Akbulut Köyü
Yazları köyde geçirilen günlerin edebiyatımızda önemli yeri olmasından mıdır nedir sohbetlerimizde çokça yer almakta… Bedenimize açılan yaralarla, böcek ısırıkları bile bizi alıkoyamaz; hep saf ve temiz kalmış yanlarımızı yaşamaktan. Ama asıl eleştirilmesi gereken zihinsel köylülük. Köy kütüphanelerinin olmadığı, kendi düşünce dünyasını oluşturamadığı, tek gündeminin ve ilgi alanlarının gelinler, kaynanalar ve evlilik üzerine olduğu, az bir elit kesimin yaptığı devrimleri sahiplenmiş, aşiret sorgulanırken ağayı suçlayıp, arkasından alkışlayan köylü-köylü…
/Yaşar Karayiğit
Fatma Karabıyık Barbarosoğlu 3 Kasım 2006 tarihli yazısında yer verdiği psikiyatri profesörünün sözlerinden yola çıkarak, “suçluların kimliğine baktığımız zaman, bunların göç eder ailelerden çıktığını görürüz. Göç eden derken yani bunlar kentli değildir. Babasının dedesi İstanbul’da doğmamıştır mesela. Eğitim seviyesi düşük insanlardır. Babasının dedesi üniversite mezunu değildir.” köylülüğün kötülüğün yeni öznesi durumuna geldiğini belirtiyor. Fakat günah keçisi sayılan köylü, bu yakıştırmayı reddedecek kültürel birikime sahip değil ne yazık ki. Belki bundan dolayı kırsal kesimde sükûnet kabul manasına gelir ve itiraz ettiği çoğu şeyi kabul etmiştir aslında köylü. Büyük şehirlerin hikâye kurmayı engelleyen yapısından söz ederken buna karşın köylülük özenmesi, yüceltilmesi yapılmıyor.
Yazları köyde geçirilen günlerin edebiyatımızda önemli yeri olmasından mıdır nedir sohbetlerimizde çokça yer almakta… Bedenimize açılan yaralarla, böcek ısırıkları bile bizi alıkoyamaz; hep saf ve temiz kalmış yanlarımızı yaşamaktan. Ama asıl eleştirilmesi gereken zihinsel köylülük. Köy kütüphanelerinin olmadığı, kendi düşünce dünyasını oluşturamadığı, tek gündeminin ve ilgi alanlarının gelinler, kaynanalar ve evlilik üzerine olduğu, az bir elit kesimin yaptığı devrimleri sahiplenmiş, aşiret sorgulanırken ağayı suçlayıp, arkasından alkışlayan köylü-köylü…
Kente göç etmek için bütün eşyalarını toplayan ve içinde bir kitap kolisi bulunmayan bir kamyon eşya ve kent burjuvasının dudak burmasıyla karşılaşan köylünün kafasından geçenler ve Tarık Tufan’ 2002 yılında kaleminden dökülenler: “Bu insanların dünyalarında ideolojik düşünmek söz konusu değildir. Elbette herkesin, köklü toplumsan değişimlerin teorisyenleri olmalarını beklemiyorum. Ancak hiç olmazsa hayat bakışlarını belirleyen dünya görüşlerinin asgari gerekliliklerini yerine getirmelerini beklemek oldukça doğal. Kentli kadınların nasıl sömürüldüğünü anlatıp dururlar da köylülüğün kadını nasıl sömürdüğünü söylemezler. Adam kendi keyfi için ailenin bütün kadınlarını tarlada çalıştırıyor. Kadınlar çöküyor erkenden. Sonra aynı köylüler başka kadınların diri vücutlarından pay kapmaya çalışıyorlar.” Duygularını; arabesk diye adlandırılan ve doğu ile mana derinliği açısından bağlantısız, sığ sayabileceğim bir ifade biçimiyle anlatan köylüler, köylü oldukları için değil, edebiyat açısından kente bir şey katamadıkları için dışlanmış hissetmeli kendilerini. Bu durumu aşmak ve kurtulmak kentte çok daha kolay olur; büyük kentlerde yerel yönetimlerin kültürel çalışmalarına katılmak imkân dâhilinde.
Toprağa yakın birey… Geniş yer minderlerine oturup, ağızlıkla tütün içen… Belli zamanlarda efendi ilan edilmeyi bekleyen ve bununla bir ömür yetinen… Ankara ağzına (siyasi) çok hevesli ama kasketli… Devlet dairelerine giren köylüler önceden şapkalarını çıkarıp eline alırlardı ve memura hafif eğimli bakarak isteklerini söylemeye çalışırlardı. Bu manzarayı uzun zamandın görmedim. Bu sevindirici ve edil gen ruh halinden kurtulmadır. Kasketi burada köylülüğün, ezik ruh halinin simgesi olarak kullandım.
Bu, kendi içinde çokbilmiş, dış bilgiye, gelişmeye kapalı, iktidarın yanında kendine yer kollayan ve bunu düşük yaşam standartlarına bağlayan köylü-köylülük haklı olabilir mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder