Hicabi AY Yazıyor.
Köylü kadınlar gerçekten çok fedakâr çok cefakârdılar. Değişen zaman galiba bu özellikleri de değiştirdi. Analarımız, ninelerimiz yaz kış hiç boş durmazlardı. Hele hala yaz aylarında doğru dürüst uyku uyumazlardı.
Ev işleri, eş ve çocukların işleri, ahır işleri ve Tarla tabak işlerinin arasında bir de kışa hazırlık yaparlardı. Adam boyu küplere (göveç) çeşit çeşit turşular, sirkeler hazırlarlardı. (domates, fasulye, hıyar, biber, patlıcan ve lahana turşuları ve acuk sirkeleri).
Sebze kuruturlardı; taze fasulyeleri, Kırmızı acı biberleri ipe dizerek evin duvarına asar güneşte kuruturlardı. Sonra biberleri el değirmeninde bir güzel öğütür torbalarda saklarlardı.
Meyve kuruturlardı; kara erik, kiren (kızılcık) elma, armut… Yaz kış hoşafını hastalıklara şifa, sofralara katık yapmak için.
Çeşitli meyvelerden pekmezler, Nardekler, ekşiler yaparlardı. (dut pekmezi, incir pekmezi, elma pekmezi ve üzüm pekmezi gibi... Erik ekşisi, acuk ekşisi gibi...).
Hereni denilen büyük kazanlarda bulgur kaynatırlardı. Değirmen taşlarında (el değirmeni) bunları çekerek (öğüterek) yemeklik haline getirirlerdi. Aynı taşlarla mısırı çekerek çorbalık haline getirirlerdi (çekmek tahıl tanelerini kırılarak yemek yapmaya müsait hale getirilmesi.)
Bunun yanında tütün dikmeleri bittikten sonra, tarlanın bir köşesine KARIK sırtlarına domates, biber, patlıcan gibi yazlık, Pırasa, karalahana, Beyaz Lahana (Kelem), karamancar, turp v.b.kışlık sebze fideleri dikerlerdi. Tütün hasatı bittikten sonra tütün köklerini temizleyerek bu sebzeleri ortaya çıkarırlardı.
Tüm bunların hepsi terkedilmiş değildir elbet. Ama eski heybeti ve şaşası nerede; öküz arabalarına sarılan 4-5 adet citin hepsini dolduracak kadar bol elma ağacı kaç ailede var şimdi. Hangi evin önünde "donk dunk" sesleriyle elmalar eziliyor, herenilerde kaynatılan bu dövülmüş elmaların suyu sıkılıp "nardek" yapılıyor.
Eskiden kıtlık vardı. İnsanlarımız maddeten fakirdi, yoksuldu. Buna rağmen o günlerde köyde hangi eve bir misafir gelse en azından yukarıda saydığımız malzemelerden mutlaka bir sofra kurulur. Misafir doyurulurdu. Uzaklardan gelip “ben Allah misafiriyim” deyip kapıyı çalan hiç tanımadığımız insanların o gece eve konuk edilip ağırlanması köyümüzün misafirperverliği konusunda ayrıca bahsedilmesi gereken bir konudur.
Yukarıda saydığımız kışlık gıdaların hazırlanışı bu günlerde arayıp ta bulamadığımız, kaybettiğimiz kültürlerimizdendir.
Son zamanlarda, ismini yeni duyduğumuz, çeşitli hastalıklar ortaya çıkmaktadır. Acaba bunun yiyeceklerimizin hazırlanması ve saklanmasıyla alakası var mı?
Eskiden yiyecek maddeleri, baca ya da ocak dediğimiz (zengin evlerinin şöminesine benzeyen) yerlerde yanan odun ateşinin üzerine kurulan üç bacaklı sacayakların üzerine konan dışı kara içi kalaylı küçük bakır kazanlarda (bazen de saplı olanları zincirle ateşin üzerine asılırdı.) odun ateşinde pişirilirdi. Yemeğin yağı daha sonra yağ tavası denilen başka bir tavada kızdırılır yemeğin üzerine dökülürdü. Bu işlem sırasında cozzz diye bir ses çıkar, o mis gibi yemek kokusu evin dışına kadar yayılırdı.
Şimdilerde yapılan yemeklerin tencereye önce yağı konuyor kızdırılıyor daha sonra pişirilecek gıda maddeleri üzerine ilave edilerek pişiriliyor. Bu pişirme esnasında sürekli ısınan yağlar mı acaba bu hastalıkların sebebi? Son zamanlarda artan hastalıklar nacizane beni böyle düşünmeye sevk ediyor.
Ne dersiniz Dostlar.
Saygı ve sevgilerimle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder