Popülist Bir Bakış Açısı: Memduh Şevket Esendal
Memduh Şevket Esendal erken dönem Cumhuriyet edebiyatının en ilginç şahsiyetlerinden biridir. Sadece köy temaları üzerine eser vermeyen Esendal, Yakup Kadri ve Sabahattin Ali’den bile önce bu konulara değinmiştir; gerçi hikâyelerinin çoğu yazıldıktan uzunca bir süre sonra yayımlanmıştır. Esendal’ın köylülere duyduğu ilgi, sıradan insanları edebiyata yansıtma çabasının bir parçasıdır. Sabahattin Ali gibi Memduh Şevket Esendal da erken Cumhuriyet dönemi “köycü” aydınlarının aksine, köy hayatına, köylülere ilişkin gerçekçi olmayan, idealleştirilmiş, romantik betimlemelerden kaçınmıştır.
1883’te Çorlu’da doğan Memduh Şevket Esendal Balkanlar’dan gelen göçmen bir ailenin oğludur. Ailesinin içinde bulunduğu malî sıkıntılara, zorlu savaş yılları eklenince Esendal eğitimini yarıda kesmek zorunda kalır. Dolayısıyla, kendi kendini eğitmiş bir kişidir Esendal. 1906’da genç yaşta o zamanlar gizli bir örgüt olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye olur.66
Örgütte müfettişlik görevinde olduğu için 1908 Jön Türk Devrimi’nden sonra bütün ülkeyi gezip görme fırsatı bulur; böylece Anadolu insanıyla, Anadolu’nun gerçeklikleriyle tanışır. Bu sırada, ailesi geçimini tarımdan sağlamaktadır. Birinci Dünya Savaşı sırasında koşullar git gide ağırlaşınca ailesi bütün topraklarını kaybeder. Kurtuluş Savaşı’nın en başarılı günlerinde Ankara’daki yeni rejimin ilk büyükelçisi olarak Azerbaycan’da görev yapar. Türkiye’ye geri döndükten sonra, 1925’te eski İttihatçı arkadaşlarıyla birlikte haftalık Meslek gazetesini çıkarır. Bu gazeteyi çıkarması iktidarda olan Cumhuriyet Halk Partisi’nce hoş karşılanmaz. Sorun, gazetenin savunduğu ideolojiden çok, dergiyi çıkaranların siyasî kimlikleridir: Yeni rejimin iktidardaki seçkinlerinin rakipleri olan eski İttihatçılar olmasıdır. Esendal ilk hikâyelerini Meslek’te yayımlar. Gazete meslek grupları etrafında örgütlenmiş, meslek gruplarınca yönetilen bir toplum tahayyülünü savunan korporatist anlayışın propagandasını yapar. 1926’da Atatürk’e suikast girişiminin ardından rejime, bütün muhaliflerini susturup tasfiye etme fırsatı doğunca Esendal da büyükelçi olarak tekrar yurtdışına gönderilir. İttihatçıların çekirdek kadrosundan olmayışı, yeni rejimle işbirliği yapmaya istekli oluşu, belki de daha büyük bir ceza almasını engeller.
TBMM’nde milletvekilliği görevini üstlendiği iki yıllık (1930-32) dönem dışında 1938’e dek hayatını İran’da, Sovyetler Birliği’nde ve Afganistan’da geçirir Esendal. Yurtdışında kaldığı süre boyunca Farsça, Fransızca ve Rusça öğrenir, yabancı ülkelerin edebiyatlarıyla tanışır, hikâyeler yazmaya devam eder. 1938’de ülkeye döndükten sonra yeniden milletvekili seçilir; 1941-1945 yılları arasında yürüttüğü CHP Genel Sekreterliği görevi ise siyasî kariyerinin doruk noktası olur. 1945 yılında dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu’yla toprak reformu konusundaki görüşleri ayrı düşünce istifa etmek zorunda kalır.67
İstifasından 1952 yılındaki ölümüne dek geçen süre içerisinde kendini edebiyat çalışmalarına verir; hikâye yazarı olarak ün salması da bu döneme denk düşer. Edebiyatta bu geç gelen ünün nedeni, tanınmış bir siyasetçi ve diplomat olması nedeniyle hikâyelerini hep takma adlarla yayımlamasıdır belki de. Edebî kişiliğiyle siyasîkimliğini birbirinden ayrı tutmayı yeğlemiştir hep. Esendal’ın hayatının büyük bölümü realpolitik’in kuru, günlük, sıkıcı alanına sıkışıp kalsa da o bir ütopyacıdır. Ütopyasına bir tarım medeniyetini kastederek “yatay medeniyet” adını verir. Ütopyasının antitezi “dikey medeniyet”, dediği “sanayi medeniyeti”dir. Şevket Süreyya Aydemir’in deyimiyle Esendal “sanayinin ve sanayi medeniyetinin düşmanı”dır.68
Esendal’ın duruşu, düpedüz 1930’lu yılların köycü bakış açısını hatırlatır. Tarım medeniyetine olan inancı öyle kuvvetlidir ki, ona göre bir sanatçının en önemli görevi tarım medeniyetini kabul etmek, savunmak ve bu fikri yaymaktır. Ölümünden önce kendisiyle yapılan bir röportajda da açıkça belirttiği gibi:
“Amudi medeniyet” yoktur beyefendi, ayakta duramaz, yaşayamaz....Bugün, gördüğünüz şeyler var ya, şu atomlar falan, yeni silahlar, icatlar ve siyasi krizler, buhranlar, bunların hepsi “amudi medeniyet” in çökmekte olduğunun delilidir. Ben, ergeç “ufki medeniyetin,” yani “toprak medeniyetinin” galabe çalacağına inanıyorum. İnsanların huzurunu, milletlerin istikrarlı bir hayata kavuşmasını, “toprak medeniyeti”nde görüyorum. Bu işi Hükümetler yapamaz. Bu sanatkarın işidir. Bu fikri, çok taraflı işleyip, geliştirerek, olgunlaştırarak cemaatin önüne düşecek, “toprak medeniyeti” fikrine cemaati ısındıracak, bu fikri benimsetecek adam, sanatkardır.69
Esendal’ın hikâyelerinin, özlemini duyduğu toplumu, medeniyeti ne ölçüde yansıttığı merak konusudur. Tarım medeniyeti ütopyasını örnekleyen bir toplum tahayyülünü yansıttığı “Yurda Dönüş” adlı hikâyesi dışında ütopyalarıyla ilgili konulardan pek söz etmez. Ona göre iki tür sanatçı vardır: liderlik edenler ve takip edenler. Liderlik edenler toplumlarının hep bir adım ötesinde düşünüp hareket ederler, milletin önüne yeni hedefler koyup yeni fikirler üretirler, yeni ufuklar çizerler; böyle sanatçılara toplumda ender rastlanır. Esendal’ın bu tür sanatçılara büyük bir saygısı vardır; ancak kendisini bu ayrıcalıklı sınıf içerisine yerleştirmez, kendisinin ikinci grupta yer aldığını söyler: Bu sanatçılar, geleceğin değerlerine ilham kaynağı olmaktansa toplumun, toplumsal ilişkilerin var olan durumunu yansıtarak toplumu sadece algılamakla, takip etmekle yetinirler.70
Bu nedenle olsa gerek Esendal’ın edebiyat eserlerinde neden “tarım medeniyeti”nin savunuculuğunu yapmayıp sadece yaşadıklarını, tanıklıklarını yansıttığını anlamak mümkün olur. Esendal’ın eserleri günlük yaşamın, “küçük insanlar”ın mücadelelerinin yansımalarıdır. Karakterleri ne kahramanlık ederler, ne de eğlendiricidirler; karmaşık, kozmopolit de değildirler. Alçakgönüllü, düz, sıradan, “küçük” sorunları için endişelenen “küçük” insanlardır.71
Bu tür bir seçim, belki de, Esendal’ın kişiliğiyle ilgilidir. Döneminin en alçakgönüllü siyasetçilerinden, aydınlarından biri olarak bilinir. Aşırı olan her şeyi reddetmesi dikkatini “küçük insanlar” üzerinde yoğunlaştırmasını etkilemiş olsa gerek. Çocuklarına da her zaman alçak gönüllü olmalarını, hayattaki maddî çıkarlarla ilgilenmemelerini öğütlemiştir. 72
1920’de Azerbaycan’a büyükelçi olarak atanması da Esendal’ın kişiliğiyle ilgilidir. Azerbaycanlılar bu görev için “halk”tan gelen, “alçakgönüllü” bir kişi isteyince akla ilk gelen Esendal olur. Böyle bir kıstasla bu göreve seçilişini hep bir onur kaynağı olarak anmıştır.73
Esendal’ın edebiyat eserlerinde göze çarpan en önemli özellik kullandığı yalın, süssüz dildir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde yazdığı eserlerde bile çağdaşı yazarların diliyle karşılaştırdığımızda son derece yalın, açık ve doğrudan bir dil kullanmıştır. Bu bakımdan 1930’lu yıllarda devletin ön ayak olduğu dilde sadeleşmeyi hedefleyen hareketin de öncüllerindendir diyebiliriz Esendal için. Bir açıdan bakıldığında, Esendal’ın daha pragmatik kaygıları da vardır. Sıradan okurların da kendi eserlerini anlamasını ister. Ancak başka bir açıdan da, bu yaklaşımı daha felsefî bir düzlemde algılanabilir. Edebiyat eleştirmeni Tahir Alangu’ya göre, Esendal’ın yalın, doğrudan bir dil kullanmayı tercih edişi 1900’lü yılların başından itibaren Türk aydınları arasında yerleşmeye başlayan popülist, Halka Doğru eğilimiyle ilgilidir.74
Esendal’a göre, yalın bir dil kullanmak daha çok halkçı olmak, daha az seçkinci olmak anlamına gelir. Bu tavrıyla seçkinciliğe gizli bir eleştiri de yöneltir. Bir röportajında köylülerin nasıl konuştuğunu incelersek, karmaşık, süzgeçten geçirilmiş, üst düzey bir dil yerine yalın, doğrudan bir dille iletişim kurduklarını görebileceğimizi söyler.75
Köylülerin konuşma tarzlarını yazıda kendine tarz olarak benimsemesi bir köylü kültü yarattığı anlamına gelmez; çünkü Esendal kategorik olarak, kült haline getirilen her şeyi reddeder. Esendal’ın hikâyelerinde bürokratlarla hükümet yetkilileri sıradan insanlara sorun yarattıkları için sık sık eleştirilir. Bürokratlarla hükümet yetkilileri köylülerin hayatına müdahale eden, dışarıdan insanlardır. Bunun da ötesinde devletin bürokratik yapısı Esendal’ın Meslek gazetesinde propagandasını yaptığı korporatist görüşlerinin antitezidir. Esendal, meslek gruplarının sıkı bir biçimde katıldığı bir siyasî hayat hayal etmektedir.76
Böylesi bir siyasî yapı, sistemi daha katılımcı kılacak, hükümet yetkilileri gibi asalak öğelerin sayısını da önemli ölçüde azaltacaktır.77
Memurların eleştirisi Esendal’ın hikâyelerinde sık sık tekrarlanan konulardandır. Sözgelimi, “Köye Düşmüş” adlı hikâyesinde bir süre köyde yaşamak zorunda kalan eski bir hükümet yetkilisi, aydını anlatır. Köylülerle köyden nefret ettiği için tek derdi bir an önce oradan kurtulmaktır.78
Hükümet yetkililerini eleştirdiği hikâyelerinin güzel bir örneği olan “Müdürün Züğürdü” adlı hikâyede Esendal nüfuz sahibi yerel bir ağanın da desteğini arkasına alarak zavallı köylülerden zorla para toplayan bir memurun yozlaşmış ilişkilerini anlatır. 79
“İane” adlı hikâyede de yetkililerin iktidarlarını kötüye kullanmaları teması işlenir. 80 Aynı şekilde, “İşin Bitti” adlı hikâyesinde, bir köy muhtarından kasabaya gelmesi istenir, muhtar kasabaya yürüyerek ancak saatler sonra varabilir. Kasabaya vardığında kendisini çağıran yetkililer, hiçbir sebep göstermeksizin muhtarı saatlerce bekletirler. Sonunda, köylerindeki bir kişinin hayatta olup olmadığını sorarlar. Sırf bu basit soruya yanıt almak için toprağında çalışarak geçireceği bir günlük zamanı ondan çalarak, köy muhtarına kelimenin tam anlamıyla işkence çektirirler. 81Hükümet yetkililerinin bu tavırları köylülerin devlete güvenmemesine, sonuçta mahkemeye başvurmak yerine adaleti kendi yollarından aramalarına, sözgelimi Esendal’ın “Keleş” ve “Dursun Hacı” adlı hikâyelerinde de anlatıldığı gibi, çoğu zaman düşmanlarını öldürmelerine yol açmaktadır.82
Sabahattin Ali’nin eserlerinde olduğu gibi Esendal’ın eserlerinde de köyde hem ekonomik, hem de siyasî açıdan güçlü olan jandarmalara, ağalara karşı eleştirel bir tavır vardır.83
Ancak Sabahattin Ali’nin kıyasıya, sert eleştirileriyle karşılaştırıldığında geleneksel olarak köylülerin başında gerçekten bir bela olan ağalarla, jandarmalara karşı sert olmayan tutumunun nedeni Esendal’ın kişiliğinde, edebiyat üslûbunda, siyasî ideolojisinde gizlidir. Her şeyden önce, Esendal’ın insanlarla sürtüşmek yerine onlarla uzlaşmayı, onları anlamayı yeğleyen alçakgönüllü, bütün hayatı boyunca her türlü aşırılıktan uzak durmuş bir kişiliği vardır. İnsanlar arasında ümit tohumlarını yeşertebilmek için sanatçılar hep iyimser olmalıdır ona göre. Bir röportajında belirttiği gibi, “Ben, insanlara yaşamak için ümit, kuvvet ve neşe veren yazılardan hoşlanırım.”84
“Eşek” adlı hikâyesi Esendal’ın bu tavrına güzel bir örnektir. Hikâyede köylünün biri eşeğini kaybedince dünyanın ne kadar sefil bir yer olduğunu düşünmeye başlar. Daha sonra eşeğini bulur, bütün karamsar duyguları, düşünceleri bir anda iyimser bir havaya bürünür.85
Esendal’ın bu yumuşakbaşlı tavrının bir başka nedeni de siyasî ideolojisidir. O, ilerleme fikrine gönülden bağlıdır, dolayısıyla insan doğasının içkin bir biçimde iyi olduğuna dair naif Aydınlanma inancına da sonsuz bir adanmışlığı vardır. Böylesi inançlarla, fikirlere İttihat ve Terakki Cemiyeti’ndeki seçkin bir topluluğun dünyayı değiştirebileceğine, halka neyin iyi, neyin kötü olduğunu öğretebileceğine dair deneyimlerinden kalma bir inanç eklenince, sonuçta ortaya sarsılmaz bir iyimserlik çıkar.
Esendal’ın köy hayatına bakışı da Sabahattin Ali’ninki kadar sert eleştirilerle yüklü değildir. Köylülerin yoksulluğunu, yaşadıkları sefil koşulları, içinden çıkılmaz sorunlarını gözler önüne serse de,86 toplumsal eleştiriler yöneltmekten bilinçli olarak kaçınır. Bu bakımdan Sabahattin Ali kadar toplumsal ve siyasî açıdan koşullandığını söyleyemeyiz. Bu durum, belki de toplumda uyuma öncelik veren korporatist dünya görüşünden, her türlü aşırılığa karşı duyduğu nefretten kaynaklanmaktadır. Sabahattin Ali’nin aksine, Esendal toplumun uyumlu toplumsal gruplardan, sınıflardan oluştuğuna; yetkililerin yozlaşmasının, ellerindeki gücü kötüye kullanmalarının önlenmesi halinde toplumsal barışın sağlanabileceğine inanır. Toplumsal gruplar, sınıflar arasındaki farklılıkları göz ardı eden Esendal, bütün sorunlar için günah keçisi olarak hükümet yetkililerini, devlet memurlarını görür; bunun için de devlet ve parti aygıtını iyileştirmeyi kendine görev sayar. 1940’lı yılların ilk yarısında iktidardaki Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Sekreteri’yken de bu amacını samimiyetle gerçekleştirmeye çalışır.
Sonuç Burada incelenen üç edebi şahsiyetin 1930’lu yıllarda Türk aydınlarını etkilemeye başlayan köycü akımın ne ölçüde etkisinde kaldıklarını belirlemek güç. Ancak, bu üç şahsiyetin yukarıda değerlendirdiğimiz edebî eserlerinin Cumhuriyet Türkiyesi’nin entelektüel dünyasında köycü akımın gelişmesinde büyük etkisi olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Sözgelimi birçok insan, Türk aydınları arasında köylüye, köyün sorunlarına karşı bir ilginin uyanışında Yakup Kadri’nin Yaban adlı eserinin yayımlanışını dönüm noktası olarak görür. Sabahattin Ali’nin hikâye kitapları köycü bir ruhla eğitilen Köy Enstitüleri öğrencileri arasında en çok okunan kitaplardan biridir.87 Sabahattin Ali de Köy Enstitüleri’ni birçok kez ziyaret etmiştir.88 Esendal da diğer sanatçılara ilham kaynağı olmuş, onların da sıradan insanların, özellikle de köylülerin hayatlarını anlatmalarına sebep olmuştur.
Bu üç yazarın da eserlerinde köy konularını işlemeleri başlı başına önemlidir. Yakup Kadri bunu yaparken Türk milliyetçiliğini güçlendirmeyi, siyasî rejime bir kitle tabanı bulmayı hedefliyordu. OnunYaban’da anlattığı bütün kötü özelliklerine rağmen, onun için köyler hâlâ millî değerlerin beşiğiydi. Ilımlı bir sosyalist olan Sabahattin Ali’ye dönersek, onun için köylülerin önemi belki de ezilen, mağdun sınıflara duyduğu merhametten kaynaklanıyordu. Ona göre, şehirli bir işçi sınıfının yokluğunda özellikle bürokratlar, toprak ağaları gibi muktedirlerin egemenliği altında en çok ezilen grup köylülerdi. İşte tam da bu yüzden köylüler edebiyata konu olmaya değerdi onun için. Bunun yanı sıra dönemin solcu aydınları arasında köylüleri, içinde devrimci bir ruh barındıran bir sınıf olarak görmek yaygın bir eğilimdi. Sabahattin Ali’nin ılımlı görüşlerinin aksine daha radikal bir bakış açısını savunan daha örgütlü, daha saldırgan, daha militan bir sınıf arayışında dikkatlerini geleneksel olarak hep şehirlere, işçi sınıfına yoğunlaştıran komünistler bile işçilerle köylülerin işbirliği üzerine geniş bir literatür oluşturmuşlardır.89
Esendal’ın köylülere olan ilgisi ise onun sokaktaki sıradan, basit insanları eserlerine taşıma isteğinden kaynaklanır; kırsal kesimin nüfusun yüzde seksenini oluşturduğu bir toplumda da sokaktaki insanı köylülerden daha iyi kim temsil edebilirdi ki? Üç yazarımızın da ne ölçüde 30’lu yıllardaki birçok köycü arasında yaygın olan “yüzü geçmişe dönük,” durağan, farklılaşmamış bir toplumsal örgütlenme anlayışını savunduklarını kestirmek güç. Ancak Yakup Kadri’yle Esendal’ın eserlerinde bu akımın izlerine rastlamak mümkün. Yakup Kadri’yle Kadro dergisi çevresindeki arkadaşlarının Batı Avrupa tarzında bir işçi sınıfının olmadığı sınıfsız bir toplum tahayyülünü savundukları bilinen bir gerçektir. Bu bakımdan, köylüleri muhafazakâr, sınıfsız bir toplumun kaynağı olarak gören köycü anlayış, Yakup Kadri’yle Kadro’nun ideolojik kökenlerinde vardır. Esendal’ın ideolojik görüşleri de, “yüzü geçmişe dönük” birçok özellikler barındırır. Esendal “sanayi medeniyeti”nin düşmanı olarak bilinir; biyografisinde de belirtildiği gibi ortaçağdan kalma loncalardan oluşan bir toplumsal örgütlenmenin özlemini duymuştur hep.90
Ayrıca, Esendal’ın “tarım medeniyeti” de yirminci yüzyılın sanayileşmiş dünyasında “yüzü geçmişe dönük” bir anlayışın işaretidir kanımca. Sabahattin Ali, kuramsal, siyasî görüşlerine ilişkin çok fazla yazılı kaynak bırakmadığı için onun “yüzü geçmişe dönük” bir görüşü olup olmadığını tespit edecek yeterli bilgi yok elimizde. Ancak köycü ideolojinin en önemli özelliklerinden biri olan köylünün ve kırsal değerlerin yüceltilmesinde en iyi örnek Sabahattin Ali’dir. Daha önce de vurguladığım gibi bu, en iyi Ali’nin köylü kişilikleri betimleyişinde gözlemlenebilir.
İncelediğimiz yazarlar arasında Sabahattin Ali’yle Esendal’da köycü ideolojinin bir özelliği olan aydın karşıtlığının izlerini görebiliriz. İki yazar da edebiyat eserlerinde ülkelerinin gerçeklerini anlamaktan uzak, bencil insanlar olarak resmedilen aydın sınıfına karşı düşmanlıklarını belli eder. Aydınlar, sorunlarını çözmeleri için köylülere yardım edeceklerine onların başına yeni dertler açar sadece. Esendal’la Ali ’nin tavrıyla karşılaştırıldığında Yakup Kadri’nin aydına bakışı son derece farklıdır. Seçkin sınıfa bağlı bir aydın olan Yakup Kadri bu sınıfından nefret etmez. Ona göre aydınlar köyün, köylünün “geri kalmışlığının” en büyük nedenidir; ancak yine de kendilerine tarihin yüklediği misyonun farkına varabilseler köylülere önder olabilecek, onları aydınlatabilecek tek özne yine aydınlardır.
Aynı şekilde, Sabahattin Ali de kırsal kesimde hükümetin iktidarı söz konusu olduğunda eleştirel bir bakış açısını benimser. Ali’nin anlatısında hükümet yetkilileri sıradan köylüler üzerinde, köylülerin aleyhine hem ekonomik hem de siyasî iktidarı, nüfuzu olan yerel sivil iktidar odaklarıyla işbirliği yapan kişiler olarak resmedilir. Ali’nin bu yaklaşımı, toplumsal ilişkileri, özellikle de iktidar ilişkilerini değiştirmeden Anadolu’nun sorunlarının çözülmesinin imkânsız olduğuna dair inancıyla ilgilidir. Başka bir deyişle, toplumsal ilişkilere yaklaşımı Ali’nin eserlerinin özünü oluşturur.
Benzer eleştirilerle paralel bir yaklaşım Esendal’ın eserlerinde de görülür. Ancak Esendal’ın yaklaşımı iki açıdan Ali’nin yaklaşımından farklılık gösterir. Ali devlet memurlarının hiçbir şekilde herhangi bir gelişmeye ön ayak olamayacaklarını düşünürken, Esendal parti ve devlet aygıtındaki düzelmelerin köylünün içinde bulunduğu şartların da iyileştirilmesi anlamına geleceğini savunur. Ayrıca, Esendal naif bir anlayışa kapılarak toplumların uyumlu, olumlu, düz bir çizgide evrileceklerine inanır. Edebî eserlerinde eleştiriye hemen hemen hiç yer yoktur. Esendal’a göre yozlaşmış hükümet yetkilileri, hükümetin gereksiz müdahaleleri olmasa içkin olarak huzurlu bir öz taşıyan toplum, bir bütün olarak doğal yollardan evrimin bir üst aşamasına geçebilecektir.
Yakup Kadri’ye göreyse hükümet kırsal kesimin “gelişmesi”ni sağlayacak temel kaynaktır. Yakup Kadri’nin bu görüşünün altında Anadolu’da hayatın iyileştirilebilmesi için doğanın zor koşullarına karşı verilen mücadelenin kazanılması gerektiğine duyduğu inanç yatar. Başka bir deyişle, dönemin köycüleri gibi Yakup Kadri de köyün “gerikalmışlığı”nın yok edilmesi için insanın doğayla olan ilişkisini en önemli çözüm olarak görmüştür. Bunun sonucu olarak Yakup Kadri, kırsal sorunları insanların doğayla olan ilişkilerinde zayıf olmalarından kaynaklanan teknik sorunlar olarak görmüştür. İnsanlar arasındaki iktidar ilişkileri neredeyse göz ardı edilmiştir. Sorun “teknik” bir düzeye indirgendiğinde doğal olarak en yetenekli teknik uzmanları bünyesinde barındıran en büyük oluşum olarak devlet devreye girer. Yakup Kadri’nin her zaman istediği şey de budur. Bütün bunları göz önünde bulundurursak Yakup Kadri’nin Kemalist bürokrasinin sözcüsü olarak tanımlanması pek de haksız sayılmaz. Kadrodergisindekiler başta olmak üzere birçok öbür makalesinde de toplumsal hayatın her yönüne devletin müdahale etmesi gerektiğini savunmuştur. Böylesi bir tavrın zaten devletin desteklediği bir ideoloji olan dönemin köycü ideolojisiyle uyum içinde olduğunu belirtmeye gerek bile yok. Yazarlarımızın köy, köylü gibi konulara duyulan ilginin artmasına büyük ölçüde katkıda bulunduğu muhakkaktır. Köy konuları üzerine üretilmiş bu literatüre rağmen Cumhuriyet’in ilk dönemindeki edebi figürlerin hiçbirinin köy kökenli olmadığını belirtmekte fayda var. Köy konuları üzerine eser verenlerin hepsi, köylüyü ve kırsal Türkiye’nin sorunlarını eserlerine yansıtma gerekliliğini duymuş, eğitimli şehirli aydınlardır ne yazık ki. Bu dönemde, köycü ideolojide büyük bir gelişme yaşanmış olsa da daha sonra bu ideolojiden etkilenerek yazılmış eserlerin sayısıyla karşılaştırırsak bu dönemde yazılanların ne kadar az olduğu görülür. Türkiye’de ancak 1950 yılından sonra köyde doğup büyümüş “köycü” aydınların oluşturduğu bir “köy edebiyatı” doğmuştur. Sözgelimi, Köy Enstitüleri’nden mezun olan Mahmut Makal 1950’de Bizim Köy adlı eseriyle neredeyse bir çığır açmıştır; Türk köyüne ilişkin kuru; ancak son derece gerçekçi olan betimlemeleri dönemin birçok insanını derinden etkilemiştir. 1950’li yılların ilk dönemlerinden 1970’li yıllara kadar geçen süre içerisinde “köycü edebiyat” denilen akım birçok yazar arasında yaygınlık kazanmış, edebiyat çevrelerini etkilemiştir.91
Bu dikkat çekici gelişmenin sebebi, kısmen de olsa dikkatlerini büyük bir şevk ve ciddiyetle köy konuları üzerinde yoğunlaştıran Köy Enstitüleri mezunlarıdır.92 Köy Enstitüleri mezunlarının çabalarının yanı sıra, hem solda, hem de sağda popülizme doğru kayışın yaşandığı dönemin siyasî ve ideolojik iklimi de “köycü edebiyat” için iyi bir zemin oluşturacaktır. Elbette hepsinden önemlisi, 1950’li yıllardaki hızlı sanayileşmenin, köylülüğün çözülmesinin, şehre göçün etkisi büyüktür.
1-Yard. Doç. Dr., Boğaziçi Ünivesitesi, Atatürk Enstitüsü. Bu yazıya yardımları için Pınar Öztamur’a teşekkür ederim.
2-Bu konuda benim aşağıdaki çalışmalarıma bakılabilir: “Tek Parti Döneminde Halkevleri ve Halkçılık,” Toplum ve Bilim, no. 88, 2001: 163-187; “Köy Enstitüleri Üzerine Düşünceler," Toplum ve Bilim 76, 1998: 56-85. “Bir Tepeden Reform Denemesi: Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nun Hikayesi," Birikim, Mart, 1998, no. 107: 31-47.
3-Sözgelimi, ünlü romancı Kemal Tahir, çeşitli tartışmalara konu olan birçok roman yazmış; romanlarında ilginç, önemli, tartışmalı tarihî konuları seçmiş, “kendine özgü” kuramlar, hatta bazen tarih yazımına ilişkin “yeni” bakışaçıları üretmiştir. Ne yazık ki bu tür yaklaşımlar bazılarınca gerçek tarihçilikle karıştırılmıştır.
4-Bkz. Yakup K. Karaosmanoğlu, Ankara, 4. Baskı (İstanbul: Remzi, 1972).
5-Fethi Naci, 40 Yılda 40 Roman (İstanbul: Oğlak, 1994), ss. 49-50.
6-Bkz. İsmail Çetişli, Memduh Şevket Esendal (Ankara: Kültür Bakanlığı, 1991), ss. 1-20; Carole Rathbun, The Village in the Turkish Novel and Short Story, 1920 to 1955 (Paris: Mouton, 1972), s. 34.
7-Fethi Naci haklı olarak Yakup Kadri’yi “bürokrasinin yazarı ve ideoloğu” olarak tanımlar. Bkz., Naci, Türkiye'de Roman ve Toplumsal Değişme, s. 143.
8-Kadro’nun kapatılmasının ardından Yakup Kadri’nin diplomatlık hayatının hikâyesi için bkz. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Zoraki Diplomat (Ankara: Bilgi Yayınevi, 1967), birinci basım, 1955.
9-Rathbun, s.35; Yalçın Küçük, Bilim ve Edebiyat (İstanbul: Tekin, 1985), s. 506.
10-Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban, 8. Baskı, (İstanbul: Remzi, 1968), s. 65.
11-a.g.e s. 27.
12-a.g.e. s. 98.
13-a.g.e. s. 16.
14-a.g.e s. 116.
15-a.g.e s. 61-62.
16-a.g.e. s. 40.
17-a.g.e. s. 30.
18-a.g.e. s. 40.
19-a.g.e. s. 42.
20-a.g.e. s. 139.
21-Bkz. Tahir Hayrettin, “Türk Edebiyatının İlk Orjinal Eseri: ‘Yaban’”, Kadro 15 (Mart 1933), s. 48.
22-Karaosmanoğlu, Yaban, s. 100.
23-"Felaket bile bizi birleştiremedi. Aramızdaki, benimle onlar arasındaki uçurumu belki, daha ziyade derinleştirdi." a.g.e. s. 155.
24-a.g.e. s. 31.
25-Sözgelimi bkz. Karaosmanoğlu, Yaban, s. 22.
26-Bkz. Vedat Nedim (Tör), “İşte bir Roman: Yaban,” Kadro 16 (Nisan 1933), ss. 48-49. Şevket Süreyya (Aydemir), “Yaban,” Kadro 18 (Haziran 1933), ss. 86-87.
27-Benzer bir yorum için bkz. Naci, Türkiye'de Roman ve Toplumsal Değişme, s. 144.
28-Demirtaş, Türk Edebiyatındaki Anadolu, s. 32
29-Sabahattin Ali’nin hayat hikâyesi, kendisine adanan eserler, edebî eserlerinin bir değerlendirmesi için bkz. Filiz
Ali Laslo, Atilla Özkırımlı, Sabahattin Ali (İstanbul: Cem Yayınevi, 1979), (derleme makaleler).
30-Sabahattin Ali’nin ölümünün anlatıldığı bir çalışma için bkz. Küçük, Bilim ve Edebiyat, ss. 268-314.
31-Oktay, Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı, s. 130; Ramazan Korkmaz, Sabahattin Ali (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1997), s. 129.
32-Oktay, Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı, s. 130.
33-Asım Bezirci, Sabahattin Ali (İstanbul: Amaç, 1987), s. 100.
34-Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusuf (İstanbul: Cem Yayınları, 1982), ilk baskı 1937, s. 47.
35-Sabahattin Ali, “Kanal,” (1934), Sabahattin Ali, Değirmen, Bütün Eserleri 5 (İstanbul: Cem Yayınevi, 1983) içinde, s. 116.
36-a.g.e, s.114.
37-Sabahattin Ali, “Değirmen,” (1929), a.g.e. içinde s. 14.
38-Sabahattin, Ali, “Bir Orman Hikayesi” (1930), a.g.e.içinde, s. 97.
39-Ali, Kuyucaklı Yusuf, s. 135.
40-Sabahattin Ali, “Kağnı”, Sabahattin Ali, Kağnı-Ses içinde (Ankara: Akba Kitabevi, 1943), ss. 7-8.
41-Sabahattin Ali, “Köpek” (1937), a.g.e. içinde, s. 129.
42-Sabahattin Ali, “Kafa Kağıdı” (1935),. a.g.e. içinde, s. 20.
43-Sabahattin Ali hakkında benzer bir yorum için bkz. Korkmaz, Sabahattin Ali, s. 135.
44-Sabahattin Ali, “Köpek” (1937) Sabahattin Ali, Kağnı-Ses içinde (Ankara: Akba Kitabevi, 1943), s. 133.
45-a.g.e., s. 135.
46-a.g.e., s. 137.
47-Sabahattin Ali, “Bir Siyah Fanila İçin,” (1927) Sabahattin Ali, Değirmen içinde, s. 142.
48-a.g.e., ss. 146-47.
49-Sabahattin Ali, “Bir İskandal,” (1932) Sabahattin Ali, Kağnı-Ses içinde, s. 84.
50-a.g.e., s. 85.
51-Sabahattin Ali, "Bir Konferans" (1941), Sabahattin Ali, Yeni Dünya (İstanbul: Varlık Yayınları, 1966) içinde, ss. 124-128.
52-Sabahattin Ali, "Sulfata," a.g.e. içinde, ss. 166-181.
53-Sabahattin Ali, "Komik-i Şehir," (1928), Sabahattin Ali, Değirmen, Bütün Eserleri 5 içinde (İstanbul: Cem Yayınevi, 1983), ss. 165-166.
54-Sabahattin Ali, "Kağnı", in Sabahattin Ali, Kağnı-Ses, s. 9.
55-Sabahattin Ali, ""Sıcak Su," (1936) a.g.e. içinde, ss. 139-142, 1936.
56-Bkz. Sabahattin Ali, "Kafa Kağıdı," a.g.e. içinde, ss. 18-21.
57-Bkz. Sabahattin Ali, "Bir Firar," (1933) Sabahattin Ali içinde, Değirmen, ss. 108-111.
58-Bkz. "Candarma Bekir" (1934), a.g.e. içinde, ss. 118-123.
59-Bkz. Sabahattin Ali, "Kağnı", Sabahattin Ali, Kağnı-Ses içinde, ss. 9-10.
60-Bkz. Sabahattin Ali, "Asfalt Yol, -Bir Köy Öğretmeninin Notlarından" (1936), Sabahattin Ali, Yeni Dünya içinde (İstanbul: Varlık Yayınları, 1966), s. 17.
61-Rathbun'un Türk romanlarındaki jandarma tiplemesi için yaptığı genel değerlendirmeler Ali’nin eserlerindeki jandarma tiplemesine de uyar. Bkz. Rathbun, The Village in the Turkish Novel, s. 85.
62-Sabahattin Ali, "Bir Orman Hikayesi," (1930) Sabahattin Ali, Değirmen içinde, ss. 98-99.
63-Sabahattin Ali, "Candarma Bekir," (1934) a.g.e. içinde, s. 121.
64-Weber’in Osmanlı İmparatorluğu bağlamında bir eleştirisi için bkz. Haim Gerber, State, Society and Law in Islam: Ottoman Law in Comparative Perspective (Albany: State University of New York Press, 1994).
65-Benzer bir yorum için bkz. Ramazan Korkmaz, Sabahattin Ali, ss. 215-216.
66-Alangu, Tahir, Cumhuriyetten Sonra Hikaye ve Roman, 1919-1930 (İstanbul: İstanbul Matbaası, 1968), s. 123; Rathbun, ss. 28-29.
67-Çetişli, Memduh Şevket Esendal, s. 20.
68-Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam (İstanbul: Remzi, 1995, ilk basım 1959), s. 464.
69-Esendal, anan M. Sunullah Arısoy, “Memduh Şevket Esendal'la Konuşma,” Edebiyatçılarımız Konuşuyor (İstanbul: Varlık Yayınları, 1953), ss. 5-15 Memduh Şevket Esendal, Mendil Altında, Bütün Eserleri, Hikayeler 4 içinde yeniden yayımlandı (İstanbul: Bilgi Yayınevi, 1992), ss. 18-19.
70-a.g.e. içinde, ss. 16-17.
71-Oktay, Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı, ss. 660-661.
72-Çetişli, Memduh Şevket Esendal, ss. 51-53.
73-Arısoy, “Memduh Şevket Esendal'la Konuşma,” s. 11.
74-Alangu, Cumhuriyetten Sonra Hikaye ve Roman, s. 128.
75-Arısoy, “Memduh Şevket Esendal'la Konuşma,” s. 15.
76-Bkz. Çetişli, Memduh Şevket Esendal, s. 41.
77-Ancak bu, “meslekî temsil”i savunan Esendal’la öbür İttihatçıların çok partili bir demokrasi istedikleri anlamına gelmez. Siyasî partilerin bir meslek grubunu temsil ettiği siyasî seçimler istiyorlardı. Bkz. a.g.e., s. 45.
78-Memduh Şevket Esendal, "Köye Düşmüş" (1932), Otlakçı, Bütün Eserleri, Hikayeler 3 içinde (İstanbul: Bilgi Yayınevi, 1989), ss. 90-93; Rathbun, ss. 80-81.
79- Memduh Şevket Esendal, "Müdürün Züğürdü" (1925), Esendal, Mendil Altında, Bütün Eserleri, Hikayeler 4 içinde (İstanbul: Bilgi Yayınevi, 1992), ss. 127-130.
80-Memduh Şevket Esendal, "İane" (1923), Esendal, Sahan Külbastısı Hikayeler 3 içinde (İstanbul: Bilgi Yayınevi,1983) ss. 9-15.
81-Memduh Şevket Esendal, "İşin Bitti" (1923), Esendal, Otlakçı, Bütün Eserleri, Hikayeler 3 içinde (İstanbul: Bilgi Yayınevi, 1989), ss. 213-218.
82-Esendal, "Keleş" (1932), "Dursun Hacı," Esendal, Memduh Şevket, Mendil Altında içinde, ss. 92-96, 214-218.
83- Ağaların köylülere ne kadar kötü davrandığının anlatıldığı bir hikâye için bkz. Esendal, "Yirmi Kuruş" (1922), Esendal, Memduh Şevket, Otlakçı, Bütün Eserleri, Hikayeler 3 içinde (İstanbul: Bilgi Yayınevi, 1989), ss. 161-165.
84-Arısoy, “Memduh Şevket Esendal'la Konuşma,” s.15
85-Esendal, "Eşek" (1922), Memduh Şevket Esendal, Otlakçı, Bütün Eserleri, Hikayeler 3 içinde (İstanbul: Bilgi Yayınevi, 1989), ss. 197-200.
86-Oktay, Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı, s. 96.
87-Köy Enstitüleri ve Koç Federasyonu İçyüzleri, yazar belirtilmemiş. (Ankara: Ayyıldız Matbaası, 1966), ss. 146-147.
88-Fikret Madaralı, Tonguç Işğı, (başka bilgi verilmemiş), 113.
89-Sözgelimi bkz. Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Yol (İstanbul: Bibliotek Yayınları, 1992).
90-İlhan Tekeli, Selim Tekeli, "Kör Ali İhsan Bey ve Temsili Meslek Programı," Atatürk Döneminin Ekonomik ve Toplumsal Sorunları içinde (İstanbul: Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi Mezunları Derneği Yayınları, 1977), s. 344.Ayrıca bkz. Oktay, Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı, s. 659, Ahmet Hamdi Başar, Atatürk'le Üç Ay ve 1930'dan Sonra Türkiye (İstanbul: Tan Matbaası, 1945), s. 16.
91-Köy edebiyatı adı verilen akımın tartışıldığı bir eser için bkz. Ahmet Oktay, Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı (Ankara: Kültür Bakanlığı, 1993), ss. 122-130, ayrıca Naci, Türkiye'de Roman ve Toplumsal Değişme, 7. Bölüm.
92- Demirtaş, Türk Edebiyatındaki Anadolu, s. 58.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder