31 Mart 2008 Pazartesi

Kara Eteklik



Kara Eteklikli Anne Hediye USTAOĞLU ve Kızı Hanife KOŞAR

Her şey gibi köyümüzün giyim kuşam kültürü de günden güne değişmektedir. Daha düne kadar çok amaçlı olarak kullanılagelen birçok giyeceklerimizin pabucu artık dama atılmaktadır. Bu yazımızda sizlere köyümüzde “KARA ETEK” ya da “ETEKLİK” olarak adlandırılan bir giyeceğimizden bahsetmek istiyorum. Aslında buna “giyecek” demek ne kadar doğrudur bilemem. Bunun kararını, yazımızı okuduktan sonra siz verin.

İnsanoğlu “çırılçıplak” yaratılmıştır. Onu, doğanın zor koşullarından koruyacak, doğuştan gelen ne kürkü vardır ne de pençesi. Onu diğer canlılardan ayıran tek farkı şüphesiz ona bahşedilen “AKIL” nimetidir. Bu aklı sayesindedir ki her sorununa mutlaka bir çözüm yolu bulmuştur. Giyim konusu da insan zekâsının bir ürünüdür.  

İnsan niçin giyinir? Bunun cevabını günümüz koşullarına göre vermeye kalkarsak yanılmış oluruz. Her şey gibi “giyinme” de artık asli görevinin dışına çıkmış; doğal ihtiyaçlar dışında ekonomik, ticari, siyasi, dini, kültürel, turistik, moda vb. maksatlı giyim türleri mevcuttur.  Konumuz olan kara eteğimiz de standartları dışında olan bir giyeceğimizdir; ne tek başına bir örtü, ne tek başına bir koruyucu ne de tek başına bir araç-gereç olup, çok yönlü işlevi olan bir giyeceğimizdir.

Etekliğimiz bir örtüdür:
Annelerimiz gerek ev içinde ve gerekse ev dışında mutlaka bu etekliği bağlarlardı. Elbiselerin üstüne bağlanan bu etekliğimiz aslında bu konumu itibariyle bir “aksesuar” niteliğindeydi. Genç kızlarımız ve yaşlı ninelerimiz yoğun ve ağır işlere girmedikleri için bağlamayabiliyorlardı. Gündelik bir giysiydi. (Köylerimizde giyeceklerimiz  “GÜNDELİK – YABANLIK” diye iki kısma ayrılmaktadır. Evde barkta her gün giyilen giysilerimize gündelik, bir misafir geldiğinde veya misafirliğe gidildiği ya da çarşı-pazara çıkıldığında giyilen yeni elbiselere yabanlık denilmektedir.)

Etekliğimiz bir koruyucudur:
Ev içindeki ya da ev dışındaki işler olsun her zaman normal giyeceğin üstüne giyilen (daha doğrusu bağlanan) etekliğimiz sayesinde annelerimiz normal giysilerini kirden, pastan ve yıpranmaktan korumaktaydılar. (Özellikle köpek ve ahırdaki hayvanlara her sabah hazırlanan sıcak içecek (YAL) kazanlarının dışı, ocak ateşinin üstünde kullanıldığı için odun “iS” iyle kaplı olur ve taşırken mutlaka üstümüze başımıza sürülürdü. İşte, bu kara eteklikler sayesinde annelerimiz elbiselerini is-pas olmaktan kurtarırlardı.)

Etekliğimiz bir iş aracıdır:
Özellikle işe giderken bağlanılan bu etekliğimiz ekim-dikim işlerinde olsun, toplama ve taşıma işlerinde olsun elbise olmaktan çıkıp adeta bir araç-gerece dönüşmekteydi. Bu yönüyle sadece bir kadın giyeceği olmaktan çıkan etekliğimiz erkekler tarafından da tarla işlerinde kullanılmaktaydı. Bele bağlandıktan sonra alt iki ucu yukarı katlanarak belimizin yan taraflarına kıstırılarak adeta önümüzde kocaman bir “CEP-BOHÇA”  haline getirilirdi. Buraya (kucağımıza)  yerine göre ekimi yapılacak bir tohumluk, yerine göre tarladan toplanan ufak tefek ürünler doldurularak taşınırdı. Konu komşuya götürülen ya da onlardan alınan ufak tefek öte-beriler yine katlanan etekliğimizle taşınırdı ki adeta bir çanta ya da bir poşet vazifesi görürdü. Yemek yapmak için tarladan toplanan yiyecek maddeleri ev içinde ortaya serilen bu eteklik üzerinde ayıklanır, üzerinde kalan çer-çöpler bununla dışarı atılırdı.


ETEKLİK NASIL BİR ŞEYDİR?
Etekliğimiz annelerimizin bellerine bağladıkları, kişinin boyuna ve kilosuna göre değişen ölçülere sahip olsa da dikdörtgen ya da kare şeklinde, iki ucunda bele bağlanmaya yarayan yine kendi cinsinden imal edilmiş bağcıkları olan, tek parçadan oluşan bir giyecektir.  Bele bağlanırken önemli olan tıpkı bir “öNLüK” gibi ön tarafı kapatması kâfidir. Büyükçe kesilenler tüm vücudu sarsa da arkada mutlaka “YIRTMAÇ” oluşmaktaydı. Bu da iş yaparken ya da yürürken hareket serbestisi sağlamaktadır.



ETEKLİK NASIL YAPILIR?
Bu giysimiz çarşıda pazarda satılan cinsten değildi. Basit bir yapısı olmasına rağmen öyle herkesin oturup kendine bir eteklik hazırlama imkânı da yoktu. Çarşıdan alınan “kaput bezi” kesim, dikim, boyama ve kotlama safhalarından oluşan uzun bir süreç sonunda ancak etekliğe dönüşürdü. Bu da ancak birkaç ailenin bir araya gelerek ortaklaşa yaptıkları işlerdi.

Dikim
Çarşıdan alınan kalın bezler ölçümüze göre kesilip biçildikten sonra kenarları katlanarak dikilir. İki ucuna belimizi saracak uzunlukta yine bu bezden kesilip katlanarak elde edilen bağcıklar dikilir. Bu giyeceğimiz her zaman hazırlanamayacağı için bir aile kişi başına en az 1-2 adet hazırlardı.

Boyama
Beyaz kalın kumaştan kesilip, dikilerek hazırlanan etekliklerimiz Pelit ağacının kabukları ve PURÇ dediğimiz Kızıl Pelit ağacının dallarında oluşan tohumların, derin kaplarda kaynatılmasıyla elde edilen doğal boya ile boyanırdı.

Çamura Yatırma
Kaynayan boyalı suya batırılarak boyanan eteklikler, rengin tam tutması ve kolay kolay solmaması için KARA ÇAMUR dediğimiz bataklık çamuruna gömülüp 24 saat bekletilirdi. Daha sonra buradan çıkartılıp yıkanır, kurutulduktan sonra kullanıma hazır hale gelirdi.

Günümüzde bu giyeceğin artık kullanılmadığını görüyoruz. Oysa annelerimiz o fakirlik yıllarında her gün bunu bellerine bağlayıp öyle iş yaparlardı. Eskiyen etekliklerin yırtık yerleri dikilir, delik büyükse yama yapılırdı.

Yeni bir eteklik sahibi olmak büyük zenginlikti. Bu etekler belli dönemlerde, ailelerin toplaşarak beraberce yaptıklarından dolayı yani her zaman hazırlanamadığı için bir defada bir aile kaç eteklik hazırladığı konusunda araştırma yaparken gördüm ki bir taneye bile sahip olabilmek büyük zenginlikmiş. Hatta bunu herkes de yapamazmış. Onun için eskiyen etekler daha ağır işlerde bağlanır yenileri ise basit işlerde kullanılırdı.

Çetin KOŞAR
Köy Günüğü’ nden

Etek Ansiklopedisi



Etek, tarihte bir yanlışlık nedeniyle kadınlara özgü bir giysi olmuştur. Erkeklerin eteği bırakıp pantolona geçmesi öyle birden bire ortaya çıkan bir teknolojiyle falan olmamıştır.

Bize kostüm tarihi olarak öğretilen Avrupa kostümü tarihine göre, ortaçağda erkekler kolay hareket edebilmek için daha kısa etekler giymeye başlamış ve ısınabilmek için de çorap tercih etmiş, ancak kadınların kısa etek giymesi yasaklanmıştır; zira ortaçağdır bahsettiğimiz, bacakları belli olursa yakarlar alimallah. Zamanla erkeklerin çorapları daha kalınlaşmış, etekleriyse iyice kısalmış, hatta 15. yüzyılda “mini” boya gelmiştir. Ancak kadınların eteklerini kısaltması yasağı sürmüş hatta uçları yere kadar uzanmıştır. Hiçbir devirde eteğin modası ortadan kalkmamış ve 20. yüzyıla kadar da kural gereği bileğin yukarısına çıkamayacaktır. Bu arada erkekler çoraplarına (Pantolon) bir ön kapak (fermuar kısmı) koymayı bile keşfetmişlerdir. Bu mantık da 16. yüzyıldan bu yana hemen hemen hiç değişmemiş, sadece geliştirilmiştir. 18. yüzyılda da çorapla hala kilot demeyi tercih ettikleri pantolonu birbirinden ayırmış, böylece rahata ermişlerdir.

Bunca zaman içinde bir tek din adamları, böyle bir değişikliğe gitmemişlerdir; onlar hiçbir zaman eteklerini kısaltma gereği duymamışlardır; çünkü onlar hiç çalışmak zorunda kalmamışlardır. Hâlâ da etek giymeye devam ederler.

20. yüzyılda ise kadınların kaderi değişmiş; atağa geçmiş, her alanda kendilerine yer bulmaya çalışmış, güçlerini kazanabilmek için erkekler gibi olmaya çalışmış, bu arada kısa etek de, pantolon da giyebileceklerine karar vermişlerdir. Ondan sonra etek denen giysi, altında olan şeyleri birer rüyadan çıkarıp, gözler önüne sermeye başlamıştır. Bu da tabii, erkeklerin çok hoşuna gittiği için, kadınlar da artık pantolon giyebilmelerine rağmen bu nimeti elden bırakmamışlardır. Ancak erkeklerin böyle bir devrim yapmaya ne isteği, ne ihtiyacı olduğundan; onlar sadece pantolon giymeye devam etmişlerdir.

Bugüne geldiğimizde ise bana göre etek giymek son derece mantıksızdır ama tercih meselesidir elbette. Birçok kadın bunu rahat olmak için tercih ederken, birçokları da hedef alınmış bir erkeği ya da etraftaki bütün erkekleri cinsel çağrışımlara sürüklemekten zevk aldığı için bu kıyafeti tercih eder. Bana göre etek giyip sokağa çıkmanın, bornozla sokağa çıkmaktan farkı yokken, son derece muhafazakâr olan anneannem için pantolon diye bir kadın giysisi yoktur. O etek haricinde hiçbir şeyle rahat edemez, çünkü ne vapurda yere oturabilme derdi vardır, ne minibüse binme derdi vardır, ne otururken bacaklarını açabilme ihtiyacı duyar ne de sürekli başa çıkması gereken tüyleri vardır.

Etek meselesinin en saçma tarafı da, bir dönem kamu çalışanlarına şart koşulmasıydı. Kadının kadın olduğunun, erkek olmadığının, erkek gibi bile olamayacağının, erkeklerin dünyasında kadın olarak kalmak zorunda olduklarının kurumsal dayatısıydı. Bir de getirdiği cinselliği güya ortadan kaldırmak için boy sınırlaması koyulmuştu ki; anlaşılır gibi değildi

27 Mart 2008 Perşembe

Ekmeğin Hikayesi


Ekmeğin Hikayesi

Çocukluğum geldi yine aklıma
Takıldım baharda tarlaya dama
Hayallerim parmak bastı yarama
Anısı var hatırı var köyümün

Yediğimiz ekmek nasıl yapılır
Can veren toprağa tohum atılır
Çetmili bu yükü omuzda taşır
Bahçesi var bağları var köyümün

Emek gücü fazla aletler ilkel
Her işte her zaman çalışıyor el
Çile çoksa bile anısı güzel
Yazları var kışları var köyümün

Sabanın ökçesi olur meşeden
Ucundaki demir toptağı delen
Ok havaya doğru uzanır yerden
Tarlası var dağları var köyümün

Zılgar oku çatar demir halkaya
Kayışla bağlıdır boyunduruğa
İki zelve konur sola ve sağa
Toprağı var taşları var köyümün

Öküzler koşulu boyundurukta
Zelvenin ucunda ip sallanmakta
Kılıç ile saban ayarlanmakta
Çiftçisi var ayarı var köyümün

Öğendire uzun uçta embel var
Arkasında hopsa çamura batar
Çift sürerken saban toprağı yarar
Öküzü var katırı var köyümün

Katır koşumları biraz değişik
Boyunlarda hamit ağızda gemlik
Boyunduruk ile zelvesi eksik
Kayışı var yuları var köyümün

Çiftçi koşumları takar hazırlar
Eliyle tohumu tarlaya saçar
Saban ile ekim işini yapar
Güzlüğü var baharı var köyümün

Topraktaki tohum Hak’ka emanet
Yağmurlar yağarsa olacak kısmet
Gübreler nadaslar gösterir gayret
Dolusu var karları var köyümün

Ekinler yeşerir kelleyi verir
Beyazlaşır hasat zamanı gelir
Hazırlık yapılır orak bilenir
Arpası var çavdarı var köyümün

Sol elde tahtadan yapılan ellik
Ekin biçen orak yeni bilenik
Bu güzel şeyleri almasın teknik
Destesi var sapları var köyümün

Desteler toplanıp yığın yapılır
Deptirilen harman düğene hazır
Ya öküz sürecek ya iki katır
Eşeği var atları var köyümün

Ucu kalkık iki tahta yan yana
Çakmaktaşı çakılıyor altına
Atılıyor sap üstüne harmana
Burçağı var otları var köyümün

Diğren ile sap sepilir harmana
Üstü ufalınca döner altına
Dış içe atılır iç te dışına
Gölgesi var suları var köyümün

Hayvanlar çekiyor düğen dolanır
Bir sepim sap akşam malama olur
Harman ortasına hepsi toplanır
Sığırı var davarı var köyümün

Yemek çatalına benziyor diğren
Süpürge karammık dikenlerinden
Başın döner düğen ile dönerken
Yolağı var kenarı var köyümün

Malama toplanıp savurulacak
Yaba fırlatırken foyraz olacak
Harmandaki bu çeç kalburlanacak
Fırtına var rüzgarı var köyümün

Buğday develerle köye taşınır
Saman hararlara sıkı basılır
Köye taşıyacak eşek ve katır
Zahmeti var kahırı var köyümün

Erden saman yükletilir katıra
Karanlıkta çıkılıyor yollara
Gidilir gelinir verilmez ara
Patika var yolları var köyümün

Yormuyor bedeni gitmek ve gelmek
Buğdayı sırtında ambara dökmek
Kahreder insanı samanlık deşmek
Çuvalı var hararı var köyümün

Saman buğday geldi işler bitmiyor
Değirmen yanına yine gidiyor
Buğday yıkanıyor geri geliyor
Çarşafı var çulları var köyümün

Çullara serilip kurutulacak
Değirmene gidip un yapılacak
Hergün soframıza ekmek olacak
Kömbesi var tandırı var köyümün

İşte böyle ekmeğin hikâyesi
Her yıl sürer Çetmi’linin çilesi
Bugün bir anıdır hayal etmesi
Lezzeti var tatları var köyümün

Niğmetullah UÇAR
Korkuteli
24.02.1996

25 Mart 2008 Salı

Öküzlük Üzerine



Bazı hayvan isimleri, kişiler için sıfat olarak kullanıldığında kişiyi sevindirir, gururlandırır: Mesela, aslan gibi adam, at gibi kadın, kaplan gibi kaleci… Bazı hayvan isimleri aralarda bir yerlerdedir: İnek mesela… Dersten başka hiçbir şeyi gözü görmeyen çocuklar için kullanılır. Kaba olarak algılanmaz genelde. Şirin göründüğü bile söylenebilir.


“Minik civcivler okula başlamış” dese biri, aklımıza ilkokula başlayan küçük çocuklar gelir hemen. Bazı hayvan isimleri ise düpedüz hakaret için kullanılır: Öküz, eşek (ya da eşşek), ayı, köpek, çakal, yılan, akrep… Ben özellikle “öküz”e takmış durumdayım son günlerde. Kimler öküz sıfatını, isminin önüne almayı hak eder?

Benim ilk aklıma gelen insan gurubunu yazayım buraya. Başkaları da vardır mutlaka ama ben bunlara taktım, bunları yazacağım! Hani, Carrefour, Real v.s. gibi büyük alışveriş merkezleri var ya… Genellikle hafta sonları  Amerikan filmlerinde olduğu gibi, ailecek oralara gidiyor insanlar. Hem alışveriş yapıyorlar, hem de gezip eğleniyorlar. Çünkü buralarda eğlence ve dinlence yerleri de var. Hafta sonu bir çok aile buralara gidince, doğal olarak büyük bir kalabalık oluşuyor. Bu kalabalık da, arabası  ile gidenler için park yeri sorunun birlikte getiriyor.

“Öküz”lere işte buralarda rastlıyoruz!.. Daha doğrusu rastlayamıyoruz. Çünkü biz park yerine ulaşıp, döne döne arabamız için park yeri ararken, “öküz”ler arabalarını 3 arabanın park edebileceği bir alana düzensiz ve sorumsuzca bırakıp, kuyruklarını sallaya sallaya içeriye gitmiş oluyorlar. Şeytan diyor, “Git şu arabanın lastiğini indir, camını kır, kaportasını çiz!”… sonra, “Boş ver” diyorsunuz, “Öküzle öküz olma”… Yeniden arabanız için park yeri aramaya devam ediyorsunuz.

Peki “öküz”lere sadece alışveriş merkezlerinin park yerlerinde mi rastlanıyor? Tabii ki hayır! Öküz diyorsunuz!.. Öküz her yerde öküzdür. Evlerinin (yani ahırlarının) bulunduğu apartmanların park yerlerinde de aynı davranıyorlar, iş yerlerinin (yani ikinci ahırları) park yerlerinde de… Akşam eve gidiyorsunuz… Bizim öküzler arabalarını yine 5 arabanın park edebileceği bir alana bırakıp, ahırlarına çıkmışlar!..  Bir anda sizi bir düşünce alıyor: “Acaba bizim apartmanda kaç ahır, kaç öküz var?” Apartmanın park yerinde arabanız için bir park yeri bulamıyor, çıkıyorsunuz caddenin üzerine, uygun bir yer bulup park ediyorsunuz arabanızı.

Ama öküzlerin öküzlüğü biter mi? Bitmez! Ola ki park yerinde bir yer bulup, arabanızı park ettiniz diyelim… Sevinirsiniz değil mi? Boşuna sevinmeyin! Öküzler 7 gün, 24 saat görev başındadır! Gece acil bir durum olur, bir yere gitmeniz gerekebilir. Sabah erkenden kalkıp, işe gideceksinizdir… Hazırlanıp inersiniz arabanızın başına… O ne?!.. Arabanızın arkasında bir araba! 80-100 daireli apartmanın kim bilir hangi dairesinde oturuyordur bizim öküz hazretleri? “Bir öküzlük de sen yap, çal tüm dairelerin zillerini” der şeytan kulağınıza eğilip… Olmaz! Yapamazsınız. Öküzlere çok kolay gelse de öküzlük yapmak, insanlar için çok zor, hatta olanaksızdır! Çaresiz beklersiniz, öküzü tanıyan bilen birisini bulana ya da öküz, arabasını gelip çekene kadar!

Güne kötü bir başlangıç yaparsınız o gün öküz sayesinde. Gün, başka öküzlülerin öküzlükleri ile çekilmez hale gelir… Veya bir “insan” çıkar karşınıza… Bin öküzün öküzlüğünü unutturur size, sıcak bir gülümseyiş, tatlı birkaç söz ile... İnsanlığınızla, insanlarla gurur duyarsınız.

Kıssadan hisse: Demek ki ne yapıyormuşuz? Arabamızı park ederken dikkat ediyormuşuz.. Park ettikten sonra, bakıyormuşuz, düzenli bir park olmuş mu diye. Çünkü niye? Çünkü arabasını düzgün park etmeyip, başka insanların haklarına tecavüz edenler, öküz olarak adlandırılıyormuş!
/ Mustafa ÖNCÜL

22 Mart 2008 Cumartesi

Cefakar dost




Attan çok daha akıllı, ama kişiliği olduğu için inatçı... Sürüler halinde yaşıyor, ama hiyerarşi tanımıyor. Ataları çölden geldiği için çetin koşullara olağanüstü dayanıklı, ama çabuk hastalanıyor. İnsanoğluna, araba çekmeden asker taşımaya, tarla işlerine kadar çok çeşitli alanlarda hizmet veriyor, ama yine de yaranamıyor ve "aptal" yerine konuyor. Kızdığı zaman çifte atıyor, buna rağmen çocukların bir numaralı sevgilisi ve eğlencelerin vazgeçilmez konuğu... Kısacası eşek, her davranışıyla, her efsanesiyle, her özelliğiyle sıra dışı bir canlı...

O, bugün üstüne en çok öykü anlatılan, adına "eşeklik" denilen evrensel kavramı üreten, "eşek şakası", "eşek sıpası", "eşek sudan gelinceye kadar" "eşeğe ters binmek" gibi sayısız halk deyimine konu olan bir hayvan... Zaten terslik, daha kökeninde ortaya çıkıyor. "Equus asinus", yani evcilleştirilmiş eşek, adındaki gibi Asya değil Afrika kökenli... Çok eski ataları Nübye ve Somali eşekleri... Bazı tarihi freskler, bir üçüncü türün varlığını ortaya koyuyor: "Equus africanus atlanticus"... Ama, Kuzey Afrika kökenli olan bu eşek türünün, zamanında Romalılar tarafından çokça kullanıldığı ve soyunun tümüyle tükendiği belirtiliyor.

Günümüzün Avrupa dillerindeki kullanım biçimleri Yunanca'daki "onos" ile Latince'deki "asinus" kelimelerinden türetilmiş. Arkeologlar, M.Ö. 4000 yıllarında ilk kez Mısırlılar'ın eşeği evcilleştirmeyi başardığını söylüyorlar. Ama atalarımızın, eşekleri önce eti için avladıkları ileri sürülüyor. O tarihlerde eşekler, Nil kıyılarında çok büyük sürüler halinde, yabani olarak dolaşıyorlardı. Amerika kıtasında yaşayan yabani eşeklerin ise, bundan tam 10.000 yıl önce tamamen yok oldukları sanılıyor. Bilim adamları, bu yok oluş konusunda farklı düşünüyorlar. Kimileri insan katliamını, kimileri ise iklim koşullarını ön plana çıkarıyorlar. Amerika kıtası, eşeklerle Kristof Kolomb sayesinde, 1492 yılında yeniden tanıştı.

İnsanoğlu eşeğe her zaman farklı iki gözlükten baktı. Ama her zaman, yakın akrabaları at ve zebraya oranla daha az ilgi gösterdi. Ünlü Fransız araştırmacı Buffon'un deyişiyle "insanoğlunun en büyük keşiflerinden biri" olan eşeği, doğanın ürettiği biçimiyle kabullendi; bazen de görmek istediği biçime soktu. Sonuçta, insan ile eşeğin çok eskilere dayanan beraberliği, coğrafyaya, zamanın koşullarına ve ihtiyaca göre farklılıklar gösterdi. Hayvanın evcilleştirilmesi, önce göçebe, ardından da yerleşik toplumların pratik gereksinmelerine göre biçimlendi. Bu süreçte insanoğlu, hayvana karşı hiç de iyi niyetle yaklaşmadı. Onu her zaman boyun eğmeye zorladı. Belki de hiç istemediği ve hak etmediği üretim melezliklerine mahkûm etti. Ünlü Fransız yazar La Fontaine, eşeğin inatçılığını bu zulme karşı bir direniş olarak yorumluyor.

Evcilleştirilmiş eşeğin, M.Ö. 2000 yıllarında, Etrüskler tarafından Akdeniz üstünden Avrupa’ya getirildiği tahmin ediliyor. Eski Yunanlılar ve Romalılar, bu hayvandan hem tarımsal faaliyetlerde hem de savaşlarda yararlanıyorlardı. Ünlü filozof Aristoteles, eşeklerden nasıl yararlanılacağı konusunda değerli öğütlerde bulunmuştu. Nitekim bu hayvanın evcilleştirilmesine ve çiftliklerde yetiştirilmesine Aristoteles'in öğütleri öncülük etmişti. Ünlü bir Romalı tarihçi Plutarkhos, eserlerinde Büyük İskender'in ordusundaki sayısız katır ve eşekten söz ediyor. Bu hayvanlar, dev seferlere çıkan ordunun silah ve yiyeceklerini taşıyorlardı. Roma imparatoru Neron'un eşi İmparatoriçe Poppe ise, farklı bir nedenle tam 500 dişi eşek besliyordu: Her gün, bu hayvanların sütüyle banyo yapıyordu. Ancak eşek sütü, sadece güzellik banyosu için kullanılmıyordu. Protein ve şeker açısından inek sütünden daha zengin olan eşek sütü, zayıf çocuklara ve hastalara da içiriliyordu.

Tektoynaklılar ailesinden gelen hayvanlar, doğal ortamda birbirleriyle çiftleşip, yeni türlerin doğmasına neden oluyorlar. Bu türler kısır, ama güçlü canlılar... Eşek ile atın birleşmesinden doğan katır, bu durumun en somut örneği. Bu melezlemede amaç, canlıya atın gücünü ve hızını, eşeğin de dayanıklılığını ve sağlamlığını vermek... 16. yüzyılda Orta ve Latin Amerika'yı baştan aşağı dolaşan İspanyol kâşifleri, özellikle And Dağları'nı aşarken katırlardan yararlandılar. Eşek ile kısrağın birleşmesinden doğan katırlara yük taşıtırken, dişi eşek ile atın birleşmesinden doğan katırları da kortejin önüne yol bulmaları için koydular.



İtalyan ressam Giatto'nun freskinde, çocuk İsa eşek sırtında Mısır'a kaçıyor.


Aynı aileden gelmelerine karşın, eşek ile at arasında önemli fizyolojik farklılar bulunuyor. Eşeğin uzun kulakları çok daha hareketli ve bu nedenle de, hayvan çok daha gelişmiş bir duyma yeteneğine sahip. Alnı ise attan daha geniş... Bu alın yapısı, hayvanın iki gözüne de 70 derecelik bir açıyla görme kapasitesi sağlıyor. Böylece birçok hayvandan farklı olarak, eşeğin gözlerinin ölü noktası çok küçük... Eşeğin patikalarda yürürken yere sağlam basmasının nedeni de bu... Hayvan, başı öne doğru bir konumdayken, boynunu çevirmeden, arkasında kalan bir metrekarelik alanı rahatlıkla görebiliyor. Eşeklerin sürekli gelişen tırnakları ve dişleri, ata oranla çok daha sert... Hayvanın dış yapısı 5 yılda tamamlanıyor. Erkekler 40, dişiler 36 dişe sahip...

Eşek çöl kökenli bir hayvan olduğu için, günün sıcak saatlerinde değil, geceleri terliyor. Terleme yoluyla, ağırlığının yüzde 35'ini kaybedip, yine su içerek ağırlığının yüzde 20'sini 5 dakikada yeni-den kazanırken, en küçük bir patolojik sorun yaşamıyor. Bu metabolizmayı, atlardan farklı olan tiroit bezleriyle dengeliyor. Ağırlığının yüzde 10'unu terleyerek yitiren bir eşek, önce karnını doyuruyor. Ağırlık yitimi yüzde 17'yi geçtiğinde ise, işe su içerek başlıyor ve daha sonra karnını doyuruyor.

Eşek, sadece bu özelliğiyle çetin koşulların hayvanı değil. Bağırsak yapısı da ona önemli avantajlar sağlıyor. Atın bağırsağına oranla daha geniş, ama daha kısa olan bağırsağı sayesinde, atın sindiremediği, zengin olmayan besin maddeleriyle yetinebiliyor. Günlük beslenmesinde, hayvanın yaşı, cinsiyeti, mevsim ve harcadığı güç göz önüne alınıyor. 170 kilogram ağırlığında bir eşeğin, normal koşullarda, günde 2-3 kilogram saman tüketmesi gerekiyor.

Dişi eşekler 3, erkekler ise 4 yılda çiftleşecek konuma geliyorlar. Bu dönemde erkekler çok farklı bir kimlik gösteriyorlar. O sakin ve sessiz hayvan gidiyor, yerine sürekli hareket eden, gerektiğinde saldırganlaşan bir yaratık geliyor. Aynı günlerde erkeklerin idrar tüketimi de artıyor. Kendi egemenlik bölgesinin hemen her noktasına damgasını vurmak için sürekli idrarını yapıyor ya da sürtünerek kokusunu bırakmaya çalışıyor. Amacı, gözüne kestirdiği dişilere başka rakiplerin göz koymasını önlemek... Çiftleşme sırasında, erkekler dişilerin ensesini ısırıyorlar. Eşek uzun dişlere sahip olduğu için, bu eylem öldürücü olmasa da, dişide ciddi yaralanmalara yol açabiliyor. Bu sıcak tarihlerde, bir dişi birden fazla erkek tarafından döllenme riski taşıyor. Ne var ki, erişkinliğe ulaşmamış erkekler, dölleme kapasitesine sahip olmakla birlikte, spermleri gebeliği oluşturacak kadar güçlü değil. Dişi eşeğin gebeliği 11-14 ay sürüyor. Doğumdan önceki 4-5 gün ana eşek için zor geçiyor. Bu günlerde ateşi yükseliyor ve büyük acılar çekiyor. Doğumdan 3 hafta sonra dişi eşek yeniden gebe kalabilecek bir duruma geliyor.

Eşeklerin çok ilginç bir aile yaşamı ve toplumsal ilişkileri var. Amerikalı hayvanbilimci Suzanne Woodward, iki yıl boyunca Arizona'da eskiden yabani olan 30 eşeği incelemiş. Bu hayvanlarda grup duygusunu, dişilerin oluşturup koruduğunu ileri sürüyor. Sıpalar uzun bir süre annelerinin yanından ayrılmıyorlar. Grubun hareketlerini ve göçlerini en yaşlı dişi yönlendiriyor. Gençler, grubun diğer dişileri tarafından eğitiliyorlar. 4 yaşına geldiklerinde grubu terk edip, kendi gruplarını oluşturmaya başlıyorlar.

Erkek eşeklerin bir haremi yok. Tam tersine, bir dişi 17 erkekle birlikte olabiliyor. Erkek eşekler, diğer erkeklere yasak olan kendi bölgeleri içinde tek başına yaşıyorlar. Bir erkek eşeğin egemenlik alanı 3 kilometrekareden 70 kilometrekareye kadar değişebiliyor. Egemenlik alanları konusunda çok titizler. Bu nedenle sık sık kavgalar yaşanıyor ve eğer eşeklerden biri pes edip kaçmazsa, kavga çoğu zaman ölümle sonuçlanıyor.

Arka arkaya sıralanan yüksek notalar zincirinden oluşan eşek anırmasının çok önemli bir toplumsal işlevi var. Eşek, anırarak sahibine aç olduğunu anımsatıyor. Ayrıca anırma, çiftleşme döneminin karşılıklı iletişim aracı... Aşık eşeklerin serenadı gece gündüz demeden günlerce sürebiliyor. Hayvanların bağırmaları 15 kilometrekarelik bir alana yayılıyor. Ancak anırma, sadece bencil istekleri yansıtmıyor. Eşekler de, tıpkı köpekler gibi yabancı bir kişi gördüklerinde anırmaya başlıyorlar. Ne var ki, bu olay çoğu zaman tam anlamıyla bir şamataya dönüşüyor. Çünkü, bir eşek anırdığı zaman, çevresindeki tüm hemcinsleri ona cevap vermeye başlıyorlar ve ortaya korkunç bir gürültü çıkıyor. Eşeğin anırmasını durdurmak için ağzını bastırmak yeterli. Ama bunu hemen yapmanız gerekiyor. Geç kaldığınız takdirde, en az 20 saniye sürecek bu detone konsere katlanmak zorunda kalırsınız. Eşeklerin anırmasını önlemek için, özellikle Kuzey Afrika ülkelerinde hayvanların burun deliklerini çizmek gibi bir yöntem kullanılıyor. Çünkü eşeklerin, anırmak için burun deliklerini kapamaları ve ağızlarıyla sesli bir biçimde solumaları gerekiyor. Burun delikleri çizildiği takdirde, bunlar kapanmayacağından anırma ortaya çıkmıyor. Bu yöntem, Birinci Dünya Savaşı sırasında, düşman, birçok gece harekâtını duymasın diye, ordudaki eşekler için de uygulanmıştı.

Eşeklerin anırmasıyla ilgili tarihsel bir öykü de var... Herodotos'un aktardığına göre, Darius'un Pers ordusunun içinde atlı İskit askerleri de bulunuyordu. Bu atlar, Yunanistan'da ilk kez bazı eşeklerle karşılaşıp, onların anırmasını duyunca paniğe kapılmış ve üstündeki askerleri atarak dört bir yana dağılmıştı. Mitolojide de ünlü Dionysos'u Devler'in saldırısına karşı uyaran iki eşeğin bağırtıları değil miydi?

İrfan UNUTMAZ

18 Mart 2008 Salı

Köyümüzde Bodur Elma Projesi


Samsun'un Alaçam ilçesinde Bodur Elma yetiştiriciliği hızla yayılıyor. Son yıllarda özellikle Samsun İl Özel İdare Müdürlüğü bütçesi ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı kaynaklarından uygulanan projeler sayesinde, çiftçilerin bodur elmacılığa ilgisinin arttığı bildirildi.

Alaçam İlçe Tarım Müdürlüğünde Bodur Elma yetiştiriciliği hakkında Ziraat Mühendisi Ahmet Çelebi, konuyla ilgili bilgi vererek, vatandaşı bilgilendirdi. Slayt gösteri halinde anlatılan Bodur Elma yetiştiriciliği halkın yoğun ilgisini çekti. Alaçam İlçe Tarım Müdürü Ümit Albayrak, "Alaçam İlçemiz, birçok meyve türü için olduğu gibi Bodur Elma yetiştiriciliği içinde çok uygun şartlara sahiptir. İlçe Tarım Müdürlüğü olarak, ilçemizde Bodur Elma yetiştiriciliğini geliştirip yaygınlaştırmak amacı ile yaptığımız eğitim ve yayım faaliyetlerine ilave olarak İl Özel İdare Müdürlüğü bütçesi ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı kaynaklarından Bodur Elma fidanı dağıtım projeleri uygulamaktayız. Uyguladığımız Bodur Elma projeleri, son derece başarılı olmuştur.

Köyümüzde 2007 Yılında  Başlatılan Bodur Elma Projesin'den Bir Görüntü
Fidanlar Sürgüne Dönmüş

Bodur Elma yetiştiriciliğinin çok büyük avantajları vardır. Fidan dikiminin ilk yılından başlamak üzere her yıl düzenli ürün elde edilir. Üretime erken başlanması sebebi ile yatırım masraflarının geri dönüşümü daha çabuk olur. Üretim ve bakım masrafları (budama, ilaçlama vb. gibi) ile hasat masrafları daha az olur. Bu önemli avantajlara sahip olan Bodur Elma yetiştiriciliği, Bakanlığımızın da destek kapsamında olup İlçe Tarım Müdürlüğü olarak yeni Bodur Elma projeleri uygulamak için çalışmalar başlatmış bulunuyoruz. Şartları Bodur Elma projelerinden faydalanmaya uygun olan çiftçilerimizin en kısa süre içerisinde İlçe Müdürlüğümüze müracaat etmelerini bekliyoruz" dedi.

Daha sonra Alaçam Kaymakamı Mustafa Masatlı,"Meyveciliğin geliştirilmesine yönelik proje tüm hızıyla devam ediyor. Son olarak 6 bin 300 adet Bodur elma çiftçilere dağıtıldı. Samsun İl Özel İdare Müdürlüğü bütçesi ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı kaynaklarında Bodur Elma fidanı dağıtım projeleri uygulamaktayız. Meyveciliğin Geliştirilmesi Ve Kapama Meyve Bahçeleri Kurulması" projesi kapsamında 2006 yılı ilkbahar dikim sezonunda ve 2007 yılı ilkbahar ve sonbahar dikim sezonunda olmak üzere 3 parti halinde sertifikalı meyve fidanları getirtilerek çiftçilerimize dağıtımı yapıldı 2006 yılı sonbahar dikim sezonunda dağıtımı yapılan 40 dekar bodur elma, 11 dekar bodur kiraz, 2007 yılında ise 52 dekar bodur elma 20 dekar bodur kiraz olmak üzere toplam dağıtılan meyve fidanı 82 dekar bodur elma, 31 dekar bodur kiraz çiftçilerimize dağıtımı yapıldı. 2008 yılında ise bu rakamlar 100 dekar bodur elma, 50 dekar ise bodur kiraz olması planlanıyor. Bodur elmada katkı payı 1.00 YTL. Bodur kirazda ise, 3 YTL olduğu bildirildi. Daha geniş bilgi için Alaçam İlçe Tarım Müdürlüğüne başvurulması gerekmektedir" diye konuştu.

17 Mart 2008 Pazartesi

Uzun Eşşek




Adı uzun eşşektir ama eşşek gibi oynanmaması gerekir. bir çok strateji ve taktik gerektirir. Çünkü önemli olan eşşeğe binmek değil eşşeği devirmek ve tek mi çift mi seçimine kadar oyunu uzatıp işi şansa bırakmamaktır.

Unutulmamalıdır; devrilmeyen eşşek yoktur. deviremeyen binici vardır. İlk olarak değinmek isterim ki kızların etekleriyle oynadıkları şey, uzaktan bu oyuna benziyor gibi gözükse de olsa olsa uzun sıpa olabilir. Bu başından sonuna kadar erkek oyunudur. Hatta takım içinde gereksiz atraksiyonlara sebebiyet vereceğinden kızların seyretmesi bile sakıncalıdır.

En güzel oyunlar 6’şarlı ekiplerde olur. Her takım kendi içinde karakteristik bireylere sahiptir. Bunlar ilk olarak zayıflar ki hep eşşeğin başını çekerler. İkinci olarak ağırlar; düştükleri yerde çok zarar bırakır ama kısa düşerler. Eşşekte genelde öne yakın yerlere geçirilirler. Üçüncü olarak askerler; bunlar rakibi zayıflatıp öldürücü darbe için zemin hazırlamakla görevlidirler. Orta kilolu civan gibi delikanlılardan oluşurlar, son olarak da liderler; güçlü, hızlı, ağır ve çamur. Onlar stratejiyi, atlama sırasını ve eşşeğin dizilişini belirlerler. Bir eşşekte liderler çoğunlukla en sonda yer alırlar ve sürekli eşşekten kafayı çıkarıp “hadi olum atlasanıza” diye karşı takıma bağırırlar. Liderlik özelliklerini tam olarak gösterirler. Onlar eşşek değil binici doğmuştur. Rakiplerinin tepelerine beklemedikleri yerden binmek için gereken her şey vardır onlarda.

Rakiplerin denk olduğu durumlarda her şey lidere ve belirleyeceği taktiklere kalmıştır. Toplam ağırlık rakibi devirmeye yetmiyorsa lider yılların birikimi ile mükemmelliğe ulaşan şu tekniklere başvurur:

İlk olarak en önemlisi; uzun eşşekte yavaş atlayış diye bir şey yoktur. Zamanlama, uyum ve denge hayatidir. Herkes ard arda atlamalıdır. Standart bir uzun eşşek atlayışında aynı anda havada 2 eleman olmalıdır. Bu eşşeği sarsacak, toplanmasına fırsat vermeden al aşağı edecektir. Eşşeğin genel olarak en zayıf yeri en dandik elemanların konduğu en önüdür. Normal bir atlayışla ulaşılmayacak kadar uzaktır ama imkansız değildir. Eşşeğin en ön sırasına gülle gibi düşmek için kullanılan yöntem “sıçrama tahtası” yöntemidir. Ekibin tam bir koordinasyonunu gerektiren atlayış da askerlerden biri hızla eşşeğe koşarken lider onu izler. Asker eşşeğe kısa bir mesafe kalınca hızla yere çömelir ve kaplumbağa pozisyonu alır. Ardından gelen lider onun sırtına basıp yeterli hızı ve ivmeyi kazanıp uzun mesafeler kat ederek en öne konar. Buna “V2” atlayışı da denir. Beklemediği ve en zayıf yerinden vurulan eşşek anında çökecektir. Zor bir atlayıştır ama imkânsız değildir.

İkinci olarak “şaşırtma” yöntemi gelir. Amaç kaslarını tamamen kasmış, atlayıştan sonraki ani bir titreme, sarsıntı ve güç boşalmasına kendini hazırlamış eşşeğin, biyolojik saatini şaşırtmaktır. Gene ard arda iki eleman koşar, önden gelen atlamak yerine eşşekten bir eleman gibi eşşeğin arkasında yerini alır. Teyakkuzda bekleyen eşşekde bir anlık dumur olur ve hemen arkadan gelen elemanın uzun olmayan ama yüksekten gelen atlayışı ile önce sağa sonra sola yalpalanıp devrilir.

Bireysel olarak atlayış stili de önemlidir. Normal bir insan yardımsız 3 ila 4 kişiyi aşabilir. Ama bu atlayış zayıf ve dengesiz bir atlayışdır. Genelde zayıf bir atlayışta yıkılması muhtemel bölüm 6. veya 5. sıralardır. Bu sebepten ötürü strateji dışındaki uzun ve güçsüz atlayışlardan ziyade “havan” atlayışı tabir edilen kısa ama yüksekten atlayışlar tercih edilmelidir. Burada yavaşça koşulup eşşeğe ellerle vurulur ve alınan güç ile yükselip etkili bir atlayış yapılır. Bu atlayışlarda denge daha kolay sağlanır. Sağlam bir atlayıştan sonra eşşeğin yıkılması işten bile değildir.

Diğer bir strateji ise “aşırtma” dır. Birçok taktikte olduğu gibi burada amaç rakibi beklemediği yerde ve zamanda vurmaktır. Bu stilde 4. oyuncunun atlaması ile eşşeğin yıkılması beklenir. 4. atlayıcının lider olması gereklidir. İlk olarak ağır tabir edilen eleman eşşeğin ilk boğumuna yani 5 ve altıncının kesiştiği yere sağlam bir atlayış yapar. Bu en sondaki karşı takımın liderini oldukça zorlar. Bilindiği üzere ağırlık destek noktasından ne kadar uzaksa taşınması o kadar zorlaşır. Ensesinde temiz bir 85 kilo olan liderin eli kolu bağlanacaktır. Daha sonra ilk asker atlayışını 5. nin üzerine yapar ardından gelen diğer asker ise arkadaşının üstüne yani 5. sıranın üstüne atlar. Bu andan sonra eşşek kendini tamamen kümülatif bir saldırıya hazırlar. Ama 4 olarak gelen lider uzun bir atlayışla beklenmeyen yere 5. sıranın üstünden aşarak 4 ve 3 ün arasına düşer. Bu atlayışta “kule” tabir edilen 5. sıradan güç alıp yükseklik kazanır. Atlayışın çeşitli yorumları olabilir. Liderden önce 4 kişi atlayıp arkadaki yükü artırabilir. Bunlar takım içindeki bireylerin yeteneklerine kalmıştır.

Başka bir atlayış ise “blitzkrieg” olarak anılan atlayıştır. Bu atlayışta ilk önce havadan yüksek atlayışlarla eşşeğin ön tarafına yüklenilir daha sonra da ağır toplar yıkıcı darbeyi vurur. Atlayış bir yıldırım kadar seri ve yüksekten olmalı, ağırlık ta elden geldiğince belli bir yere yığılmalıdır.

“Sarkaç” olarak tabir edilen atlayış ise advanced oyunlarda uygulanan oldukça zor bir stratejidir. Bu tam olarak bir atlayıştan ziyade eşşeğin dengesini bozmak için eşşek üzerinde yapılan kayma hareketidir. Bilindiği gibi atlayıştan sonra eşşek üzerine hareket etme oyun kuralları dışındadır. Stratejiyi komplike yapan budur. Atlayışı yapan eleman konduğu an ayağını altındaki elemanın bacağına takıp yana doğru sarkar. Bunu düşer gibi yapar. Standart atlayışda 90 derece olan duruş açısını 50-60 dereceye kadar düşürmelidir Bu şekilde yapılan bir kaç atlayış eşşeğin dengesini kalıcı olarak bozacak ve eşşeğin daha fazla efor sarfetmesini sağlayacaktır. Bundan sonra ağır hareket etmek gereklidir, her geçen saniye eşşeği daha da zorlayacaktır. Daha sonra yapılacak olan “kesme“ tabir edilen iki atlayış ile eşşek yıkılacaktır. Tabi kesme atlayışında dikkat edilmesi gereken kesiğin vuruş açısını sarkaçların olduğu yönde verebilmektir ki bu da zaten sarkaç atlayışının advanced bir atlayış olduğunu açıklar. Dikkat edilmesi gereken bir husus ise eşşeğin çöküşünün tam olarak aşşağı doğru değil yana doğru bir açı ile olacağından anlamsız yerlere takılan bacakların her iki ekibinde canını yakabilir olmasıdır. Ama dediğimiz gibi, bu bir erkek oyunudur.

Genel olarak atlayışlarda eşşeğin birleşim noktalarına atlamamak gerekir. Burada eşşek tarafından bilinçli olarak bırakılan açıklıklar ayağın yere değmesine sebep olabilir. Başka bir husus ise ayakların durumudur. Ayaklar atlayışdan sonra eşşeğin alçalacağı göz önünde bulundurulup, mümkün olduğunca kıça yakın tutulmalıdır.

Oyunun genel amacı saldırı olduğundan atlayışlar üzerinde bu kadar durduk. Ama tabiki olayın birde eşşek olunduğunda yapılması gerekenler boyutu vardır.

Eşşek konumunda yapılması gereken şeyler sınırlıdır. Rakibin nasıl atlayacağı sizin dizilişinize göre belirleneceğinden standart diziliş olan sonda lider askerler ve yastığa yakın yerlere de zayıf elemanlar yerleştirilir. Lideri eşşeğin arasında bir konuma da yerleştirebiliriz. Ama bu kesinlikle sonlarda olmalıdır. Eşşekteki elamanlar kollarını önündeki elemanın bacaklarına dolayıp daha sıkı bir örgü oluşturmalıdırlar.

En önemli husus atlayıştan sonra darbenin nasıl savuşturulacağıdır. Darbe karşısında asla gerilmiş ve sert bir yapıda durulmamalı, bacaklar dik pozisyondan ziyade dizler hafif kırık olmalıdır. Atlayıştan sonra dizler hafif yaylanıp darbeyi emmeli, şarj sona erdikten sonra güç verilip ağırlık kaldırılmalıdır. Sondaki elemanın ayakları birbirine çok yakın ve önündeki elemana yakın durmalıdır. En önemli olan darbeyi emmektir. Unutulmamalıdır ki eşşeği yıkan sadece ağırlık değil, darbenin gücüdür.
Eondeisn
www.zuxxi.com