TINTIN KABACIĞIM
HANİ BENİM BABACIĞIM
Evvel zaman içinde ülkenin birinde, karısı ölen adam oğlu ile birlikte tek başlarına mutlu mesut yaşarlarmış. Gün gelmiş komşuları adamı yeniden evlenmesi için ikna etmişler, kendisi gibi tek çocuğu olan dul bir kadınla evlendirmişler.
Başlangıçta her şey çok güzel giderken zamanla üvey annesi adamın oğlunu evde istemez olmuş; "Al şu oğlunu, götür, nereye bırakırsan bırak, kime verirsen ver. Bir daha bu çocuğu güzel kızımın yanında görmek istemiyorum" demiş.
Sürekli kavga, niza ve geçimsizlik adamı canından bezdirmiş. Sonunda, oğlunun daha fazla eziyet çekmesine gönlü razı olmadığı için çaresiz karısının dediğini yapmaya karar vermiş.
Bir gün çocuğuna; "haydi oğlum seninle dağa odun etmeye gidelim" deyip çocuğunu yanına alıp baltasını da omuzlayıp düşmüşler dağın yoluna. Adam giderken yanına bir de "su kabağı" almış. Oğlu sormuş; "baba bu ne?" Babası da; "Su kabağı oğlum, dağda susayınca dereden bana içmek için su taşırsın." demiş.
Uzun bir yolculuktan sonra dağa ulaşmışlar. Adam hemen işe koyulmuş. Yapraklı ağaç dallarından oğluna güzel bir "kelik" yapıp içine oturtmuş, yanlarında getirdikleri yiyecekleri de yanına koyup; "sakın buradan hiç bir yere ayrılma, ben az ötede odun edeceğim, işim biter bitmez gelirim. Sen açıkırsan yemeğini yersin" diye de tembihlemiş.
Adam az ileri gidip, elindeki su kabağını bir ağacın gövdesine asmış. Yel estikçe ağacın gövdesine çarpan kabaktan "tın tın" diye sesler çıkıyormuş. Bu sesi duyan çocuk da "babam çalışıyor, bu ses onun balta sesi galiba" deyip kah uyuyup, kah uyanıp huzur içinde babasını bekliyormuş.
Gün bitip güneşin karşı tepelerden dulunmasına rağmen babasının gelmediğini gören çocuk akşamın alaca karanlığında kelikten çıkıp, sesin geldiği yöne doğru babasını aramaya çıkmış. Sesin geldiği yere varmış bakmış ki ortalıkta babası yok, ağaca asılı su kabağı yel estikçe "tın tın" sesler çıkarmaya devam ediyor. Çocuk çok sevdiği babasına seslenmeye başlıyor ama kabağın sesinden başka ormanın derinliklerinden çıt çıkmıyor. Çocuk çaresiz ağaçtaki kabağa dönüp; "tın tın kabacığım, hani benim babacığım" diye ağlamaya başlıyor. Sonunda anlıyor ki üvey annesinin baskısına dayanamayan babası onu ormana bırakıp köye dönmüş.
Ormanın orta yerinde, gecenin bir vakti yapayalnız kalan çocuk çaresiz sağa sola bakınıp yol bulmaya çalışırken uzakta bir ışık görür. O ışığa doğru gider ve ulaştığında bakar ki karşısında bir cami var.
Hemen içeri girer. Önce eline bir süpürge alır ve caminin içini köşe bucak bir güzel süpürüp temizler. Sonra abdest alıp namaz kılar. Ardından da rahlenin başına oturup, besmeleyle Kur'an-ı Kerim'i açıp sesli sesli okumaya başlar.
Camide okunan Kur'an-ı Kerim sesini duyan cinler periler, camiye doluşup çocuğun Kuran okuyuşunu huşû içinde dinlemeye başlarlar. Onlar çocuğu görmesine rağmen çocuk onları göremiyor tabi. Çocuğun camiyi temizleyip, namaz kılması ve güzel sesiyle Kur'an-ı Kerim okumasından çok memnun olan Peri Padişahı, çocuğa süslü elbiseler, çeşitli hediyeler, bol miktarda altın ve para verilip babasını evine götürülüp bırakılması için maiyetindekilere emir verir. Bu arada Kur'an-ı Kerim okumaktan iyice yorulan çocuk rahlenin başında uyuya kalmıştır. Cin ordusu büyük bir sessizlik içinde çocuğu arabalarına bindirip, evine kadar götürüp bırakırlar.
Sabahın ilk ışıklarıyla uyanan çocuk bir bakar ki evlerinin önüne gelmiş. Sevinçle kapıyı çalar. Çocuğunun hasretiyle zaten sabaha kadar gözüne uyku girmeyen baba kapıyı açıp karşısında krallar gibi giyinmiş oğlunu görünce çılgınlar gibi sevinir. Bu sese uyanan üvey annesi önce niye gürültü yapıyorsunuz diye bağırıp çağırır ama süslü kıyafetler içindeki çocuğu ve yanındaki para ve altınları görünce o da sevinmeye başlar.
Çocuk başından geçenleri bir bir anlatır. Bunun üzerine üvey annesi çocuğun babasından kendi kızını da götürüp ormana bırakmasını ister. Karısının sözünden dışarı çıkamayan adamcağız çaresiz bu defa hanımının kızını tıpkı oğlunda yaptığı yöntemlerle götürüp ormana bırakır.
Üvey kardeşinden aldığı tüyolarla hareket eden kız, gece olunca camiye gider ve hiç bir iş yapmadan caminin içinde bir köşeye kıvrılıp yatar ve uyur. Bunu gören cinler ona çok kızarlar, onu orada bir güzel dövüp, üstünü başını yırtıp götürüp evlerinin önüne atarlar.
Kızının bu perişan halini
görünce kadın önce kızına üzülür ama üvey oğlunun yaptıkları gözünün önüne
gelince, ona yaptığı üvey evlat muamelesi için çok pişman olur. Üvey oğlu da
onu affefeder.
Böylece hayat yeniden normale döner, mutlu ve huzurlu günler başlar.
ANLATAN: Hanife Koşar. 93
yaşında.
/Çetin KOŞAR
13 Aralık 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder