Türker, Tuğba, Tansu, Burcu, Burcin, Onur, Özgür (BAKİOĞLU)
(Ah!... Anamın ekmekleri ahh. )
Masal bu ya!. Bir kadının hiç çocuğu yokmuş. Hocaya gitmiş demiş ki: “Hocam benim hiç çocuğum olmuyor. Ne olur bu derdime bir çare bul!” Hoca; “Sen bana bir tepsi fasulye getir. Ben onu okur üflerim. Sen de onları yersen, çocuğun olur.” der. Kadın hocanın dediğini yapar; bir tepsi fasulyeyi hocaya okutur evine gelir. Eve gelince her fasulye tanesi bir çocuğa dönüşür! Kadının çocukları eve ocağa sığmaz, dışarılara taşar! Çocuklar: “Anneeee!... Biz açııız!..” diye çığlık çığlığa ağlamaktadırlar. Kadın ekmek pişirir çocuklar yer. Tarlada çalışan kocasına bir türlü yemek hazırlayamaz. Bir çekirge sürüsü gibi, çocuklar evde ne bulurlarsa silip süpürmektedirler. (Masalımızı burada kesiyoruz. Tamamını ilerleyen zamanlarda bu sayfalarda bulacaksınız.)
Tıpkı bu masalda olduğu gibi, köy yerinde analarımız “saç” ları kurup ekmek pişirmeye başladıklarında ocağın başına üşüşür, taze pişmiş ekmekleri sıcak sıcak “katıksız” yerdik. Hele o pişen ekmek “hamursuz” ya da “yağlı” ise aşırıya kaçınca bazen ekmekle birlikte “sürgeç”i de yerdik. Genelde öğün vaktini bekleyemez sık sık gider elimize “kuru” ekmek alır yer, açlığımızı yatıştırırdık. Bazen de sofra kurmaya ekmek kalmayacak diye ekmek “selesi” erişemeyeceğimiz bir yükseğe kaldırılır, bizlerin saldırısından korunurdu. Köyde hep açtık. Ne bulursak yerdik.
Yıllar önceydi. Köyün sınır çizgilerini henüz aşamadığım bir zamandaydım. Büyük şehirde yaşayan akrabalarımız yaz tatilinde bize gelmişlerdi. Ama o da ne, “Bu şehir çocukları hiç yemek yemek istemiyorlar. Anne-babaları onlara zorla, zaman zaman seve seve, bazen de döve döve yemek yediriyorlardı. Önceleri, her halde köy yemeklerini beğenmiyorlar diye düşünmüştüm. Annelerinin özel olarak hazırladığı yemeklerin akibeti de aynı olunca durumun farklı olduğunu anlamıştım. Ve şimdi, kendi çocuklarımda yaşadığım aynı durumu, “İştahsızlık Sendromu” nu görünce meseleyi çok daha net anlıyorum. Kentler canlı organizmaların can düşmanıdır; Havası kirli, suyu kirli, sokakları kirli, çevresi kirli, gıdaları kirli(katkı maddeli), sesi kirli (gürültü kirliliği)… Kısacası; kentler yaşanılası yerler değil, can sıkıntısı, stres kaynağı, ölüm makinesidir. Çocuklarımızı doğal yaşam alanlarıyla tanıştırmalıyız. Egzoz gazının olmadığı, doğal oksijenli köyler bizi çağırıyor.
Bu fotoğrafa bakınca aklıma bunlar geldi.
/Çetin KOŞAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder