuriyet aydını ile Cumhuriyet vatandaşının düşünce mantığı arasındaki fark bir derece farkı mı yoksa bir mahiyet farkı mıdır? Cumhuriyet'in tüm çocukları, Cumhuriyet'in içerdiği hukuk, demokrasi ve insan hakları gibi evrensel değerler yerine içi boş ve somut bir karşılığı olmayan kimi simgesel ve sembolik değerlere körü körüne bağlanmayı büyük bir meziyet olarak görmeye başladılar.
Keza Türk sineması da (Yılmaz Güney gibi) birkaç istisna dışında "toplumsal gerçeklik" ile aynı dili kullanan bir yönetmene sahip olmadı, olamadı. Hiçbir sinema kahramanı ile seyircinin soyut var olma biçiminde dahi ortak bir platforma sahip olmalarının sağlandığına şahit olamadık neredeyse. Sahip olunan toplumsal tarihle akrabalık tesis edecek bir söylem geliştirememenin bir göstergesi olan bu durum "epistemolojik kopmaların" da aslında hangi boyutta olduğunu gösterir.
Belki hiçbirimizin babasından miras kalan bavulundan kitaplar çıkmadı; ama o bavuldan hayatı tanıyacak "başka anahtarlar" çıktı. Ve elbette babalarımızın bize bıraktıklarından gurur duyuyoruz ama bu miras "bu dünyaya" yabancıydı.
Babalarımızın zamanında bugünkü gibi bir felsefesizlikten söz edilebilir belki ama o dönemde de felsefesizlik bir sorun oluşturmuyordu. Devletin resmi ideolojisi ile köylülük arasında bir ilişkinin var olduğunu bize düşündüren asıl konu ise toplum mühendisliğine soyunan ve bu konuda çaba gösteren tüm resmi ve gayri resmi güç odaklarının sahip oldukları söylem birliğidir. Askeri bürokrasinin endişeleri ile vatansever güç birliğinin, sivil bürokrasinin, Türk basınının amiral gemisindeki hemen hemen tüm köşe yazarlarının ve de kimi magazin sunucularının endişeleri arasındaki fark bir mahiyet farkı mıdır? Sanmam, sadece bir derece farkı vardır bu endişeler arasında. Bir akademisyenle hiçbir entelektüel birikimi olmayan birisinin aynı konuya aynı gerekçelerle karşı olması veya taraf olması normal bir durum olarak görülebilir mi? Yanlış bir durum var ise elbette herkes buna itiraz edecektir; ama bir akademisyen düşünsel bir kaygı taşır, sıradan bir vatandaş ise toplumsal bir kaygıyı önceleyebilir.
"Bundan birkaç yıl önce Türkiye Yüz Güzeli seçilen bir genç kız, vücut ölçülerinin verdiği gururla 'Ben Türkiye'nin Madonna'sı olmak istiyorum' demişti. Çünkü ona göre Madonna olmak vücut ölçüleriyle ilgili bir konuydu. Zaten kendisinin sahip olduğu vücut hem kolaylıkla bir "gösterim aracı" olabilmesi bakımından hem de ölçü bakımından bu iş için çok müsaitti. Oysa Madonna'daki gösterim salt bir vücut gösterimi ve ölçü birimi değildir elbette. İlhan Berk'in de dediği gibi içerikten çok biçim(stil)e vurgunun yapıldığı bir dönemde yıldızı parlayan Madonna, bedeninin cinselliğinden çok, soyut bir cinsellik sunmak ister bize. Onun bize sunduğu o baştan çıkarıcı, sarışın fettandan öte başka bir imgedir. O, yüzünden çok gövdesiyle ve gövdesinin içerdiği soyut biçimlerle göz önüne gelmek ister. Bu da onda fazlasıyla var. Peki anılan Türk güzelinde bu altyapı var mı? Bilemiyoruz; ama o sınıftaki her bir bireyde böyle bir meziyetin var olduğuna hiç şahit olunmadı bugüne kadar."
Global köyün köylüleri kim?
O halde McLuhan'ın bahsettiği "global köy"ün vatandaşları içinde en çok köylülüğe yakın olan bizim vatandaşlarımız değil mi? Bu köyün vatandaşları gerçekten kültür, eğitim, düşünce tarzı ve gelir düzeyine bağlı olarak farklılıklar gösterebilen bir düşünceye sahip olabiliyorlar mı? Daha açık bir ifade ile hayatı evrensel değerler ve düşünsel parametreler üzerinden yürüttükleri bir mantık ile mi kuruyorlar yoksa kendi özel koşullarından devşirdikleri semboller üzerinden mi kuruyorlar?
Ne yazık ki bu sorulara gönülleri ferahlatacak cevaplar vermek artık imkansız gibi görünüyor Ama şunu da unutmamak gerekir ki; artık dünyayı okuma tarzları ve biçimleri farklılaştı ve sadece iletişim üzerinden yürütülen bilgilendirmeler, hayatı anlamaya yeter bir perspektif sunmaktan çok uzaklaştı. Ama iletişim araçlarının kendilerinin dahi bir mesaj içerdiğini ve bunu da "mitik" bir biçimde "yüreğimize" ve "zihnimize" fırlattığını söyleyen ve buna karşı nasıl bir karşı duruş veya mevzi edinmek gerektiğini tartışan yeni bir söylemin de gittikçe yaygınlaştığını görüyoruz. Ama bu tartışmaların gittikçe alevlendiği bir dünyada bizde aksi istikamette bir düşünceyi daha da derinleştirmek isteyen veya derinleştiren kimi TV programlarının reyting rekorları kırdığını gördüğümüzde durumun vahametiyle artık bu alanlardan devşirme soytarılıklardan değil de daha ciddi alanlardan devşireceğimiz parametrelerle eğlenmemiz ve kendimizi tanımamız gerektiğini fark etmemiz gerekecektir.
Özellikle de belli kesimler statükonun korunması için toplumun bu yönde bir iklime girmesini istemektedirler. Bu isteğe uygun tutum ve davranışlara teşne bir kesimin var olduğunu gözümüze sokan bu TV programlarını gördükçe de ne kadar dünyaya ve kendisine yabancı bir "yığın"ın oluşmuş olduğunu hayretle görmekteyiz. Tabii üzüldüğümüz söylenemez çünkü biz de nihayetinde eğlenecek ve kendimizi farklı bir konuma oturtmaya fırsat verecek bir kesimle muhatap olmaktan çok rahatsız olmuyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder