Namık İsmail / HARMAN |
110.2.Buğday (Ekin)
Köyümüzün mevsimlik uğraşılarından ve ana geçim kaynaklarından birisi de “budey” ya da “ekin” dediğimiz buğdaydır. Buğdayı köy halkı ihtiyacı miktarınca yani bir yıllık tüketeceği miktarda yetiştirir. Ürünün yetersiz olduğu zamanlarda çarşıdan bir iki çuval un alınarak ihtiyaç karşılanır. İhtiyaç fazlası üretim için toprak yeterli değildir. Yani aile başına düşen arazi miktarı tütün, buğday ve mısır ekiminde ancak ihtiyaç nispetindedir.
Buğday temel gıda olan ekmeğin hammaddesidir. Köyde buğday unundan ekmek yapımından başka buğdaydan birçok yemekler de yapılmaktadır. İlk aklıma gelenleri keşkeklik, bulgurluk, pilavlık, nişastalık olarak kullanılan buğday tanelerinden başka unundan da patıl, somun, yufka, yağlı, börek, çörek, güccek, cılbır, bişi, cızlavak, nokul gibi ekmekler ile un çorbası, bulgur çorbası, bulgur pilavı, bebek maması, lokma, bulamaç, kaypak, cimcik gibi yemekler de yapılmaktadır.
Bunlar yapılmadan evvel elekten geçirilen undan çıkan kepek kısımlarından da sığırlar ve köpekler için de “kepek” ve “yallık” yapılır. Değirmenden gelen unun elenmesiyle elde edilen bu kepek temelde hayvan yemi olarak kullanılır. Kullanılan elek cinsine göre ortaya çıkan kepek miktarı değişmektedir. “Yoğun elek” ile elenirken daha az kepek elde edilirken son yıllarda daha çok kullanılmaya başlanan “ince elek” ile elenen unlardan daha fazla kepek elde edilmektedir. Elde edilen bu kepek hayvanlara yapılacak yem için çok önemliydi. Un gibi kepek de stratejik öneme sahiptir. Verdiği mesaj farklı olsa da kelime manası olarak “Köyün kepeği köyün köpeğine yeter” diye de veciz bir sözümüz vardır.
Elek konusu açılmışken şunu da belirtelim ki, eskiler ince eleğe karşı hep yoğun eleği savunmuşlardır. Çünkü ince elek undan daha fazla kepek çıkarmaktadır. Böylece un "ziyan" edilmektedir düşüncesi vardı. Yaşlılar bu görüşlerinde haklıydılar. Ama “un daha fazla kepeğe ayrılıyor” gibi gerekçelerinde yanılıyorlardı. Oysa ince elekle özellikle buğdayın kabuk kısmında bulunan değerli mineraller %80 oranında elenip hayvan yemine gidiyor ve biz sağlık açısından önemli olan liflerden uzak nişasta ağırlıklı beyaz ekmeğe talim ediyorduk. İnce elek sayesinde siyah ekmeklerden kurtulmuş “bazar ekmeği” gibi bembeyaz ekmek yiyorduk ne güzel(!).
Kasım ve Aralık aylarında yapılan ekim Temmuz ayında hasat edilir. Köyümüzde ekimi yapılan belli başlı buğday çeşitleri ziraat, cumhuriyet, Ceylanpınar, kısabacak, akbuğday vb. dir.
Buğdayın taneleri bu şekilde kullanılırken, sapları da saman olarak hayvan yemliğinde kullanılmaktadır. Köyde inşaat teknolojisi bu kadar gelişmeden evvel saman aynı zamanda bir inşaat malzemesi olarak kullanılmaktaydı. Ak toprak dediğimiz, kireci bol toprak, suyla karıştırılıp yoğrulurken içine bir miktar da saman katılarak sağlamlığı artırılırdı. Bu harç ile taş duvarlar örülürken aynı zamanda sıva harcı için de kullanılırdı. Bol samanlı harç ile sıvanmış ev duvarlarında yer yer açığa çıkan samanlar binaya ayrı bir renk ve ilginç bir desen katardı.
Buğdayın ekimi öküzlerle yapılmaktadır. Yaz sıcağında kavrulan toprakların güz yağmurlarıyla “totama”sı yani suya kanıp yumuşamasının ardından özellikle daha önce mısır ya da tütün ekimi yapılmış olan araziler bir kez sürülür. Fazla tezekli ve eski ürün kalıntıları çoksa taranır, değilse buğday ekilir ve üzeri taraklanarak tanelerin toprağa karışması sağlanır. Kar ve yağmur sularının kolayca akıp gitmesi için de tarlaya karıklar açılır. Tohumlar çimlendiğinde renklerine bakılarak ihtiyaç olursa gübrelenir. Bunun dışında baharda aşırı bir otlanma olduysa bu otlardan temizlenmesi dışında biçileceği zamana kadar her hangi bir bakım istemez.
Temmuz güneşi başakları olgunlaştırıp altın sarısına döndürdüğünde “orak ayı” gelmiş demektir. Oraklar asılı bulunduğu tavan arasından indirilip kırık sapları onarılır. Orağın kendisi hasarlıysa demirciye tamir ettirilir. İhtiyaç varsa yeni bir kaç orak daha alınarak takımlar hazırlanır. Oraklar kösere taşında bir güzel “köserlenir” yani bilenir. Oraklarla birlikte kullanılan ellikler da tamamlanır. Sağ elle orak tutulurken sol el parmaklarına takılan ellikler biçilen buğday saplarını kavramada kullanılırken aynı zamanda keskin orak ağzının elimizi kesmesi önlenir. Elliklerin parmak takılan oyukları her parmağa uymadığı zamanlarda parmağımıza, özellikle “yüğdün” ya da “eğretü” otu sararak elliklerin parmaklarımızdan çıkması önlenirdi.
Buğday biçme işi de genellikle “keşikleme” yani bir gün size bir gün bize usulüyle yapılırdı. Tarlanın bir kenarından başlanır ve birlikte bir sıra halinde bir uçtan öbür uca “çıkım”lar halinde biçilir. Çıkım sonuna doğru bir kişi suya gider içme suyu getirir ve kısa bir molada herkes bol bol suyunu içer ve ikinci ve diğer çıkımlara başlanırdı.
Orak biçme sırasında en sık karşılaşılan olay da karşımıza çıkan bıldırcın yuvalarıydı ki kimisinde yumurta, kimisinde de yavruları olurdu.
Temmuz’un o kavurucu sarı sıcağına aldırmaksızın, güneş altında gün boyu süren “orak biçme” dediğimiz buğday hasadı biçilen saplar biçildiği yere desteler halinde bırakılır. Birkaç gün güneş adında sapların solup kuruması beklenir. Ardından sabah ya da akşam serinliğinde yere düşen “çiğ”lerin bunları yumuşatmasıyla bu desteler 7-8 adet buğday sapıyla yapılan “bağ”cıklarla bağlanarak “gem” lenir. Buğday bağlama dediğimiz bu destelere “gem vurma” işi özel bir yetenek gerektirmektedir.
Köydeki deyimiyle “bağ bağlama” sırasında karşılaşılan olumsuzlukları en başında ekin destelerinin altında yılan olmasıydı. Bazen bağla birlikte dokunduğumuzda bazen de konuşurken çıkardığımız sesleri duyup tarlayı terk eden bu yılanlardan başka özellikle hanımların korkulu rüyası “tarla fare”leridir. Kurbağa ve kertenkeleleri saymaya gerek yok çünkü onlar zararsızdırlar.
Gem vurulan buğday sapları önce 8-10 tanesi bir araya getirilerek dikine çatılıp “cuğul” yapılır. Birkaç gün sonra da bunlar da toplanıp ya tarlaya ya da evin yakınındaki samanlık ve harmana “yığın” yapılır. Tıpkı bir kubbeyi andıran bu yığın yapma işi de ayrı bir sanat işiydi. Öyle ki, bu yığın harman sürmeye kadar bekleyecek olan buğdayların bu süre içersinde ıslanıp çürümelerini önleyecektir.
Köy yerinde en hareketli günler belki de biçilen ekinlerin öküz arabalarıyla harmana taşınmasıydı. Yine en önde öküzler ve öküz arabaları vardır. “Urgan” ve “çevürge çomakları” takılan arabalara tarlada, ekin bağları özel bir istifleme sistemiyle yığılır, urganla bağlanıp, çevürge çomaklarının yardımıyla çevürgede iyice sıkılaştırılır. “Çevürge” dediğimiz şey arabaların arka kısmında yerleşik bulunan makara sistemidir. Sadece ekin çekmelerinde ve arabaya bağlanan fıçıyı sabitlemede kullanılır.
Buğday bağları yüklü arabalar yola koyulduğunda rampa olsun, düz yol olsun fark etmez kendisine has sesleriyle etrafa adeta bir müzik ziyafeti çekerler. Tıpkı odun çekmelerinde olduğu gibi ekin çekmelerinde de köy yerinde bu seslerden geçilmez. Bazen araba “önlek” ya da “arkalak” olduğunda arabaya bir kişi binerek bu dengesizliği dengelemeye çalışır. Böylesine yüklü arabaların, yüksek çalı ve meyve ağaçlarıyla iyice daralmış olan köy içindeki yollardan sıyrılarak geçişi muhteşem olurdu.
Buğday ekmenin asıl zor yanı harmanda yaşanmaktadır. Asıl olan buğday tanelerinin başaktan ayrılarak “hambar”a yani ambara konmasıdır. Bu iş eskiden “döğen”ler vasıtasıyla harman yerinde hava şartları da göz önüne alınarak günlerce süren uğraşılarla yapılırken şimdi “Geyis” ya da “Potuz” (Patos) denilen makinelerle 2-3 saatte bitirilmektedir. Köyümüzde bu aletlerden yoktur. Köyde herkesin orakları biçip ekinini harmana taşımasından sonra haber verilerek köye gelen bir patos sırayla tüm köyün harmanını döverdi. Traktöre bağlı bir ana kayış olmak üzere kendi içinde bulunan birçok kayış sistemiyle çalışan bu makinenin çalışırken çıkardığı uğuldama sesi köylerimizde mevsime ayrı bir renk katardı.
Sapları saman olarak samanlığa, taneleri de buğday (ekin) olarak ambarlara giderken gelecek yılın tohumluğu da anında ayrılmaktadır. Tohumluk için ayrılacak buğday aslında biçilmeden evvel tarladayken kararlaştırılmaktadır. İyi, iri ve dolgun taneler bu iş için seçilmektedir. Bu arada keşkeklik ya da bulgurluk buğdayın da tam seçim zamanıdır.
Harman sürme işinin akabinde sıra buğday yıkama işine gelmektedir. Değirmene gitmeden önce bütün ekinler suyu bol akan bir dereye kurulan özel bir düzenekle bir güzel yıkanır. Bu yıkama esnasında buğday toz topraktan arındırılırken aynı zamanda içinde bulunan yabani ot ve fiğ gibi yabancı madde tohumlarının da ayrılması sağlanırdı. İlacı çıkmadan önce bu fiğler bizi epey uğraştırırdı. Gerek yeşilken tarladan sökülüp atılması ve gerekse biçerken bağdan ayrı tutulması yetmez, harman dövülürken de makineler bunları ayıklardı ama yine de bir türlü tamamen kurtulamazdık. Bereket, buğday tohumları fiğ tohumlarından daha ağır olup dibe çöktüğü için yıkama esnasında su yüzünde kalan fiğ tohumları rahatlıkla bu yıkama esnasında buğdaydan ayrıştırılabiliyordu.
Dere ve çaylarda yıkanan buğday taneleri keçi kılından ya da keten ipinden örülmüş kilimler üstünde güneşe serilerek kurutulurdu. Ekinin bu kilimler üzerine serilmesine “sergü” denirdi. Gün boyunca sergideki buğday sürekli karıştırılarak iyice kuruması sağlanırdı.
Yıkanıp kurutulan buğdayın son yolculuğu ise değirmenlere idi. Köyümüzde değirmen yoktu. Genellikle gidilen Gecekli köyündeki değirmenden başka Kırıklı’da Balcı’nın su değirmeni, Cilim mevkiinde Sarı Ahmet’in ateş değirmeni ve alt tarafındaki bir diğer su değirmeni, Gelemet’te Cırmanların su değirmeni ile İlyas’ın ateş değirmeni ve Taşkelik köyündeki su değirmenine gidilirdi.
Son zamanlarda bu öğütme işini bazı aileler traktörlerle Bafra’da bulunan un fabrikalarında yaptırmaktadırlar. Fabrikalara gidecek buğdayları fabrika yıkıyor, kurutuyor, öğütüyor ve eliyormuş. Gerçekten de un ayrı, kepek ayrı olarak gelmektedir.
Buğdayların konulduğu ambarların bir gözü unluk olarak kullanıldığı gibi, eskiden genellikle evin içinde bir de “unluk” lar olur unlar buralarda muhafaza edilirdi.
Hamur yoğurmadan önce unlarımız muhakkak elekten geçirilmektedir.
-Devam Edecek-
/Çetin KOŞAR
[Köy İncelemesi, Samsun, 1984 ]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder