28 Haziran 2007 Perşembe

Ortaçağda Cadılar ve Kocakarı İlaçları




    
Mistik açıdan Zararlı büyü, sağaltma ve üretkenlik/bereket büyüsünün tersi olarak alınırsa, cadının karşısında da bilge kadın veya iyilik perisi yer alır. İkisi de büyülü güçlere ve gizemli/gizli bilgiye hükmedebilirler.

Cadı, kelimelerin ve işaretlerin gücüyle İnsanlara, hayvanlara ve bitkilere zarar verirken, bilge kadın bu gücü başkalarına yardım etmek için kullanır. Cadı kendi ihtiyacı için insanların yiyeceklerini (süt, tereyağı, tahıl vb.) ve yaşam (sağlık) güçlerini çalarken, iyilik perisi insanlara bunları hediye eder; cadının hasta ettiği insanları sağaltır; cadının afsunladığı insanları kutsayarak yaşama döndürür. İyilik perisi cadının kullandığı, onu var edeni büyü gücünü iyi tanır. Büyünün temel prensiplerine göre, bu sanal niyete göre yararlı olmak veya zarar vermek amaçlarıyla kullanılabilir. İki farklı kadın kimliği aynı gücün birbirine tamamen zıt kullanımlarını temsil ederler: yardım eder veya zarar verirler.

Prensiplere göre, büyü yoluyla gelen hastalıkları veya diğer zararlı büyüleri ancak büyüyü yapan cadı sağaltabilir veya kaldırabilir. Cadı tarafından insanlardan çalınan bir şeyi yine cadının kendisi geri verebilir. Bilge kadınlar, sağaltıcı (Hederin), falcı (VC'almagerin) ve kutsayıtı (Segnerin) olarak göz gönül-bağlama büyüsü, üretkenlik/bereket büyüsü yaparak musibeti defedebilirler.

Bilge kadınlar, kabiliyetlerine göre üç gruba ayrılır; birinci grup organik maddelerin etkilerini iyi tanır; bitkilerden, hayvanlardan ve insanların vücut parçalarından (tırnak, saç, kemik, kan vb.) yararlanır. Diğer grup, vaftizde, afsun duasında ve ruh çağırmaların düşüncelerin, kelimelerin, işaret ve mimiklerin gücünden yararlanır. Son grup falcılıkta uzmanlaşmıştır. Başkaları tarafından geçmişte yaşanmış, ancak görülmemiş olayları anlatabilme, gelecekte yaşanacak olayları önceden görebilme, okuyabilme yeteneğine sahiptir.

Sağaltma bilgesi-otacı kadınlar ya da iyilik perileri {ûkundige Frauen) birçok nedenden dolayı cadı olarak tanınmışlardır. Büyünün iki yönlü kullanımı, sağaltmak veya zehirlemekte kullanılan maddenin dozunun belirleyici olması, onları ince bir çizgi üzerinde yürümeye zorlamıştır. Yöntemleri ve pratikleri şeytan işi olarak yorumlanmıştır. Sağaltıcı —bilge— kadının tedavi etmeye çalıştığı insan ve hayvanları kurtaramaması, başarısız olması soru işaretlerini de beraberinde getirdiği için, cadılıkla suçlanması kaçınılmaz olmuştur. Şifalı bitkilerin dozunun dalgınlıkla yüksek verilmesi insanların ve hayvanların zehirlenmesine yol açarken, düşük doz şifa vermeye yetmez ve hasta ölür. Ortaçağın halk hekimliğinde hastanın sağalması veya ölmesi birbirine çok yakındır. Katolik kilisesi büyü kullanarak insanları ve hayvanları tedavi etmeyi günah saydığı için, bu günahı işleyenler büyücülük yapmak ve büyücü olmakla suçlanmışlardır.

Bu noktada ak büyü (ıveisse Mugie) ile kara büyüyü (schıvarze Magie) birbirinden ayırmakta zorluk çeken kilisenin tehlikeyi savuşturabilmek için toptancı bir yaklaşım içinde olduğunu söylemek pek mümkün değildir.  9. yüzyıldan itibaren Hıristiyanlığın büyüye bakışı, büyü zararlı olmadığı takdirde hoşgörülü olmuştur denebilir. Hatta kilisenin dönem dönem gösterdiği hoşgörü teologlar ve ruhban kesimi nezdinde tartışma yaratacak boyutlara ulaşmıştır. Kırsal kesimde insan ve hayvan sağlığından ve gündelik yaşama ilişkin birçok konudan halk hekimlerinin sorumlu olması, doğal olarak ak büyünün uygulanmasına zemin hazırlayarak, sağaltıcı bilgelerin varlığını da meşru kılmıştır. Bu meşruluk, ak büyü/kara büyü pratiklerinin son tahlilde aynı kaynaklardan beslenmeleri nedeniyle birbirlerine karıştırılmaları, giderek ayırt edilemez hale gelmeleri, daha da önemlisi Waldesçiler, Katharosçular ve Bogomiller gibi heretik grupların kâfirlikle suçlanmaları nedeniyle illegaliteye dönüşmüştür. Oldukça karmaşık olan bu sürecin gelişiminde Katolik kilisesinin tavrı, Reformasyon dönemine kadar pek net olmamakla birlikte, yine de gerektiği kadar müdahaleci olarak nitelendirilebilir. 15. yüzyılın ilk yarısında başlayan cadı takibinin, 16. yüzyılın ikinci yansından itibaren bir 'sürek avı'na dönüşmesi ve Hıristiyanlığın reforme edildiği bir dönemde, kontrolün kilisenin elinden sivil otoriteye geçmesi, aynı zamanda yararlı-zararlı tüm büyü pratiklerinin cadılık eylemi içinde eridiğine, tek ve amansız bir düşman olarak sadece cadı kimliğinde birleştirildiğine işaret etmektedir.

Büyüyle sağaltımın günah olması, sağaltım pratiklerinin önünde önemli bir engel oluşturmamıştır; bilakis ruhban sınıfına mensup taşra papazlarının ve gezici rahiplerin sağaltıcı bilgelerin yardımına sıklıkla başvurdukları bilinen bir gerçektir. Yine de, büyüyle uğraşan kadınlar mevcut önyargılar nedeniyle- erkeklere göre daha sıkı kovuşturulmuşlardır. Bildikleri sağaltma yöntemleri 'kocakarı yöntemleri' olarak nitelenmiş ve cadılık yapmakla eşdeğer, kriminal bir suç olarak görülmüştür. Bu "öğüt vericiler (Ratgeberirmen) kilise tarafından, 'yaşlı orospu', 'deli karı’  ya da tümüyle  'sahtekârlar' veya  'cadılar' olarak kabul edilmiştir. Eğitimli doktorlar erken yeniçağda sadece büyük kentlerde ve saraylarda çalışmaktaydı; küçük şehirler, kasabalar ve tüm kırsal kesim insanları ve hayvanları tamamıyla büyü yoluyla sağaltmaya çalışan halk hekimlerine kalmıştı. Hekimlik bilgilerini insanların ve hayvanların anatomileri ve vücut fonksiyonlarından tecrübe ile öğrenmiş bu gruba hamamcılar, cellâtlar, mezarcılar ve çobanlar da dâhildir.

Günümüzdeki yaygın inanışın aksine, özellikle de 15. yüzyıla kadar cadılık suçlamasıyla yargılanan kadınların çoğunluğunu 'bilge' kadınlar oluşturmamaktadır. Yaşadıkları bölgelerde cadılar 'bilge" kadınlar olarak değil, bilakis "kötü" kadınlar olarak tanınmışlardır. Bilge kadınlar cadıların karşı kutbunda kimi zaman bilerek ve isteyerek yer almışlardır. Bilge kadınlar, kendilerinin de büyü çözücü yetenekleri olması nedeniyle, cadı inanışından ve cadı korkusundan zaman zaman kârlı çıkmışlardır. Bilge kadınların varlığını çoğu zaman zararlı bulan kilise, onları da cadı kimliğinin bir parçası olarak görse de, konumlarının çok önemli olmadığımı bilincindedir. Bu hoşgörü, bazı istisnalar dışında, 'Cadı Avı Çağı'na kadar süregelmiştir.

Kaynak: Ortaçağ Avrupa'sında Cadılar ve Cadı Avı (Dost Yayınevi )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder