22 Mart 2008 Cumartesi

Cefakar dost




Attan çok daha akıllı, ama kişiliği olduğu için inatçı... Sürüler halinde yaşıyor, ama hiyerarşi tanımıyor. Ataları çölden geldiği için çetin koşullara olağanüstü dayanıklı, ama çabuk hastalanıyor. İnsanoğluna, araba çekmeden asker taşımaya, tarla işlerine kadar çok çeşitli alanlarda hizmet veriyor, ama yine de yaranamıyor ve "aptal" yerine konuyor. Kızdığı zaman çifte atıyor, buna rağmen çocukların bir numaralı sevgilisi ve eğlencelerin vazgeçilmez konuğu... Kısacası eşek, her davranışıyla, her efsanesiyle, her özelliğiyle sıra dışı bir canlı...

O, bugün üstüne en çok öykü anlatılan, adına "eşeklik" denilen evrensel kavramı üreten, "eşek şakası", "eşek sıpası", "eşek sudan gelinceye kadar" "eşeğe ters binmek" gibi sayısız halk deyimine konu olan bir hayvan... Zaten terslik, daha kökeninde ortaya çıkıyor. "Equus asinus", yani evcilleştirilmiş eşek, adındaki gibi Asya değil Afrika kökenli... Çok eski ataları Nübye ve Somali eşekleri... Bazı tarihi freskler, bir üçüncü türün varlığını ortaya koyuyor: "Equus africanus atlanticus"... Ama, Kuzey Afrika kökenli olan bu eşek türünün, zamanında Romalılar tarafından çokça kullanıldığı ve soyunun tümüyle tükendiği belirtiliyor.

Günümüzün Avrupa dillerindeki kullanım biçimleri Yunanca'daki "onos" ile Latince'deki "asinus" kelimelerinden türetilmiş. Arkeologlar, M.Ö. 4000 yıllarında ilk kez Mısırlılar'ın eşeği evcilleştirmeyi başardığını söylüyorlar. Ama atalarımızın, eşekleri önce eti için avladıkları ileri sürülüyor. O tarihlerde eşekler, Nil kıyılarında çok büyük sürüler halinde, yabani olarak dolaşıyorlardı. Amerika kıtasında yaşayan yabani eşeklerin ise, bundan tam 10.000 yıl önce tamamen yok oldukları sanılıyor. Bilim adamları, bu yok oluş konusunda farklı düşünüyorlar. Kimileri insan katliamını, kimileri ise iklim koşullarını ön plana çıkarıyorlar. Amerika kıtası, eşeklerle Kristof Kolomb sayesinde, 1492 yılında yeniden tanıştı.

İnsanoğlu eşeğe her zaman farklı iki gözlükten baktı. Ama her zaman, yakın akrabaları at ve zebraya oranla daha az ilgi gösterdi. Ünlü Fransız araştırmacı Buffon'un deyişiyle "insanoğlunun en büyük keşiflerinden biri" olan eşeği, doğanın ürettiği biçimiyle kabullendi; bazen de görmek istediği biçime soktu. Sonuçta, insan ile eşeğin çok eskilere dayanan beraberliği, coğrafyaya, zamanın koşullarına ve ihtiyaca göre farklılıklar gösterdi. Hayvanın evcilleştirilmesi, önce göçebe, ardından da yerleşik toplumların pratik gereksinmelerine göre biçimlendi. Bu süreçte insanoğlu, hayvana karşı hiç de iyi niyetle yaklaşmadı. Onu her zaman boyun eğmeye zorladı. Belki de hiç istemediği ve hak etmediği üretim melezliklerine mahkûm etti. Ünlü Fransız yazar La Fontaine, eşeğin inatçılığını bu zulme karşı bir direniş olarak yorumluyor.

Evcilleştirilmiş eşeğin, M.Ö. 2000 yıllarında, Etrüskler tarafından Akdeniz üstünden Avrupa’ya getirildiği tahmin ediliyor. Eski Yunanlılar ve Romalılar, bu hayvandan hem tarımsal faaliyetlerde hem de savaşlarda yararlanıyorlardı. Ünlü filozof Aristoteles, eşeklerden nasıl yararlanılacağı konusunda değerli öğütlerde bulunmuştu. Nitekim bu hayvanın evcilleştirilmesine ve çiftliklerde yetiştirilmesine Aristoteles'in öğütleri öncülük etmişti. Ünlü bir Romalı tarihçi Plutarkhos, eserlerinde Büyük İskender'in ordusundaki sayısız katır ve eşekten söz ediyor. Bu hayvanlar, dev seferlere çıkan ordunun silah ve yiyeceklerini taşıyorlardı. Roma imparatoru Neron'un eşi İmparatoriçe Poppe ise, farklı bir nedenle tam 500 dişi eşek besliyordu: Her gün, bu hayvanların sütüyle banyo yapıyordu. Ancak eşek sütü, sadece güzellik banyosu için kullanılmıyordu. Protein ve şeker açısından inek sütünden daha zengin olan eşek sütü, zayıf çocuklara ve hastalara da içiriliyordu.

Tektoynaklılar ailesinden gelen hayvanlar, doğal ortamda birbirleriyle çiftleşip, yeni türlerin doğmasına neden oluyorlar. Bu türler kısır, ama güçlü canlılar... Eşek ile atın birleşmesinden doğan katır, bu durumun en somut örneği. Bu melezlemede amaç, canlıya atın gücünü ve hızını, eşeğin de dayanıklılığını ve sağlamlığını vermek... 16. yüzyılda Orta ve Latin Amerika'yı baştan aşağı dolaşan İspanyol kâşifleri, özellikle And Dağları'nı aşarken katırlardan yararlandılar. Eşek ile kısrağın birleşmesinden doğan katırlara yük taşıtırken, dişi eşek ile atın birleşmesinden doğan katırları da kortejin önüne yol bulmaları için koydular.



İtalyan ressam Giatto'nun freskinde, çocuk İsa eşek sırtında Mısır'a kaçıyor.


Aynı aileden gelmelerine karşın, eşek ile at arasında önemli fizyolojik farklılar bulunuyor. Eşeğin uzun kulakları çok daha hareketli ve bu nedenle de, hayvan çok daha gelişmiş bir duyma yeteneğine sahip. Alnı ise attan daha geniş... Bu alın yapısı, hayvanın iki gözüne de 70 derecelik bir açıyla görme kapasitesi sağlıyor. Böylece birçok hayvandan farklı olarak, eşeğin gözlerinin ölü noktası çok küçük... Eşeğin patikalarda yürürken yere sağlam basmasının nedeni de bu... Hayvan, başı öne doğru bir konumdayken, boynunu çevirmeden, arkasında kalan bir metrekarelik alanı rahatlıkla görebiliyor. Eşeklerin sürekli gelişen tırnakları ve dişleri, ata oranla çok daha sert... Hayvanın dış yapısı 5 yılda tamamlanıyor. Erkekler 40, dişiler 36 dişe sahip...

Eşek çöl kökenli bir hayvan olduğu için, günün sıcak saatlerinde değil, geceleri terliyor. Terleme yoluyla, ağırlığının yüzde 35'ini kaybedip, yine su içerek ağırlığının yüzde 20'sini 5 dakikada yeni-den kazanırken, en küçük bir patolojik sorun yaşamıyor. Bu metabolizmayı, atlardan farklı olan tiroit bezleriyle dengeliyor. Ağırlığının yüzde 10'unu terleyerek yitiren bir eşek, önce karnını doyuruyor. Ağırlık yitimi yüzde 17'yi geçtiğinde ise, işe su içerek başlıyor ve daha sonra karnını doyuruyor.

Eşek, sadece bu özelliğiyle çetin koşulların hayvanı değil. Bağırsak yapısı da ona önemli avantajlar sağlıyor. Atın bağırsağına oranla daha geniş, ama daha kısa olan bağırsağı sayesinde, atın sindiremediği, zengin olmayan besin maddeleriyle yetinebiliyor. Günlük beslenmesinde, hayvanın yaşı, cinsiyeti, mevsim ve harcadığı güç göz önüne alınıyor. 170 kilogram ağırlığında bir eşeğin, normal koşullarda, günde 2-3 kilogram saman tüketmesi gerekiyor.

Dişi eşekler 3, erkekler ise 4 yılda çiftleşecek konuma geliyorlar. Bu dönemde erkekler çok farklı bir kimlik gösteriyorlar. O sakin ve sessiz hayvan gidiyor, yerine sürekli hareket eden, gerektiğinde saldırganlaşan bir yaratık geliyor. Aynı günlerde erkeklerin idrar tüketimi de artıyor. Kendi egemenlik bölgesinin hemen her noktasına damgasını vurmak için sürekli idrarını yapıyor ya da sürtünerek kokusunu bırakmaya çalışıyor. Amacı, gözüne kestirdiği dişilere başka rakiplerin göz koymasını önlemek... Çiftleşme sırasında, erkekler dişilerin ensesini ısırıyorlar. Eşek uzun dişlere sahip olduğu için, bu eylem öldürücü olmasa da, dişide ciddi yaralanmalara yol açabiliyor. Bu sıcak tarihlerde, bir dişi birden fazla erkek tarafından döllenme riski taşıyor. Ne var ki, erişkinliğe ulaşmamış erkekler, dölleme kapasitesine sahip olmakla birlikte, spermleri gebeliği oluşturacak kadar güçlü değil. Dişi eşeğin gebeliği 11-14 ay sürüyor. Doğumdan önceki 4-5 gün ana eşek için zor geçiyor. Bu günlerde ateşi yükseliyor ve büyük acılar çekiyor. Doğumdan 3 hafta sonra dişi eşek yeniden gebe kalabilecek bir duruma geliyor.

Eşeklerin çok ilginç bir aile yaşamı ve toplumsal ilişkileri var. Amerikalı hayvanbilimci Suzanne Woodward, iki yıl boyunca Arizona'da eskiden yabani olan 30 eşeği incelemiş. Bu hayvanlarda grup duygusunu, dişilerin oluşturup koruduğunu ileri sürüyor. Sıpalar uzun bir süre annelerinin yanından ayrılmıyorlar. Grubun hareketlerini ve göçlerini en yaşlı dişi yönlendiriyor. Gençler, grubun diğer dişileri tarafından eğitiliyorlar. 4 yaşına geldiklerinde grubu terk edip, kendi gruplarını oluşturmaya başlıyorlar.

Erkek eşeklerin bir haremi yok. Tam tersine, bir dişi 17 erkekle birlikte olabiliyor. Erkek eşekler, diğer erkeklere yasak olan kendi bölgeleri içinde tek başına yaşıyorlar. Bir erkek eşeğin egemenlik alanı 3 kilometrekareden 70 kilometrekareye kadar değişebiliyor. Egemenlik alanları konusunda çok titizler. Bu nedenle sık sık kavgalar yaşanıyor ve eğer eşeklerden biri pes edip kaçmazsa, kavga çoğu zaman ölümle sonuçlanıyor.

Arka arkaya sıralanan yüksek notalar zincirinden oluşan eşek anırmasının çok önemli bir toplumsal işlevi var. Eşek, anırarak sahibine aç olduğunu anımsatıyor. Ayrıca anırma, çiftleşme döneminin karşılıklı iletişim aracı... Aşık eşeklerin serenadı gece gündüz demeden günlerce sürebiliyor. Hayvanların bağırmaları 15 kilometrekarelik bir alana yayılıyor. Ancak anırma, sadece bencil istekleri yansıtmıyor. Eşekler de, tıpkı köpekler gibi yabancı bir kişi gördüklerinde anırmaya başlıyorlar. Ne var ki, bu olay çoğu zaman tam anlamıyla bir şamataya dönüşüyor. Çünkü, bir eşek anırdığı zaman, çevresindeki tüm hemcinsleri ona cevap vermeye başlıyorlar ve ortaya korkunç bir gürültü çıkıyor. Eşeğin anırmasını durdurmak için ağzını bastırmak yeterli. Ama bunu hemen yapmanız gerekiyor. Geç kaldığınız takdirde, en az 20 saniye sürecek bu detone konsere katlanmak zorunda kalırsınız. Eşeklerin anırmasını önlemek için, özellikle Kuzey Afrika ülkelerinde hayvanların burun deliklerini çizmek gibi bir yöntem kullanılıyor. Çünkü eşeklerin, anırmak için burun deliklerini kapamaları ve ağızlarıyla sesli bir biçimde solumaları gerekiyor. Burun delikleri çizildiği takdirde, bunlar kapanmayacağından anırma ortaya çıkmıyor. Bu yöntem, Birinci Dünya Savaşı sırasında, düşman, birçok gece harekâtını duymasın diye, ordudaki eşekler için de uygulanmıştı.

Eşeklerin anırmasıyla ilgili tarihsel bir öykü de var... Herodotos'un aktardığına göre, Darius'un Pers ordusunun içinde atlı İskit askerleri de bulunuyordu. Bu atlar, Yunanistan'da ilk kez bazı eşeklerle karşılaşıp, onların anırmasını duyunca paniğe kapılmış ve üstündeki askerleri atarak dört bir yana dağılmıştı. Mitolojide de ünlü Dionysos'u Devler'in saldırısına karşı uyaran iki eşeğin bağırtıları değil miydi?

İrfan UNUTMAZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder