Hamit KOŞAR'ın Düğünü
Hayvanat bahçesinde kafes arkasında beslenen aslan veya ceylan, dağlarda özgür dolaşan aslan ve ceylandan daha bakımlıdırlar. Her gün yemekleri, suları önlerine gelir. Bir tarafları ağrısa baytar hazır beklemektedir. Akşam uykuya daldıklarında güven içinde uyurlar. Saldırı endişesi yoktur. Sabah olunca görevliler gelir yattıkları yer tertemiz hale getirilir. Keyifleri beyde yoktur.
Amma bir kaç gün av kovaladıktan sonra karnını doyurabilen, avını elinden kaçıran, yarın yeniden kovalamaya çalışan aslan, kafestekinden hem cesur, hem atik, hem tüyleri daha parlaktır. O, özgürlük havasının yelelerini okşamasındandır.
Avcıların ayak basmaktan korktuğu yamaçlarda yayıldıktan sonra bir kayanın tepesinden bütün bir vadiyi seyrederken döşüne esen rüzgârlarla beslenen ceylanın asalet ve zarafetine kafesteki ceylan hiçbir zaman erişemeyecektir.
Dağlarda davar güderken teke eti yiyerek gelişen, dağ hayatına alışık, kurt korkusundan başka korku bilmeyen dağ adamı, şehirde şef korkusu, müdür korusu, işe geç kalma korkusu, işten atılma korkusu, maliye korkusu, "vücudunun kimyasını bozan" mafya korkusu, polis vs. korkusuyla büyüyene göre daha atılgan ve iş bitiren olur.
Bir arkadaşım anlatır "Yıllardır Başkentteyim. Ütülü elbiseye kravata alıştık. Hayatımız standart oldu. Kalkacağım saat, işe gideceğim saat, döneceğim saat belli. Bir gün köyden bir tanıdığım Başkente işçi olarak geldi. Birkaç gün sonra şehrin kenarında bir dağın tepesini çevirmiş, bana da bitişiğinden bir yer çevirmiş. Bir Pazar günü beni götürdü kendi yerini gösterdi, benim yerimi de gösterdi. Ben kendi yerime ayak bile atamadım. O daha sonra benim yerimi başkasına sattı. Yıllar sonra şimdi onun kartal yuvası gibi evine müteahhitler talip. Kat karşılığı ev yapmak istiyorlar."
Aynı köyden yirmi beş yıl önce gelen memur aynı şeyleri yapamıyor.
Roma'da, eski Yunan'da tarih boyunca değişim, dağlıların şehre inmesiyle, kölelerin kendi ağalarını köle yapmasıyla olmuştur.
Şehrin zengin çocuğu babasının servetine güvenerek kız peşinde koştururken, üniversiteyi sekiz yılda bitirirken, onu da askere subay olarak kısa dönem için giderken, dağlının çocuğu çok fazla çalışmak zorunda kaldığından, şimdi birçok burjuvazi artığının ağzı açık baktığı makamlarda çamurlu lastikleriyle en güzel şekilde hizmet verenleri görünce onlara hakaret ederek teselli bulmaya çalışıyorlar.
Dağdan şehre inenler, ipek elbise giymeye, bıldırcın eti yemeye, evlerinin önünü çiçeklerle süslemeye başlayınca, hayatlarını polisle, jandarmayla korumaya başlayınca rehavet üzerlerine çökünce, bu hayata özenenler tekrar şehre inerler ve onları alırlar yerlerine kendileri geçerler. Bu döngü böylece devam eder.
Büyük bir partinin başkanı "Seçim günü yağmurlu olduğundan, bizim seçmenler de ıslanmaktan korktuklarından seçime katılmadığından biz kaybettik." Bir başka seçimde "Bizim seçmen havalar iyi olduğundan sabah erkenden pikniğe gittiği için seçimi kaybettik" demişti.
Pikniğin zevki, yağmurun korkusu dağlıyı yolundan çeviremez.
"Avrupa'da dağlılık veya köylülük kalmadı" denemez. İki yüz yıldır sömüren Avrupa, bu günlerde sömürülen ülkelerin çocuklarının işgali altında. Babalarının alın teri, kanı, gözyaşı ve ülkelerinin kaçırılan servetlerinin peşinden koşuyorlar ve Avrupa'yı istila ediyorlar.
Birileri haram-helal demeden oburca sömürmeye devam ettiği müddetçe birileri gelip onları rahatsız edecektir.
Cuma 25/08/2006 tarihli yazımda: "Sevgili peygamberimiz, bir gün ashabın ileri gelenlerinden Sevban ( r.a.)a, "Sevban, sakın medeniyetten uzak köylere yerleşme. O tür köylerde yerleşip kalan, kabirde kalan gibidir. Sakin-ül Küfüür, ke sakin-il kubuur" buyurmuş.
(Buhari, Edeb-ül Müfred 1/203 hadis no 579, Beyhaki, Şuab-ül iman 6/68 Hadis no 7518, Süleyman bin Ahmet Taberani (260-360) Müsned-üş Şamiyyin, 2/99 hadis 986) Bütün peygamberler başkentlerde tebliğe başlamışlardır. Hz. İbrahim, Nemrut'un hüküm sürdüğü şehirde, Hz. Musa Mısır'da, Hz. İsa Kudüs'te, Hz. Muhammed Mekke'de peygamber olarak görevlendirilmişler.
Kentliler, tebliğlerine kulaklarını tıkamanın ötesinde peygamberlere ve onların arkadaşlarına işkence etmeye başladıklarında yine başka bir şehre göç etmişler. Son peygamber Muhammed aleyhisselam'da Yesrip şehrine hicret etmiş ve Yesrib'in adını medeniyet kökünden gelen "Medine" diye değiştirmiş.
Bu hadisi şerheden Münavi, "Cahil ölü gibidir. Cahilin elbisesi, onun kefeni gibidir. Cahilin evi de onun kabri gibidir" der. (Münavi, Feyzul kadir 6/401)"
Şehirde Medeni bir şekilde yaşayacağız ama haram ve helale, Allah hakkına ve kul hakkına dikkat ederek yaşayacağız.
İran'ı fetheden arkadaşlarına Hz. Ömer (R.A.) in yazdığı mektupta şöyle diyor: "Acem'in ipekli elbiselerinden uzak durun. Sert yerde yatın, kalın elbiseler giyin, ata binin, dili en fasih bir şekilde öğrenin her an saldırıya karşı hazır olun" (Taberi, tefsir 2/178, Tahavi, Şerhu meâni-l âsâr 4/275)
Bu konu için İbn-i Haldun'un Mukaddimesini veya benim eserim olan "İBN'i HALDUN'UN DİLİYLE KUR'AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ" isimli eserimi okuyabilirsiniz. İsteme telefonu: (0212)5111085 Cantaş yayınevi
/Mahmut Toptaş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder