Süleyman Aleyhisselâm, rüzgârlara, cinlere emreder, kurtların, kuşların bütün hayvanâtın dilinden anlardı. Adamın biri buna çok özendi ve Süleyman Aleyhisselâm'ın huzuruna çıkıp: "Ne olur ey Allah'ın Nebisi, bana da hayvanların dilini öğret de ben de onların aralarında neler konuştuklarını anlayayım, bunu çok istiyorum." diye yalvardı, ısrar etti. Süleyman Aleyhisselâm onun bu isteğini kabul etmedi ve ona: "Her şeyi bilmek, iyi olmaz. Hele hayvanların dilinden anlamaman daha iyidir.
Zira sen onların konuştuklarını anlarsan, bunun arkasındaki hikmeti idrak edemez, buna da sabredemezsin. Sen bu sevdadan vazgeç!" dediyse de adam bu konudaki ısrarını sürdürüyor, Süleyman Aleyhisselâm'dan, hayvanların dilini kendisine öğretmesini istiyordu.
Bunun üzerine Hz. Süleyman, Mevlâ'dan almış olduğu izinle bu adama gerekli nasihatleri yapıp, hayvanların dilini öğretti. Kendisine hayvanların dilini anlama hususunda salahiyet verilen adam, hakikaten de hayvanların tüm konuşmalarını anlıyor ve bundan çok büyük haz alıyordu.
Her gün ahıra hayvanlarına yem vermek için giden adam, "Hele şunlar neler konuşuyorlar bir dinleyeyim." diye o gün biraz daha erken gitti. Baktı ki, ahırdaki eşekle öküz aralarında konuşuyorlar. Hemen kulak kabartıp dinlemeye başladı. Belli ki, öküz sabana sürülmekten, yaptığı işten şikayet ediyordu:
"Eşek kardeş, doğrusunu istersen senin işine imreniyorum. Bana yazın da rahat yok, kışın da rahat yok. Sabah olunca beni yine çifte koşacaklar. Oysa sen öyle mi? Akşama kadar rahat rahat geziyor, yeşil çimlerden yiyor ve keyifle anırıyorsun."
Eşek kurnaz kurnaz gülümseyip, ona kaytarmanın yollarını öğretti.
"Yahu bunlar hep senin ahmaklığından. Sen biraz gözü açık olsan bu kadar yükün altına girmezsin. Şimdi beni çok iyi dinle! Bak sahibimiz bize yem vermeye gelmiş. Sen bu gece yemlere hiç dokunma ve öylece bırak. Sabah olunca da hasta numarası yap ve yerinden dahi kalkma. O da senin bu durumunu görünce sana acır ve çift koşmaktan vazgeçer. Böylece hiç olmazsa birkaç gün istirahat etmiş olursun." diye akıl verdi.
Bu anlatılanlar öküzün çok hoşuna gitmişti. "Hele bir deneyelim bakalım, durum ne gösterir?" diyerek, önüne koyulan yemi, o kadar aç olmasına ve canı çekmesine rağmen yemedi. Öylece sabaha kadar aç olarak yattı. Tabi-î kurnaz geçinen eşek, öküzün yemediği yemleri kendisi afiyetle yedi. O da her zamankinden daha tok ve daha mutlu şekilde uyudu.
Tabi-î bunların aralarında geçen bu konuşmayı sahipleri duymuş ve hayret etmişti. "Bu hayvanların konuşmalarını anlamak ne güzel bir şeymiş!" diyerek ahırdan çıktı.
Sabah olunca, adam tekrar ahıra geldi. Baktı ki, öküz aç bir hâlde yatıyor. Şöyle birkaç kere onu dürtükledi; ama öküzün hiç kalkmaya niyeti yoktu. Akşam eşeğin ona öğrettiği planı çok iyi uyguluyordu. Kaytarma konusunda akıl veren eşeğe iyi bir ders vermek isteyen adam bunun üzerine:
"Madem evimizin öküzü hastalanmış, o ahırda istirahat etsin de, iyileşinceye kadar yerine eşeği çifte koşalım." dedi. Ve eşeği aldı tarlaya götürüp sabana koştu ve akşama kadar onunla çift sürdü. O gün neredeyse eşeğin canı çıkacaktı. Akşam yediği fazladan ot burnundan fitil fitil geliyordu. Nasıl oldu da öküze böyle bir akıl vermişti, keşke bir şey demez olaydı. Akşam yorgun argın vaziyette, bitkin bir hâlde ahıra geldiği zaman öküz gayet mutluydu. Keyifle geviş getiriyor, kendisine böyle bir taktik öğreten eşeğe teşekkür ediyordu. Fakat eşeğin aklı başına gelmişti. Bu durum böyle birkaç gün daha devam ederse, dayanamaz nalları dikerdi. Çekilecek bir durum değildi gerçekten. Onun için öküze başka bir akıl verip, bu durumdan kurtulmak istiyordu. Ve dedi ki:
"Öküz kardeş! Bu gün tarlada neler oldu, neler konuşuldu bir bilsen?" diye söze başlayıp, onun merakını celbettikten sonra anlatmaya devam etti. "Efendim bu gün sabana senin değil de benim koşulduğumu gören diğer çiftçiler sahibimize 'Senin öküze ne oldu da bunu çifte koşuyorsun?' diye sordular. O da:
'O zaten tembel öküzün biriydi. Şimdi de durup dururken hasta olmuş, ben böyle işime yaramayan bir hayvanla uğraşamam. Onun için yarın onu kasaba götürüp kestireceğim.' dedi. Yani senin anlayacağın şayet yarın da hasta numarası yaparak yatarsan, kendini kasabın bıçağının altında bil." diyerek onu işe gitmesi için ikna etmeye çalıştı.
Adam ahırda bunların konuşmalarını dinledikçe zevkten dört köşe oluyor, katıla katıla gülüyordu. "Bu hayvanların dilinden anlamak ne güzel bir şeymiş!" diyordu.
Ertesi sabah olunca, henüz ahıra gitmeden şöyle bir çiftliği dolaştı. Bir tarafta çiftliğin köpeğiyle horozu arasındaki konuşmaya kulak misafiri oldu. Köpek, horoza iyi beslenemediğinden yakınıyordu.
"Horoz kardeş, sen arpayla buğdayla da karnını doyurabilirsin. Hiçbir şey bulamazsan, sağa sola saçılmış taneleri yesen, gene karnın doyar. Ama ben ağzıma göre uygun bir yiyecek bulmakta zorlanıyorum. Ne zamandır şöyle yağlı bir kemik yemiş değilim." deyince horoz onu teselli etti ve müjde verdi:
"Sen hiç merak etme köpek kardeş! Yarın bizim ağanın öküzü ölecek. İşte o zaman hayatında yapmadığın şekilde bir ziyafet seni bekliyor. Hele sen bir yarına kadar sabret bakalım." dedi.
Bu konuşmaları duyan adam telaşlandı. Demek yarın öküz ölecekti öyle mi? Bu zarardan mutlaka kurtulmalıydı. Onun için derhal ahıra gitti, hemen öküzü kaldırdı ve doğru hayvan pazarına götürdü. Orada kelepir fiyatına hayvanı elden çıkardı ve "İyi ki, hayvanların dilini öğrendim, yoksa öküz elimde ölecekti ve zarar edecektim." dedi.
Tabi-î bizim köylü hayvanlardan aldığı bu haberlere çok alışmıştı, onlara kulak kabartmadan, hayvanlar ne konuşuyor ne söylüyor dinlemeden artık rahat edemiyordu. Ertesi gün yine köpekle horoz arasında cereyan eden konuşmayı merak edip oraya gitti. Köpek, horoza sitem ediyordu. "Sen bana yalan söyledin. Öküz ölecek, sen de ziyafet çekeceksin, demiştin. Hani ne oldu? Ne ziyafet, ne de bir şey. Yine aç, yine açıktayız." Horoz cevap verdi: "Aslında ağanın öküzü öldü ölmesine de, ağa açık gözlük edip öküzü pazarda sattı." Tabi-î öküz onu satın alan adamın elinde öldü. Dolayısıyla biz avucumuzu yaldık. Ama sen hiç merak etme! Yarın onun eşeği ölecek. Mecburen onu buraya getirip bırakacaklar. Sen de bol bol et yer karnını doyurursun.
Adam bunu duyunca yine aynı hızla kalkıp ahıra koştu. Hemen oradaki eşeği alıp pazara götürdü ve onu da sattı. Parasını cebine indirirken keyifle mırıldanıyordu. "İyi ki hayvanların dilini öğrendim, yoksa eşek de elimde ölecekti."
Ertesi sabah ahıra gitmeden yine köpekle horozun bulunduğu yere gitti. Ne konuşacaklar diye çok merak ediyordu. Bu sefer köpek gerçekten çok kızmıştı. Çünkü şu bahsedilen ziyafeti bir türlü yapamamıştı. Horozla âdeta hırlayarak konuşuyordu. "Horoz kardeş, beni ne kandırıp duruyorsun? Hani ağanın eşeği ölecekti? Bana bak sabrımı taşırmaya başladın ona göre!" Horoz kendini savundu:
"Hayır! Ben kesinlikle seni kandırmıyorum. Ağanın eşeği gerçekten de öldü. Ama aynı şekilde götürdü, onu da sattı. Eşek sattığı zavallı adamın elinde öldü. Fakat üzülme bu sefer bu ziyafet mutlaka olacak. Hem de hepimiz bundan istifade edeceğiz."
Tabi-î köpek inanmadı: "Haydi oradan! Yine beni aldatıyorsun. Hem bu sefer ne olacak ki, ziyafet olsun?" Horoz cevap verdi: "Ne mi olacak? Bu sefer ziyafetin büyüğü olacak inan bana. Ağa birincide, öküzü sattı, zarardan kurtuldu. İkincide eşeği sattı, zarardan kurtuldu; ama bu sefer ağanın kendisi ölecek. Malına gelen, bu defa kendi canına gelecek. Onun hayrına mutlaka sofralar kurulur. Kazanlar kaynar. Gelene gidene yemekler yedirilir. Onların artıklarından da, biz hayatımızın ziyafetini çeker, yiyebildiğimiz kadar yeriz."
Adam bu haberi duyunca, etekleri tutuştu. Ne yapacağını şaşırdı. Ölüm korkusu her yanını sardı. Ve şuursuzca bir sağa sola koşuşturmaya başladı. Son çare olarak Hz. Süleyman'ın huzuruna çıkıp durumu başından sonuna anlattı. Ve "Bunun çaresi yok mu?" diye yalvarmaya başladı. Süleyman Aleyhisselâm:
"Ben sana vazgeç bu sevdadan dememiş miydim? Sen onların konuştuklarını anlarsan, bunun arkasındaki hikmeti idrak edemez, buna da sabredemezsin, dememiş miydim? Şayet sen öküzü satmasaydın, o ölecek ve gelecek olan belâ atlatılmış olacaktı. Fakat onu satıp güya zarardan kurtuldun. Ardından bu belâ eşeğine isabet edecekti. Ama sen eşeği de satıp yine sana gelecek zararı güya savuşturdun. Lâkin başkalarını bile bile zarara soktun. Sadece kendi menfaatini düşünüp, başkalarının zararına sebep olanların ise, hâli budur.
/ Mustafa Ramazan BURSEVİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder