110.3.Mısır (Misir)
Köylümüzün mevsimlik bir diğer uğraşı alanı da mısır yetiştiriciliğidir. Mısır bitkisi suyu bol olan yerleri severse de yine her yere ekimi yapılır ve yeteri derecede elde edilir. Tıpkı buğdayda olduğu gibi her aile ihtiyacı nispetinde yetiştirir. Eskiden daha çok mısır ekmeği tüketilirken, buğday cinslerinde yapılan iyileştirmelerle daha bol buğday elde edilince mısır üretimi ekmeklikten ziyade yemeklik ve hayvan yemi için yapılır olmuştur.
Mısır tarlalarına buğday tarlasından farklı olarak mısır dışında da sebze ve bakliyat ekilip dikilebilir. Fasulye ve nohut olmak üzere kabak, biber, patlıcan, kavun, karpuz, salatalık ve özellikle domates bunların başında gelir. Bunun yanında mısır da tütün dikilen tarlalara da seyrek olarak ekilebilmektedir.
Mısır bir sulu tarım ürünüdür. Köyümüzde arazilerimizin büyük bölümü sulamaya müsait değildir. Bu nedenle yetişen mısırlarımızın uzunluğu adam boyunun geçmediği gibi tanelerinin bulunduğu “Somak” kısımları da küçücük olabilmektedir. Bu durum göz önüne alınarak mısır, genellikle dere ve çay kenarlarına, taban ve sulak yerlere ekilmeye çalışılır ve güzel de verim elde edilir.
Mayıs ve Haziran aylarında ekimi yapılan mısır, Eylül Ekim aylarında hasat edilir. Temmuz ayında dipleri kazılır ve sık olanları kesilerek seyreltilir.
Mısır ekilecek tarla önce bir ya da iki kez sürülerek toprağı yumuşatılır. “Serpme” ve “sivrüçle sulu dikim” yapma gibi çeşitli ekim tekniği olsa da köyümüzde uygulanan yöntem “çiziye dökme” şeklindedir. Özellikle çocuklara düşen bu görev, sabanın peşi sıra giderken avucumuza aldığımız mısır tanelerini yarım adım arayla çizinin ıslağa yakın toprağına atmak ve üzerine basarak toprağa yapışmasını sağlamaktır. Sabanın ikinci geçişinde bunların üstü kapatılırken yeni bir çizinin daha mısırları atılmaktadır. Tarlanın verimine göre bu çiziye mısır atmanın sıklığı değiştiği gibi bazen de iki çizide bir mısır dökme işi yapılabilmektedir. Sıra atlamak, sık ya da üst üste atmak gibi hatalı bir iş yapmak, çiziye mısır atanın kariyeri açısından oldukça tehlikelidir. Çünkü mısırlar büyüdüğünde yaptığı bu hatalar tarlada sırıtacağından seyrek atmışsa bu açıklıklara sonradan elle dikim yapmak zorunluluğu vardır.
Mısırlar filizlenip bir iki karış boy attığında kazmalarla dipleri kazılır(çapalanır). Köylünün tütün kazmasından başka bir de mısır kazma işi vardır. Ancak mısır kazma işi bir iki günde biter. Öyle tütün kazma işinde olduğu gibi çok özenilmez. Fakat tarlanın sulama imkanı varsa mısırların sulanma işi de vardır.
Mısır tarlalarını sulamak için önceleri derelere “bent” ler yapılırdı. Tarlanın yukarısında bir yerlere yapılan bu bentlerden tarlaya “Fendek” dediğimiz hendek yani kanal açarak suyu bu yolla tarlaya akıtırdık. Bu suyolu için bazen komşuların arazilerinden de yararlanılırdı. Tarlaya ulaşan su, mısırlar arasına açılan daha küçük su yataklarıyla tek tek mısır dipleri değil de tarlanın tamamı bolca sulanırdı. Temmuz ayına tekabül eden bu sulama işleri sırasında dere ve çayların suları da zaten doğal olarak çekildiği yani azaldığı için bu bentler daha aşağıdaki diğer tarla sahipleri için sorun olmaktaydı. Bu nedenle çaylara yapılan bentler gece vakitleri gizlice yıkılır, sahipleri ertesi günü yeniden bent yapmak zorunda kalırlardı. Yani bir nevi “su paylaşım savaşı” yapılırdı. Ancak bu ciddi bir kavga nedeni olmazdı. Bu bentlerin büyük ve derin olanları yaz mevsiminde yüzmek için çocukların havuzu olurdu. Ayrıca bentlerin aşağılarında kalan dere yataklarında sular iyice çekildiği için elle “balık tutmak” ayrı bir zevktir.
Mısır bitkisinin boyu bir, bir buçuk metreye ulaştığında “sık kesme” işi olurdu. Sık kesme, yani sıkını seyreltme işinin bu vakte bırakılma nedeni mısır daha “kelleye” yani “somak”a çalışmadığı için bu vakte kadar büyütülen bu sık mısırlar hayvanlara özellikle çifte çubuğa koşulan öküzlere ve sağım yapılan ineklere yiyecek olarak kullanmak içindir. Özellikle de buzağıların temel gıdası olmaktadır.
“Sütlek” dediğimiz mısırın oluşup sütlendiği dönemlerde tarladaki mısırlara kesinlikle dokunulmazdı. Sütlek yemek için ya tütünlüklerdeki ya da fidelik kenarlarına ekilen mısırlardan yararlanılırdı. Sütlek mısır ya kazanlarda suda haşlanarak ya da köz üstünde kızartılarak pişirilir. Ancak köy yerinde ilk mısırlardan bu şekilde yararlanma gibi bir lüksümüz yoktur. Çünkü mısır bir nimetti ve nimetin ham(!) iken koparılması inanç gereği yanlış olup bu nimete bir saygısızlıktı. O nedenle köy yerde süt mısır yemek ancak mısırlar hasat edildikten sonra aralarından çıkan sütlekleri ister kazanda haşlayarak ister közde kızartarak bol bol hazırlayıp yerdik. Bilirsiniz tarım toplumlarının bayramı hasat mevsimleridir.
Köyümüzdeki gelenekselleşmiş mısır hasadı, önce mısır bitkisi (sapı) dibinden kesilir bir araya toplanır ondan sonra da “somak” kısmı sapından ayrılarak yapılır. Bazı yörelerde önce mısırları toplanıp sonra da sapların kesildiği de görülmekteydi.
“Mısır biçme” işi de tıpkı buğday biçme işi gibi oraklarla yapılmaktadır. Tek farkla ki mısır biçiminde ellik kullanılmamaktadır. Tepeye yakın bir yerinden tutulan mısır, toprağa yakın bir yerden kesilir. Bunun gibi ardı ardına 3-5 kök biçilip yere atılmayıp dikine bir araya “cuğul” yapılmaktadır. Biçme işlemi bittiğinde de bu cuğullardaki mısırların somaklarını kırma işine “mısır kırması” adı verilmektedir. Biçme işinde değil de kırma işinde, mısırın derhal kırılıp eve taşınması işi olduğu için “imece” ya da “keşikleme” işi olmaktadır. Bazı aileler biçilen mısırlar kırmadan taşıyıp mısırları evin yanında kırmaktadır. Teknolojik gelişmelere bağlı olarak özellikle traktörü olanlar için taşıma kolaylığından dolayı bu yöntem daha cazip gelmektedir.
Mısır biçme işinin bir zor yanı vardır ki o da mısırla birlikte tarlaya ekilen diğer sebze ve bakliyat çeşitlerinin de bu esnada toplanması işidir. Özellikler fasulyeler mısırın saplarına sarıldığı için mısır biçilmeden önce bunların tek tek toplanması gerekmektedir. Kavun karpuzlar varsa bunlar zaten daha önceden halledilmiş olduğundan geriye kalan genellikle kabaklar olduğundan biçme işleminin ardından bu kabakların da toplanması gerekmektedir. Eğer tarlamız “çevrük” yani çevresi çalıyla tutulmadıysa bir diğer ifade ile “meşveret arazisi” ise ürünü kaldırdığınız andan itibaren tarla sizin olmaktan çıkıp kamunun kullanımına açık hale geleceği için arazide hiçbir ürün kalmamalıdır.
Mısıra benzerliği nedeniyle bu dönemde ekilip hasadı yapılan bir diğer bitkimiz de “süpürgelik” bitkisiydi. Kızıla çalan rengiyle dikkat çeken salkım tohumlu bu bitkimizde mısırlarla birlikte eşzamanlı olarak hasat edilir. Sadece tepe kısımlarında kesilen süpürgelik kökleri tarlada kalırdı. Boyumuzu aşan bu kök kısımlarını, hayvan otlatırken yaktığımız çoban ateşlerinde iyice kızdırır ve düz bir taşlara vurarak patlatırdık. İki boğum arasında ısınmayla oluşan basınçtan dolayı patlama sesi tabanca sesine yakın olurdu. Seri patlama sesi çıkarmak için arkadaşlarla ekip çalışması bile yapardık.
Sapından ayrılan “mısır koçanları” çitlere doldurularak, sapları ise “bağ” yapılarak ayrı ayrı eve taşınır. Saplar birkaç gün evin yanlarında gün yüzünde kurumaya bırakıldıktan sonra eğer samanlıklarda yer varsa samanların üstüne ya da salaçtaki vagonların üstüne atılır. Ama genellikle mısır sapları evin yanlarındaki ağaçların ana kök dallarına bağlanarak ağaçlara asılmaktadır. Kış günleri ya da baharda ihtiyaç oldukça buradan tek tek ya da topluca indirilerek hayvan yemi olarak kullanılmaktadır. Bu asılan saplar kış günlerinde aynı zamanda kuşların doğal konaklama yerleriydi.
Mısırın ekme, kazma, biçme ve kırma işinden başka bir diğer önemli işi daha vardır ki ona da “mısır soyma” diyoruz. Tarlada sapından kırılan mısır somakları evde koçanı saran “yelek” dediğimiz yapraksı kabuğu ve püsküllerinden ayrılır. Mısırlar eğer asılmayıp “serender”de tutulacaksa bu yelek denen yapraklar tamamen soyulup mısır koçanı çıplak hale getirilir. Yok eğer “sundurma”lara ya da çatı katına asılacaksa tamamen soyulmayıp sıyrılan yeleklerden 2-3 tanesi koparılmadan üzerinde bırakılır ve bunların 2-4 tanesi bir araya getirilerek uçlarından birbirine bağlanır. Daima iki ve katları şeklinde bir araya getirilerek bağlanan bu mısırlar ata eğer vurulması gibi evin “bosu”larına ya da bu iş için tanzim edilmiş yerlere asılarak iyice kurumaları temin edilir. Soyulan mısır yelekleri atılmayıp samanlığa konur ve özellikle süt ineklerinin sıcak yalına katılırdı. Eski insanlar ayrıca bu yelekleri eğip bükerek bunlarda “zembil”, “sele” ve “sepet” gibi araç gereçler yapmaktaydılar. Mısır soymalarının en eğlenceli tarafı da mısırın gür olan “püskül”lerinden çocukların kendilerine “saç-sakal” yaparak çalışanları eğlendirmesiydi.
Sapları ağaca, somakları tavana astık iş bitti mi? Bitmedi. Bir de “mısır dövme” işimiz kaldı. Aslında mısırları asıl asılma nedeni kuruma değil sıradaki acil işleri yapmaktır. Mısır kırmalarından sonra ekin ekme işleri ve odun çekme işleri kapıda beklemektedir. Bu arada “güzlek” de olsa bir miktar dizilen tütünler kurumamak için direnmektedir. İşte tütün, ekin ve odun işleri bittiğinde kış ortalarında bir yerlerde bu asılı mısırların oradan indirilip bir oda içinde uzun “küskü”lerle bir güzel “dövülme” işi vardır. Biz buna “mısır dövme” diyoruz. Bu koçanları döveriz ki taneler somaklarından ayrılsın. Bu vurma işi o kadar şiddetli olurdu ki bu iş özellikle ahşap evlerde yapılıyorsa küskü sesleri diğer köylerden duyulurdu. Anlaşılırdı ki falanca kişi evinde mısır dövüyor. Ara sıra karıştırılarak yapılan bu dövme işinin sonunda somaktan ayrılmayan taneler ya da küsküden kendini kurtaran koçanların çitlenme işi yapılmakta idi. “Küsküyü kafana yersin” ya da “kafasına küskü indirmek” gibi deyimlere de konu olan bu küskünün özelliği iki metre uzunluğunda, elin bilek kalınlığında ağır bir odun olmasıdır. Bu küsküler bir kere yapılıp atılmayıp çürüyene kadar kullanılmaktadır.
Somaklardan tamamen ayrılan mısır taneleri bu defa “gözer” dediğimiz kalburun bir büyüğü aletlerle özel bir yöntemle elenir. Biz buna “gözerleme” diyoruz. Küçük ve kırık taneler gözerin gözeneklerinden geçerek düşerken, eleme tekniği sayesinde somak kırıntıları ve diğer türler de gözerin üstünde orta yere toplaşır ve bunlar da elle alınarak gözerin içinde sadece olgun ve dolgun mısır taneleri kalır. Gözerdeki bu temizlenmiş mısırlar çuvallanarak ya ambara ya da değirmene un, çorbalık ya da “cücük denesi” olarak öğütülmeye gider. Gerçi, çorbalık ya da civciv yemi için evlerimizde bulunan “el değirmen”leri de kullanılmaktadır.
Gözerin altı ve üstü de yine durumuna göre ya tavuk yemi ya da ineklere yallık olarak kullanılır. Somakların çok iri olanları yani kartları ateş tutuşturucu olarak kullanılırken küçük olanları ya bütün olarak ya da önce keser veya baltanın “güblentüsü” yani sırtıyla bir güzel dövülüp ezilip, parçalanarak su, tuz ve kepekten oluşan hayvan “yal”ına katılır.
Mısır bitkisi insanoğlunun keşfettiği temel gıda maddelerinden birisidir. Görüldüğü gibi her aşamasında ne kadar külfeti varsa da bir o kadar da nimeti vardır. 1970’li yıllara kadar köyümüzde ağırlıklı olarak mısır ekmeği yapılır, yenirdi. Tıpkı buğday gibi bugün de unundan ekmekler, çorbalar ve yemekler yapılmaktadır. Mısır ekmeğini daha lezzetli yapan mısırın fırınlanmasıdır. Mısırın fırınlanma işi un halindeyken değil henüz somaktayken yapılmaktadır. Yeni biçilen mısırların olgunları koçanıyla birlikte taş fırınlarda iyice kurutulur, çitlenir ve su değirmenlerinde özel olarak öğütülürdü. Genellikle sac üstünde pişirilen ve nar gibi kızaran bu ekmekler için aslında “katık”a bile gerek yoktur. Ancak tazesinin tereyağıyla karılarak ya da yoğurda doğranarak yenmesi gibi bir âdeti vardı. Tanelerinden yapılan “mısır çorba”sı da süt ya da yoğurt-ayran katılarak yendiği gibi yağda kavurarak ta yenmesine doyum olmamaktadır.
-Devam Edecek-
/Çetin KOŞAR
[Köy İncelemesi, Samsun, 1984 ]