13 Haziran 2007 Çarşamba

Şehirdeki Köylü





/Mustafa Kutlu
Şehirleri köylerden ayıran en mühim unsur Avrupaî mânada tarım ile sanayi olsa gerektir. Sanayi öncesi şehirler bahs-i diğer. Konu bize intikal edince mesele çetrefil hale geliyor. Çünkü bizde Avrupaî mânada bir sanayileşme yok.

Bizim eski şehirlerimiz bundan elli altmış yıl öncesine kadar tarımdan ve tabiattan kopuk değildi. Dolayısıyla köylü ile şehirli arasında aslî bir farktan bahsetmek zordu.

Bu belki modernleşme tarihimizin getirdiği alafranga-alaturka ayrımı ile bir nebze izah edilebilir. Yani şehirlerde oturanların (en azından bir kısmının) alafranga yaşam tarzına sahip oldukları, bu sebeple hâkim kültür - hâkim sermayenin desteği ile “şehirlilik” bayrağını taşıdıkları söylenebilir. Köylerde “alafranga” yaşantının izine rastlamak zordur.

Günümüze gelirsek. Köylü, evet şu veya bu sebeple göçe zorlanmış, şehre inmiş, köylü nüfusumuzun yüzde otuzların altında kalmıştır.

Bir gazete başyazarı AKP iktidarının “Son köylü iktidarı” olduğunu iddia etti. Yersiz, yanlış, tutarsız bir iddia. Günümüzde ülkenin ücra köşeleri bir yana artık şehirle köy arasındaki uçurum neredeyse kapanmıştır. Köy yollarının çoğu asfalttır. Haberleşme imkânları şehirlerdeki gibidir. Modern teknolojinin âletleri (Traktör, biçer-döver, TV., buzdolabı, cep telefonu, suni gübre, hatta bilgisayar, internet-cafe) küçük kasabalara, boşalmamış köylere yerleşmiştir.

Okuma-yazma oranı yüzde doksanları aşmıştır. Artık Ağrı, Kelkit, Şefaatli kırsalında çobanlık yapan köylü çocuklarının tişörtlerinde “Boss” yazıyor. Bunların ebeveynleri bir gün Berlin'de, ertesi gün Stockholm'de bulunuyor.

Şehre inen köylü ise ancak “arabesk” kültürünü benimser. Meselâ İstanbul artık gelen nüfusu massedememekte, kendisi koca bir köy olmak üzeredir. Kenar semtlerde pek çok insan geldiği günden bu yana deniz görmemiş, sinemaya - tiyatroya - konsere - konferansa - sergiye gitmemiştir.

Zaten bütün bunlar tuzu kuru adamların harcıdır. Onun şehre inmesi pastadan pay almak, geçinmek, çoluk - çocuğuna sağlam bir istikbal sağlamak içindir.

Bu hükumetin bütün gayretlerine rağmen şehirdeki köylü hâlâ köylüdür ve yoksulluk sınırı altında yaşamaktadır. Yüzde otuzun üzerine bir yüzde otuz daha koyun, tablo tamamlanır. Onlar desteği hemşeri derneklerinde, cemaat yapılarında, aile ilişkilerinde bulmakta; mümkün ise köyle ilişkilerini kesmemektedir.

Bunu anlamak için Otogar'a, Haydarpaşa İstasyonu'na gidin. Anadolu'dan gelen bir otobüsün bagajından çıkan kolilere, bidonlara bakın. Yağ, peynir, un, bulgur, kurutulmuş sebze-meyve ve benzeri yiyecekler köyde kalan akrabalardan gelmektedir. Buradan ve Avrupa'dan köyde kalanlara para gitmektedir.

Şehirlerin yapısında “bir dönüştürme” yaşanıyor ama bu tabiatı gereği çok yavaş ilerliyor. Elli yıl sonra nasıl bir şehir ve şehirli ile karşılaşacağımızı tahmin etmek çok zor. Türkiye modernleştikçe dindarlık artıyor, bu da ezber bozan bir oluşumdur.

Belki de asrın başında ileri sürülen şu tez gerçekleşiyor: “Batı'nın ilim ve tekniği; İslâm'ın ahlak ve fazileti”. Ben burada tezin zaafına değineceğim. Halkımız (köylümüz) tarafından rahatlıkla benimsenen modern teknoloji asıl dönüşümü gerçekleştiriyor.

Mutfak robotunun girdiği bir mutfakta artık tahta kaşık sözü edilemez belki, ama yine de alafranga tuvalet kullanımının alanı tamamen ele geçirdiğini ileri süremeyiz.

Modern binalar inşa edebiliriz, lakin onu kullanacak olan şehirdeki köylü tuvaletin kıbleye dönük olmasını kabul edemez.

Bu çerçeveden bakılınca AKP (Bütün değişim-dönüşüm söylemine karşın) alaturka kesimin iktidarıdır. Bu iktidar partiler değişse de uzun süre devam edecek. Çünkü kültür birikimimiz, inanç ve geleneklerimiz alafranga yaşam tarzına direniyor. Hadi yumuşatalım: Pantolon - ceket giyiniyor ama, başını örtüyor. Buna “muhafazakârlık” diyebilir miyiz?

“Biz bize benzeriz” sözünü yabana atmayın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder