PSEUDO- SKYLAX’IN COĞRAFYA NOTLARI (34-36)
MÖ 335 yılına doğru, PseudoSkylax tarafından hazırlanan bir coğrafya kitabında da, Kolkha ülkesi ile ilgili bilgiler yer almaktadır. Bu kayıtlarda, daha kuzeydeki bazı Sarmatia kabilelerinin isimleri sıralandıktan sonra, Kolkha sahilleri hakkında bilgiler verilir. Buna göre sahilde kuzeyden güneye sırasıyla, Dioskuria [Bugünkü Sohumi kenti], Gyenos [Muhtemelen bugünkü Oçamçire yakınlarında], ve Phasis [Muhtemelen bugünkü Poti yakınlarında] isimli Yunan koloni kentleri ile Gyenos, Kherobios, Khorsos, Arios ve Phasis isili akarsular bulunur. Phasis’den sonra da sırasıyla güneybatıya doğru, Ris, İsis ve Latronun isimli akarsular ve Apsaros bulunur. Ardından da, Byzeri [farklı kaynaklarda Buzeri ya da Bueri olarak da geçer] kabilesi ile Daraanon ve Arion dereleri, Ekekhiri [Farklı kaynaklarda Ekriti ] kabilesi, Pordanis [Farklı kaynaklarda Byritanis olarak da geçen bugünkü Furtuna deresi] ve Arabis dereleri [Farklı kaynaklarda rkhabis olarak da geçen bugünkü Arhavi deresi] dereleri,Limne kenti ve Odini isimli Yunan koloni kenti ve ardından Bekhiri limanı, Bekhiri kabilesi ve yine Bekhiri adıyla anılan Yunan koloni kenti, Makrokephali kabilesi[Uzun kafalılar anlamına gelen Mkarokephali tabiri, Makhroni adıyla bilinen ve bu bölgenin yüksek kesimlerinde yaşayan yerli bir kabileye Yunanlılarca yakıştırılmış bir isim olmalıdır. Xenophon da aynı kabileyi Makron adıyla kaydetmiştir].
Skylax, sahil boyunca sıraladığı tüm bu yerlerin dışında, Kolkha ülkesinin iç kısımlarında, Phasis nehrinden yaklaşık 30-35 km iç kısımlarında olduğunu belirttiği, ancak ismini açıklamadığı, yerlilere aiy büyük bir kentin varlığı da belirtilmektedir.[Müller, K.(1855)]. Skylax’ın bahsettiği bu kent, muhtemelen Phasis nehri havzasında, bugünkü Vani mevkiinde kalıntılarına ulaşılan antik Kolha kentidir. Bu bölgede yıllardır yürütülen kazılar sonucu, Kolkha uygarlığına ait bir çok buluntu elde edilmiştir. Bu yerleşime ait kalıntılar, yine Sairkhe civarında bulunan diğer bir antik Kolkha yerleşim kalıntılarıyla birlikte, şu ana dek ulaşılabilen en büyük iki yerleşlim kalıntılarıyla birlikte, şu ana dek ulaşılabilen en büyük iki yerleşimden birinin ve muhtemelen de Kolkha başkentinin izlerini günümüze taşımaktadır. Kolkhalıların yazı dilleri olmaması nedeniyle, Kolkha ülkesinin bu en büyük kentinin ismine dair kesin bir kayda ulaşmak mümkün olmamamıştır.
Ancak, D. Braund’a göre; son dönem kazılarda, bu kentin kalıntıları arasında bulunan bronz bir parça üzerinde, yer adı olarak geçen “Souris” şeklindeki bir yazı, coğrafyacı Ptolemeus’un Kolkha haritesında görülen ve ondan önce de Plinius tarafından bahsedilen Surium kentinin ismiyle benzeşmektedir [Braund, D (1994)]. Plinius’Un kendi döneminde, Phasis havzasında ayakta kalabilmiş tek Kolkha kenti olarak tanıttığı Surium kenti, büyük ihtimalle Skylax’ın kayıtlarında da “yerlilere ait büyük kent” olarak geçen yerleşimdir ve Braund tarafından işaret edildiği gibi bugünkü Vani civarında bulunan kalıntılar da ine aynı kentin harabeleri olmalıdır... Bu kalıntılar arasında, özellikle Skylax’ın yaşadığı döneme ait zengin buluntular elde edilmesi, bu bilgileri doğrulamakta; aynı zamanda, yine bu kalıntılar arasında bulunan ve Kolkhalı yöneticilere ait oldukları düşünülen [Braund, D (1994)] bir grup damga, Surium kentinin o dönemde Kolkha ülkesinin başkenti olabileceğini göstermektedir. Bu damgaların büyük olanında Grek harfleri ile “Kral Melabe” yazmaktadır. Daha küçük olan diğer damgalarda ise, “Khorsip”, “Orazo” ve “Ermo...” isimleri okunmaktadır [Tsetskhladze,G.R. (1991)] ve bu diğerleri, kraldan sonra gelen Kolkhalı yöneticilere aitmiş gibi görünmektedir.
BÜYÜK İSKENDER DÖNEMİ VE SONRASI (37-41)
Büyük İskender’in, Pers İmparatorluğu’nu ele geçirerek, Önasya’da İran egemenliğine son verdiği yıllarda, Doğu Karadeniz’de varlığını devam ettirmekte olan Kolkha krallığı, bu gelişmelerden etkilenmemiş ve bağımsızlığını korumuştur. Bu yıllara tarihlendirilen çok sayıda Kolkha sikkesi, ülkede merkezi bir siyasi otoritenin varlığını göstermektedir.
Bu yüzyılda gelişen arz talep ilişkileri sonucu, Doğu Karadeniz’de dış pazarlara yönelik köle ticareti, oldukça yoğunlaşmıştır. Özellikle, Yunanistan’da ve Kırım bölgesinde elde edilen arkeolojik bulgular, bu ticaretin izlerini günümüze kadar taşımaktadır. Bu bölgelerde, bu döneme ait kayıtlarda sıkça rastlanan “Kolkh” ve “Kolkhos” benzeri insan isimlerinin, Kolkha kökenli köleleri ve onların soylarını temsil ettiği düşünülmektedir [Braund, D ve Tsetskhlazde, G.R. (1989)]. Bu döneme tarihlendirilen, Yunanistan’da çömlek imalatında çalıştırılan bir grup kölenin puantaj tablosu da, bu yöndeki örneklerden sadece bir tanesidir. Bu tabloda, etnik kökenleriyle ya da isimleriyle tanımlanan köle listesi içinde, Kolkh ibaresine de rastlanmaktadır.
Bu yıllarda Kolkha ülkesi ile ilginç bir kayıt da, Büyük İskender’in Doğu seferine katılarak, Anadolu ve Ortadoğu’yu dolaşan Aristoteles’e aittir. Hyavancılığı konu aldığı bir yazısında Aristoteles, Phasis bölgesindeki küçük cins sığırların Yunanistandaki büyük sığırlara göre çok daha fazla süt verimine sahip olduğunu belirtmektedir. Kolkhalıların, sadece hayvancılıkta değil, diğer alanlardaki gelişmişlik düzeyleri de ilgi çekici ayrıntılarla günümüze ulaşmıştır. Xenophon “avcılık” isimli bir çalışmasında, keten dokumalarıyla tanınan Kolkhalıların, ürettikleri kendir iplerinin de, ağ yapımındaen makbul malzemelrden biri olduğunu vurgulamaktadır. Çok eski bir metalurji birikimine sahip olan Kolkhalılar, para basımı konusunda da oldukça yetenekliydiler. Elde edilen arkeolojik bulgular, onların bu potansiyellerini, kendi Kolkha sikkelerinin dışında da kullanılmış olduklarını göstermektedir.
Kolkhalılar, gerek bu yıllarda; gerekse MÖ 323 yılında Büyük iskenderin ölümünden [Suzanne,B (1998)] sonra ve onun halefi olan Lysimakhus döneminde; kendi sikkeleri dışında bol miktarda sahte Makedonya sikkesi de basarak ülkeler arası dolaşıma sokmuşlardır. Kolkha’da basılan bu taklit sikkelerin, Makedonyalıların siyasi itibarlarından yararlanılarak, Kuzey Kafkasya’dan, Orta Avrupa’ya kadar çok geniş bir alanda piyasaya sürülmüş olduğu anlaşılmaktadır. [Golenko, K.V. (1972)].
Doğu Karadeniz ile ilgili gözlemleri dolaylı olarak günümüze ulaşmış olanlardan birisi de, MÖ 283 YILINDA Mısır kralı olan Philadelphus’un [Tsetskhladze,GR 1993] Timosthenes isimli donanma komuatnıdır. Plinius’un, Timosthenes’i referans olarak göstererek aktardığı bir rivayete göre; Kolkha ülkesindeki sahil kenti Dioskuria [Sokhumi], o zamanlarda, farklı diller konuşan 300 ayrı kabilenin uğrak yeriydi ve buradaki tüccarlar, ticari faaliyetlerini yürütebilmek için kadrolarında, 130 kişilik bir çevirmen kadrosu bulundururlardı [Rackham, H. (1942)]. Gerçekten de, bu yıllarda kendi sikkelerini basan, bağımsız bir Yunan koloni kenti olan Dioskuria, bölge ticaretinin en öenmli merkezlerinde birisi durumundaydı [Bernhard, M.L. (1976)].
Bir sonraki yüzyılın başlarında basıldığı tahmin edilen ve üzerinde “Kral AKİ” İBARESİ BULUNAN Kolkha sikkeleri, Kolkha Krallığı’nın, bu yıllarda da varlığını devam ettirmekte olduğunu göstermektedir. Kral Aki sikkelerinin bilinen iki örneğinden birisi, merkezi Kolkha’nın iç kısımlarında, Tsulukidze civarında, diğeri ise Trabzon yakınlarında bulunmuştur. [Braund, D (1994)]. Yine aynı dönemde, MÖ 144 yılına kadar olan gelişmeleri yazan, Yunan tarihçisi Polybius, eserinin bir bölümünde, Yunanistan ile Karadeniz ülkeleri arasındaki ticari ilşkilere dair bilgiler vermekteir. Buna göre, Karadeniz ülkeleri, büyükbaş hayvan ve köle kaynakları açısından oldukça bereketlidir. Aynı bölgenin diğer ideal ürünleri, “bal, balmumu ve tuzlanmış balık” olarak sıralanır. Polybius’a göre, Yunanlılar ithal ettikleri ürünlere karşılık, bölgeye “zeytinyağı ve şarap ihraç” etmektedirler. [Braund, D ve Tsetskhladze, G.r. (1989); Paton, W.R. (1922)] Bahsedien tüm bu ticari ürünler, diğer antik çağ kaynaklarında da, Doğu Karadeniz sahillerinin önemli ihraç ürünleri olarak geçmektedir ve söz konusu ticaretin ağırlıklı olarak gerçekleştiği yer de, muhtemelen Kolkha ülkesidir.
MİTHRİDAT EGEMENLİĞİ DÖNEMİ (42-44)
Büyük İskender döneminde İran egemenliğine son verilmesinin ardından, Anadolu’da bir çok eni siyasi oluşum ortaya çıkmış, çoğu İran kökenli olan eski valiler, kendilerini bulundukları bölgelerin kralı olarak ilan etmişlerdi. Bunlardan biri de, Karadeniz Kapadokyası olarak bilinen bölgede, Amasya kentini kendilerine yönetim merkezi olarak bilinen bölgede, Amasya kentini kendilerinine yönetim merkezi olarak seçen, İran menşeli Mithridat hanedanıdır. MÖ 114 yılında iktidara gelen Mithridat VI Eupator’un saltanatı sırasında en parlak çağını yaşayan bu hanedan batılı kaynaklarca daha sonra farklı ünvanlarla anılmış olsa da, gerçekte; Mithridatların yaşadığı çağa tanıklık eden tarihçiler, bu siyasi oluşumu genellikle krallarının ismi ile anmışlardır. Dönemin kaynaklarında, sadece Mithridatların şahsi iktidarları ön plana çıkarılmış ve son kral Mithridat VI’dan söz edilirken de, her hangi bir ülke ya da devlet adı anılmadan, sadece “Büyük Kral Mithridat” ya da “Mithridat Eupator” ünvanları kullanılmıştır. [Walton, F.R. (1957), f.r. (1967); Platon, W.R. (1926).
Mithridat VI, saltanatının ilk yıllarında, başkentini önce Amasya’dan Sinop’a taşımış, sonraki yıllarda, egemenlik alanı Trakya ve Yunanistan’a doğru genişlediğinde de, Ege sahillerindeki Bergama kentini yeni yönetim merkezi olarak belirlemiştir. MÖ 110 yılına doğru, Kolkha ülkesini de egemenliği altına alan Mithridat, bu ülkeyi valileri aracılığıyla yönetmeye başlamıştır. Mithridat egemenliğinde Kolkha ülkesinin durumu ile ilgili bilgiler oldukça yatersiz olmakla birlikte, MÖ 83 yılında, Kolkhalıların ayaklanması ve valinin değiştirilmesi talebinde bulunmaları, bu dönemde, bölgeye ilişkin tarihsel kayıtlarda yer almaktadır. [Dundua, G.F ve Lordkipanidze, G.A. (1979).
MÖ 65 yılında Romalılara karşı yürüttüğü savaşı kesin olarak kaybeden ve Anadolu’daki egemenliğinden vazgeçmek zorunda kalan Mithridat, son çare olarak Kırım bölgesindeki topraklarına giderek, hükümranlığını orada sürdürmeye karar verir. Bu yolculuğunda, Roma donanmasının Karadenizdeki varlığı nedeniyle, kara yolculuğunu tercih eder ve Karadeniz’in doğusundan Kolkha ülkesi toprakları üzerinden geçerek, Kırım bölgesine ulaşır. Onun bu maceralı yolculuğu ile ilgili olarak aktarılan rivayetlerde, özellikle Kolkha’nın kuzeyindeki sahillerde karşılaştığı yerli kabilelere ve onlarla olan ilişkilerine değinilir;
“...Mithridat’In kendi ülkesini terk edip, Bosphorus’a kaçtığı dönemde Heniokhi’lerin dört kralı vardı. Mithridat onların ülkesinden herhangi bir engelleme ile karşılaşmadan geçebilmiş; ancak Zygi kabilesinin topraklarından geçerken, bu memleketin engebeli, sarp arazisi ve sakinlerinin vahşiliği nedeniyle, yolun büyük bir kısında ancak denizin kenarından yürüyerek ilerleyebilmiş, Akhai topraklarına zorlukla ulaşabilmişti. (Strabon, 11.2.13)[Jones, H.L. (1917)].
ROMA EGEMENLİĞİ DÖNEMİ (Sf.45-47)
MÖ 64 yılında, Roma imparatoru Pompeius, Mithridat’a karşı kazandığı seferin ardından, daha önce Mithridat’ın egemenliği yada etkisi altında olan ülkelerin yönetimlerini, savaşta kendisini destekleyen müttefik dostlarına paye olarak dağıtmıştır. Bu paylaşım sırasında,Kolkha ülkesi de, Aristarkhus adıyla bilinen yerli bir derebeyinin mülkiyetine verilmiştir. Kendisini Kolkha kralı olarak ilan etmiş ve adına sikkeler bastırmış olmasına rağmen, Aristarkhus’un Kolkha ülkesinede merkezi bir otorite kuramadığı ve doğrudan Roma’ya bağlı yerel bir vali olmanın ötesine geçemediği düşünülmektedir. Bastırmış olduğu sikkelerden birinin üzerinde yer alan “onikinci yıl” ibaresi onun, MÖ 52 yılında da saltanatını devam ettirmekte olduğunu göstermektedir [Golenko, K.V (1974)]. Antik çağda Kolkha kültüründe önemli bir olgu olan “Güneş Tanrı” kültü onun sikelerinde de izlerini devam ettirmiştir. Sonraki yıllarda, Roma imparatorluğu’nda Pompeius ile Sezar arasındaki iktidar mücadelesi, bağlı devletleri de kapsayan büyük bir iç savaşa dönüşmüş ve bu dönemde Kolkha ülkesi de bu gelişmelerden etkilenmiştir. Latin şairi Lucan, Roma iç savaşını konu alan “Pharsalia” isimli eserinde, Pompeius’un müttefikleri arasında Kolkhi ve Heniokhileri de saymaktayız. Yine aynı dönemde, MÖ 48 yılına doğru, Mithridat’ın oğlu Pharnak, Roma’daki iç karışıklıklardan yararlanılarak Kolkha ülkesini istila etmiş ve ardından Romalılarca yenilgiye uğratılmıştır. (Braund, D. 1994).
Romalı mimar Vitruvius, MÖ 25 yılına doğru yayınladığı (Slivnik, L. (1997) on ciltlik ünlü eserinde, farklı kültürlerin, farklı inşaat tekniklerinden ve mimarilerinden bahsederken, Kolkhalıların kendilerine özgü ahşap konutlarına ve yapı tekniklerine değinir;
“Karadenizdeki Kolkhi kavmi, bol kereste kaynaklarına sahiptir ve onların yapı teknikleri de bu kaynaklara bağımlıdır.. Onlar, iki ağacı zeminin üzerine paralel bir şekilde yatırarak aralarında bir ağaç boyu mesafe bırakırlar, sonra da bunları; üzerlerinde, uç kısımlarından karşılıklı iki ağaç daha koyarak birleştirirler. Bu belirlenmiş alan içinde kalan yer evin iç kısmı olur. Bu dört kenardaki duvar aynı şekilde üstüste ağaçlar koyarak, yukarıya doğru yükseltilir. Böylece köşelerde, her ağaç bir diğerini düşey olarak desteklemiş olur. Ağaçların kalınlıklarına bağlı olarak arta kalan karşılıklı boşluklar, çamurla ve küçük parçalarla kapatılır. Çatının yapımı için deaynı yöntem uygulanır. Ağaçların uzunlukları aşamalı olarak azaltılarak, köşeler arası mesafe giderek daraltılr ve böylece piramite benzer bir çatı formu elde edilir.
Çatıyı dal parçaları ile ötrterler ve üzerini balçıkla sıvarlar. Böylece onların bu dört kenarlı çatıları, kabaca bir tonoz şeklini almış olur. (Vitruvus; De Architectura, II,1, 4) [ Granger, F.(1931) ]
Vitruvius’un eserini yazdığı bu yıllarda, Roma imparatorluğu da doğu eyaletlerinin yönetimi ile ilgili yeni düzenlemeleri, yürürlüğe koymuştur. Buna göre, bugünkü Trabzon ve çevresi, Amasya’da hüküm süren “Polemon” hanedanının yönetimine verilmiş ve bu şekilde bu bölgeyiğ de içine alacak şekilde, Roma’ya bağlı “Karadenzi Polemonia Krallığı” kurulmuştur. Kolkha ülkesi de, MÖ 8.yılında Kral Polemon I’in ölümünden sonra tahta geçen kraliçe Pythodoris tarafından Polemonia Krallığı’nın topraklarına dahil edilmiş ve bu kraliçenin saltanatı süresince, Polemonia Krallığı’nın egemenliği altında kalmıştır. [Braund, D (1994)]
STRABON’UN NOTLARI
Çağının en önemli coğrafya kitabını yazan Amasyalı Strabon, daha sonra yaptığı bazı düzeltme ve eklemelerin dışında, büyük kısmını, en geç MÖ 5 yılına doğru tamamladığı düşünülen [Dilke, O.A.W. (1985)] bu eserinde, Doğu Karadeniz sahilleri ile ilgili önemli biğlgiler vermiştir. Strabon, Doğu Karadeniz’den bahsettiği bölümün ilk kısmında, Kolkha’nın kuzeyindeki sahillerde yerleşik olan denizci kabilelerin yaşam biçimleri ile ilgili ayrıntılı bilgiler verir;
“Kafkas dağlarının uzantısı olan, bu sarp ve dağlık sahil kesiminde, kuzeyden günye sırasıyla, Achaei, Zygi ve Heniokhi kabilelerinin toprakları yer alır. Bu insanlar denizde korsanlık yaparak geçinirler. Onalrın Yunanlılarca “Kamarae” olarak isimlendirilen küçük ve hafif tekneleri, ortalama yirmibeş, en fazla otuz kişi alabilecek boyutlardadır. (...)
Gerektiğinde bu tekneleri süratle bir araya toplayarak, korsan filoları oluştururlar, ticari gemilere, ülkelere ve sahil kentlerine saldırılar düzenlerler, bu şeklide denizdeki hakimiyeti ellerinde tutarlar. Ve hatta onlar bazen Kırım sahillerindeki topluluklarla işbirliği yaparak, dönüş yolunda ve bu iskelelere ve Pazar yerlerine uğrarlar, elde ettikleri ganimetleri elden çıkararak, ihtiyaçlarını temin ederler. Memleketlerine döndüklerinde ise, teknelerini sahilde bırakmayarak, omuzlarında karaya çıkarırlar ve onları ormanların arasında yer alan barınaklarına kadar götürürler. Yeni bir sefere çıkacaklarında da, teknelerini tekrarsahile götürürler. Ve bu sahillerde yerleşik kabilelerin tümü, her zaman bu tür korsanlıklarla geçinirler; gece yada gündüz, adam kaçırma amacı amacı ile ormanlık sahillerde gizledikleri tekneleriyle pusuya yatarlar ve bu şekilde esir aldıkları insanlar için hemen bir fidye tutarı belirleyerek, onların yakınlarına haber gönderirler. (...)
Bu insanların yaşam biçimi böyledir. Onlar, “asa taşıyanlar” [“Skeptukhi” ] olarak adlandırılan kabile şeflerine bağlıdırlar, ama ‘asa taşıyanların’ kendileri de bir tiranın veya bir kralın tebasıdır.” ( Strabon 11.2.1213) [ Jones, H.L. (1917)].
Sahildeki denizci toplulukladan farklı olarak, Kafkas dağlarının Güneybatı yamaçlarında oturan dağlı topluluklar da, sahil bölgelerinde Pazar yerleri ile ticari ilişkiler içindedirler. Starbon eserinde, bu dağlı kabilelerden de bahseder;
“Bölge halkı, çoğunlukla tuz satın almak için Dioskuria [Bugünkü Sokhumi kenti] kentinde toplanır. Bu kabilelerin bazıları, yüksek dağ yamaçlarında, dar vadilerin arasındaki mekanlarda yaşarlar. Çoğunlukla av hayvanlarıyla, yabani meyvelerle ve süle beslenirler. Dağların dorukları kışın geçit vermez, ama bu insanlar yaz aylarında, işlenmemeiş öküz derisinden yapılan ve karda, buzda yürüyebilmek için çivilerle donatılan, davulo gibi geniş ayakkabıları ayaklarına geçirerek oralara çıkarlar ve yükleri ile birlikte postların üzerine oturup kayarak aşağıya inerler. [Strabon 11.5.6] [Jones, h.l. (1917) ]
Doğu Karadeniz’de, sarp kayalık sahillerde oturan ve denizcilikle geçinen topluluklar [ Eski kaynaklarda, bu toplulukların tamamı, coğrafi ayrım gözetilmeksizin Heniokhi adı anılmaktadır. “Heniokhi” tabiri, ortak bir soydan çok ortak bir yaşam biçimini ifade ediyor gibi görünmektedir.] ile dağlık kesimlerde yaşayan dağlı toplulukların dışında; üretim ilişkileri ve yaşam biçimleri açısından üçüncü temel gurubu teşkil eden, merkezi bölgelerdeki ova toplumu da, Srabon tarafından ayrıca değerlendirmişler. Uzun süredir Yunan kültürü ile yakın ilişkiler içinde olan merkezi Kolkha halkı, diğer batılı antik yazarlar gibi Strabon’u gözünde de, nisbeten daha uygar bir toplum görünümündedir;
“Bunun dışında, Kolkhida ülkesinin arta kalan bölümünün büyük kısmı Karadeniz sahili üzerinde yer alır ve büyük bir nehir olan Phasis bu sahilin orta yerinde denize dökülür. Bu nehir kaynağını Ermeni ülkesinden alır ve komşu dağlardan çıkan Glaucus ile Hippus nehirleri ile birleşerek denize dökülür...
Phasis nehri vasıtasıyla Sarapana kentine kadar ulaşılabilir. Burası tüm kent nüfusunu içinde barındırabilecek genişlikte surlarla çevrilidir ve buradaki insanlar karadan bir yol aracılığı ile dört günde Kyrus nehrine ulaşabilirler. Phasis nehri üzerinde kurulu bulunan ve yine Phasis ismini taşıyan bir kent Kolkhalıların Pazar yeridir. Bu kent bir cephesinden bir göl, bire cephesinden nehir ve diğer cephesinden denizle çevrili olarak doğal bir korunmaya sahiptir. Oradan insanlar deniz yolu ile ik üç günlük bir seyehatla Amisus ve Sinope’ye gidebilirler. Zira sahil boyu, nehir ağızları sayesinde mutedildir.
Bu ülke, hem ürünleriyle, hemde gemi inşaasına yönelik her konuda mükemmel düzeydedir; balları hariç, zira balları oldukça serttir. Üretilen keresteler nehirlerin üzerinde aşağılara taşınır ve halk başta keten olmak üzere, kendir, balmumu ve zift üretimi ile uğraşır. Öncelerden beri dış ülkelere keten ihraç ettiklerinden, keten kumaşı imalatında yaygın bir ün kazanmışlardır. (Strabon 11.2.17) [Jones, H.L. (1917)]
Phasis nehri boyunca doğuya doğru ilerleyerek, Kolkha ülkesinin doğu komşusu olan İberia sınırına kadar ulaştığı anşlaşılan Strabon, bu güzergahla ilgili gözlemlerinin yanısıra, İberia ile Kolkha arasındaki coğrafi sınıra dair bilgiler de aktarmaktadır;
“ Onların ülkesine dört ana geçiş vardır; biri Sarapana üzerinden, ki burada dar geçitlerin arasında bir Kolkhi kalesi bulunur, bu geçitlerin arasında, nehrin dolambaçlı rotası yüzünden 120 tane köprü yapılmıştır. Bu bölgede ağır sağanak yağmurlar zamanında, seller nedeniyle derin yarıklar oluşur ve nehir şiddetli, yoğun akıntıyla Kolkhida’ya iner.
........ Bu şekilde, Kolkhida’dan, Iberi’ya geçiş imkanları, kayalıklarla, kalelerle ve derin vadilerden akan nehirlerle engelenmiş durumdadır.” (Strabon 11.3.4)
-Devam Ediyor-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder