1 Kasım 2007 Perşembe

Çarık



Çarık   (Foto: acilform.com)

Misiri Kuruttun mu
Ambarda duruttun mu
Ninen çarık giyerdi
Bunları unuttun mu?
Erkan OCAKLI

Benim hiç çarığım olmadı. Hatırlıyorum Ramis Emmimin ve Babamın birer çarığı vardı. Çift sürerken giyerlerdi. Tıpkı “BONDURUK” “SABAN” gibi, CEMEKLİ NODULLU ÖNDÜRE gibi bir tarım aletiydi. ÇEVÜRGE ÇOMAKLARI , kayış, urgan ve palanla birlikte duvarda asılı dururlardı. Çarıklar büyükbaş hayvan "GÖN"ünden yapılırdı. Hayvan dersi tuzlanır, kurutulur ve zog denen parçadan ayrılır. Bu parçalar ayağın ölçüsüne göre kesilerek çarık dikilirdi. Hayvanın ön ve arka ayaklarının eklem bölgelerinden elde edilen deriden yapılan çarıklar ayakta kuruyup giyilmesi zorlaştığından deri arpa unu bulamacı içersinde bir hafta bekletilir. Tüyleri dökülen deri şap suyu içersinde tutulur ve çıkarıldıktan sonra su ile yıkanırsa yumuşak bir deri elde edilirdi.

CIZLAVAT denen lastik ayakkabıların çıkması île ÇARIK imali ve kullanımı da köyümüzde son bulmuştur.

Çarığın bir diğer adı da pabucdur. Neredeyse 50 yıldır hiç kullanılmayan çarıkların değeri zamanla ortaya çıkan ortopedik rahatsızlıkların sonucunda anlaşılmaya başlanmış olsa da artık çok geç kalınmıştır. Ayaklarda oluşan mantarlar, eklemlerde oluşan kireçlenmeler ve çeşitli fiziki rahatsızlıklar ve romatizmal hastalıklar aklımızı başımıza getirse de o güzelim iskarpinleri bırakıp ta  çarık giymeye kalkmak kimsenin harcı değildir.

Ama şu MODA denen melun terim yok mu? İnsanlara istediğini yaptırdığı gibi şeytana bile pabucunu ters giydirebilmekte. Ve sonunda çarıklar moda oldu iyi mi?  Daha düne kadar “çarık suratlı” örneğinde olduğu gibi aşağılama unsuru olarak görülen çarık şimdi baş tacı olma yolunda. 
/Çetin KOŞAR




ÇARIKÇILIK

Çarık mısmıl havyan derisinden yapılan ilkel bir ayakkabıdır, ilçemizde ilk defa bu mesleği kimin başlattığı bilinmiyor. Bu sanat varlığını 1946 yılına kadar devam ettirmiştir. Çok kıymetli bir meslek olduğu, mevcut çarıkçıların halkın ihtiyacını karşılamakta zorluk çektikleri söyleniyor. Herkesin çarığa sahip olamadıkları, aile fertleri tarafından birkaç çarığın müşterek olarak kullanıldığı belirtiliyor. Çarık sahibi olanlar ise bu giyeceği zevkli bir şekilde giydikleri, üzerini dolak adini verdikleri bir sargı ile sardıkları ve o şekilde giyildiği söylenir.  

Bu mesleğin en önemli problemi deri bulmakta güçlük çekilmesidir. Hatta derisinin hatırına pek çok hayvanin satın alındığı bilinir.  Deri önce gerdirilir. İçerisi temizlenir. Tuzlanır ve saplanır. Bir iki hafta bu şekilde bekletildikten sonra havanın müsait olduğu bir zamanda yere çivilerle gergin bir vaziyette çakılır. Bir müddet bekledikten sonra değişik ölçülerde kesilerek satışa sunulur.  

Halk dikimini kendisi yapar. Herkes çarık dikimini bilir. Hatta motiflerle süsleyerek sanatlarının incelikçiklerini gösterirler. Bir hayvan derisinden tahmini iyi yerinden 20 çift, ince taraflarından da 3–4 çift çarık çıkmaktadır.

Halkın % 95'inin çarık giydiği, ancak % 5'inin ayakkabı sahibi olabildiği düşünülürse kısa bir zamanda nereden nereye gelindiği anlaşılmış olur.
  
ÇARIKLI GÜNLER

Çayeli'nde Savaş ve Kıtlık Yılları
Ayağa çarık giyilir, tabii bulunabilirse... İnek yahut öküz derisi dikilmek suretiyle yapılan çarığın üç çeşidi vardı;

a)muşi çarığı,
b)çarık,
c)hasıllı çarık.

Derinin işlenmesi ve biçimlendirilmesi suretiyle yapılan hasıllı çarık, nispeten varlıklı devirlere gelindiğinde giyilmeye başlanmıştır. Hayvanın diz kapağı ile tırnakları arasındaki kısımdan yapılan çarığa muşi çarığı denirdi. Derinin bu kısmında topuk kemiklerinin ve tırnakların yeri delik olduğu için değeri düşüktü ve çarık yapılıp ayağa giyildikten sonra da bu kısımlar delik olurdu. Çarık ise, hayvanın diğer bölgelerinden alınan normal deriden yapılırdı. Kadın ve çocuklara en iyi ihtimalle muşi çarığı giydirilebilirdi.
Muşi çarığı da olsa, kolay elde edilemediğinden, eskimemesi için her zaman giyilemezdi. Köyden şehre giden kişi yalınayak yürür, çarşıya yaklaştığında ayağını yıkar, çorabını ve çarığını giyerek şehre girerdi. Yırtık ve yamalı elbiselerle ve çıplak ayakla dolaşanların sayısı bir hayli fazlaydı. Büyüklere bile çarık temin edilemediği bir ortamda, çocuklar tamamen çıplak ayakla dolaşmak durumundaydı.
/Ali Rıza SAKLI




ÇARIK ÇİZMEYİ YENMİŞTİ
Tevellüdüm (doğum tarihim) bin üç yüz iki (1886). Üç ferman gördüm, üç padişah eskittim. Sultan Hamit'i, Sultan Reşat'ı bilirim. Seferberlik ilan olunca, kışlalara alındım. Çok talim gördüm, yer çiğnedim. Adana köprüsünde müfreze, Halep'te örfiyeydim. Dürzü harbinden yara almadan kurtuldum. Hicaz yolunda Hz. Ali'nin taşını gördüm, selamladım.
(…)

Ayağımız çarıklıydı. Çarığımız kuruyunca hem ayağımızı sıkar, hem altı kayganlaşır, bazen bir düşman kadar tehlikeli olur, düşürürdü bizi. Biz de nerede su veya kan gölü görürsek üstüne basar, çarığımızın altını ıslatmaya çalışırdık. Islak çarık hem yolu iyi tutardı hem de ayağımızı sıkmazdı fazla. Aşımız, sabah akşam kaynamış nohutla buğdaydan ibaretti. İkişer üçer avuç kaynamış nohutla buğday verilirdi bizlere. Bizde karnımız iyice acıkmasın diye bel kayışımızı sıkıca sarar bağlardık, kursağımız karnımıza değsin de, açlığımızı duymayalım diye. Bazen de düşmanın kaçarken ovada ateşe verip yaktığı ekin tarlalarındaki başak artıklarını toplar, avucumuzda ufalar, üfler, savurur, kalan taneleri yerdik.

İşte o çarıkların sıktığı ayaklarımızla, haşlanmış buğdayların ıslattığı midelerimizle girdik İzmir'e oğul. İzmir'e girdiğimizde çoğumuzun çantaları buğday başaklarıyla doluydu. Düşmanı Çeşme'ye kadar kovalayan askerlerin içinde ben de vardım, manga başıydım. Çeşme önlerinde ilk defa denizi gördüm. Çarığım ayağımı sıkıyordu. Deniz suyunda ıslatmak için çıkardım ayağımdan çarığımı. Ama taban diye birşey kalmamıştı altında. Çarığımı gözümün önünde tuttum da, tabanın deliğinden çizmeli düşmanın kaçışını gördüm; çarık çizmeyi yenmişti.
(…)

Ama şimdi yaşlandım oğul. Gövdem duygularını yitirdi. Belden aşağım toprağa girmiş sayılır. Yakında toprak omuzuma doğru çıkarsa hiç şaşmam. Ama yaşlanmam keşke bir işe yarasaydı oğul. Kulağıma çalıyor, duyuyorum, durum şartlar bozukmuş yine, durum ahval kötüymüş... Kendi kendime söylenir diyinirdim, ''Eskiden çarık zamanında altındık, şimdi sulh zamanında geçmez akçe, pul olduk'' diye.

Not: Kestel Onbaşı ile bu konuşma 10 Ağustos 1994 günü yapılmıştır.
/Osman ŞAHİN
(Bolkar Dergisinden alınmıştır.)




TÜTEN OCAK
(…)        
Eski günlerin hayaline daldı Emin. Ermenilerle savaşı hatırladı. 0 günlerin heyecanıyla durulur gibi oldu. Erzincanlı Karabey geçti aklından. Karabey,  karayağız, uzun boylu, biraz kamburca duran yiğit bir vatanperverdi. Bir türlü ayağına çarık uyduramamışlardı bu biricik arkadaşının. Ermenilerle yapılan çatışmaların birinde Gümrü yakınlarında siper aldıkları taşın arkasında vurulmuştu. Şehitlik şerbetini içen bu arkadaşının adını, bir gün evine döner de oğlu olursa oğluna koymaya karar vermişti.

 “Ah!.. Karabey ah!.. dedi. Nasılda düşürdüler seni toprağa. Sen yere düşecek adam mıydın? Sen ölecek insan mıydın..? Bir gün bu harabede bahar gelirse sözüm söz adını vereceğim oğlumun birine. Adı Karabey olacak oğullarımdan birinin. Ayağına bir türlü çarık uyduramamıştık dedi. Hatıralar bir film şeridi gibi sıralandı gözlerinin önünde.

Arpaçay yakınlarında bir öküz kesmişler etini askere yemek, derisini de çarık yapmışlardı. İşte o zaman bir türlü uydurulamamıştı çarık. Emin Onbaşı’nın çarığını da fareler kesmiş o da bir süre daha yırtık çarıkla devam etmişti harbe.
(...)

“Karabekir. Paşa ne büyük adamdı..” dedi içinden. Yine gözleri buğulandı. Erzincanlı Karabey’i, çarık hikayelerini, çektikleri açlıkları, ölümle burun buruna geçen günleri düşündü. Sonra şehit ağabeyi, babası, Görele sokaklarında açlıktan ölen kız kardeşi geçti aklından. Babası Müderris Molla Ali’yi düşündü tekrar. “Ne işin vardı kalsaydın ya Ünye’de, şimdi biz de rahat ederdik. Oralar daha rahat memleketler. Belki sen de ölmezdin” dedi. Sonra üzüldü böyle düşündüğüne Yine yaşlar süzüldü yanaklarından. Ali’nin yemeğe çağırmasıyla kalktı oturduğu yerden. İçini çekti. Başındaki iyice sararmış fesini bir sağa bir sola çevirerek başını kaşıdı.

Bacadan dumanlar tütüp eğri eğri göğe yükseliyordu.” Şu işe bak! dedi. babam bana “Deli Emin” derdi. “Senden adam olmaz…” derdi. Demek bu ocağın tütmesi benim bir deliye düştü. Allah’ını sen güç ver.” dedi. eve yönelip kestane ağacından yapılmış koca kapıyı gıcırdatarak açıp içeri girdi.
Ocak bu deli ve yetim Emin ile tüttü. Cıvıltılar çoğaldı. Soyu çoğaldı gitti. Ocakta insan sayısı neredeyse yüze yaklaştı. Hâlâ tütüyor bu ocak...


/Mehmet TÜRKAN
Taşköprü Anadolu Lisesi Müdürü
KASTAMONU


Çarık  Mes Konuşması
Çarık söylüyor;
Aman kardeş çok üşüdüm
Sen köşede ben dışarda
Senin ile kardeş idim
Sen köşede ben dışarda

Mes söylüyor:
Elin, yüzün çamur bu ne
Git ahırda kızınsene
Lâf istemem uzun çene
Ben köşede sen dışarda

Çarık söylüyor:
Sen de deri, ben de deri
Görüyon mu kör kaderi
Sen tutmuşsun mevkileri
Sen köşede ben dışarda

Mes söylüyor:
Neler gördüm tezgâhlarda
Hiç gezmedim uzaklarda
Hakkım vardır bu haklara
Ben köşede, sen dışarda

Çarık söylüyor:
Güzel güzel halı kilim
Senin kılın benim kılım
Tepeleyip etme zulüm
Sen köşede ben dışarda

Mes söylüyor:
Ben kimseye etmem zulüm
Ne çâre ki böyle yolum
Halı gene benim halım
Ben köşede sen dışarda

Çarık söylüyor:
Sen gezersin halılarda
Güzel güzel balolarda
Ben gezerim çalılarda
Sen köşede ben dışarda

Mes söylüyor:
Mes çarıktır, carık mestir
Yürürlerse aynı sestir
Veysel söyler bir nefestir
Gah içerde, gah disarda

/Aşık Veysel ŞATIROĞLU




Türkiye Cumhuriyeti Ordusu nasıl kuruldu?
(…)
Savaşı, Orduyu ve halkı işgale karşı örgütlemenin tüm yükü rütbeşi yüksek olmayan(yüzbaşı,binbaşı,yarbay..)genç subayların omuzlarındaydı.Bu genç subayların her alanda hizmetleri dolayısıyla askeri kaynaklarda ”İstiklal Savaşımıza Subay Harbi” denilir.

Askerlik tarihinde en uzun süren meydan savaşı(22 gün)Sakarya meydan savaşında; askerin sadece yüzde beşi üniformalı, yüzde yirmi beşinin ayakları tümüyle çıplak, yüzde yetmişinin ise bir ayağında çarık diğer ayağında eski ayakkabı vardı.

18 kasım 1921 tarihli ABD istihbarat raporu ”Türk askerlerinin çoğunluğunun üniforması yok. Orduya evlerinden gelip katıldıkları yamalı eski elbiseleriyle cephedeler. Bazıları da Fransız, ingiliz üniforması giyiyor” 

Asil TÜRK Ulusu; yoksul, aç, çıplak ancak Gazi Mustafa Kemal’e derinden bağlı. Gazi Mustafa Kemal’de Ulusuyla birlikte yoksulluğu yaşıyor. Çünkü 1919 haziranında istifa etmiş hiç bir geliri yok.Aynı zamanda, İmparatorluğa karşı çete kurarak isyan başlattığı vatan hainliği suçundan idam cezasına çarptırılmış ve görüldüğü yerde tutuklanacak eğer karşı gelirse silahla ölü veya diri yakalanacaktır.

Sade ve temiz bir avcı ceketi, eskidikçe tamir edilen bir çift siyah çizmesi ve İstiklal Savaşı boyunca giydiği belden kemerli açık renk bir tane paltosu. Ankara’nın üç kışını da o paltoyla geçirdi, cephelere de o paltoyla katıldı.

Yırtık yamalı elbiseleri, yalınayak ya da teki başka çarıklarıyla bir avuç yoksul TÜRK; muzaffer zengin her türlü imkana sahip işgalci güçler ve onlarla her türlü konuda işbirliği içinde iç hainlere karşı ölüm kalım savaşı veriyordu.

Gazi Mustafa Kemal ve TÜRK Ulusu, hem vatanın dört bir yanında savaşıyor, hem de tekrar düzenli ordu kurmak için çalışıyordu.

Başkomutan Gazi Mustafa Kemal; Genelkurmay ve milli savunma Bakanlığını Başkomutanlıkla birleştirdi,diğer bakanlıklarla da eşgüdüm sağlayan yeni bürokrat yapılanmayı kurdu.

Düzenli Orduyu kurabilmek için,7 ağustos tekalif-i Milliye emri,8 ağustos ta tekalif-i milliye komisyonu kurdu. On maddelik buyruk yayınladı.

1-Milletten ellerinde ordunun işine yarayacak ne varsa

2-Tüm yurtta her aileden, bir kat çamaşır, bir çift çorap,bir çift çarık istedi.

3- Bez, kaput bezi, pamuk, yıkanmış yada yıkanmamış yün, kumaş, kösele, sarı yada siyah deri, dikilmiş yada dikilmemiş çarık, potin, ayakkabı çivisi, tel çivi, saraç ipi, mıh, yem torbası, demir, nal, yular, kolon, kaşağı, eğer, un, arpa, fasulye, bulgur, nohut, mercimek, kasaplık hayvan, şeker, gaz, mum, tuz, pirinç, sabun, yağ, zeytinyağı, çay.

Ve tüm bu istenilenler için bedeli sonra ödenmek üzere makbuz verilecek. Ancak asil TÜRK Ulusu para istemiyor. İstememesine rağmen millet yoksul olduğu için, makbuz almayanın malı alınmıyor.Bunun üzerine makbuz almak zorunda kalıyordu.

4-5-6-7 ve 8.ci buyruklarda savaşa elverişli silah ve cephane,benzin,vazelin,gres yağı,makine yağı,araba lastiği,lastik yapıştırıcı,buji,soğuk tutkal,telefon makinesi,kablo,kablo,pil..

9-Demirci, marangoz, döküm ustası, saraç, arabacılar, imalathanelerin listesi, kasatura, kılıç, mızrak yapacak ustalar.

10-Dört tekerlekli yaylı araba, dört tekerlekli at, öküz arabası, kağnı donanımları ve hayvanları, binek ya da top çekecek atlar, katırlar, develer ve eşeklerin yüzde yirmibeşinin orduya teslimi.

12 ağustos 1921 kurban bayramının birinci günü, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal;Hacı Bayram Camiinde yaklaşık beş bin kişiyle bayram namazını kılıyor ve hemen o gün cepheye hareket ediyor.

Cephelere gidenler gitti. Geride kalan kadınlar, çocuklar ve ihtiyarlar; fişek dolduruyor, sargı bezi hazırlıyor, iç çamaşırı, çarık dikiyor. Yiyecekler topluyor,düşmandan elde edilen silahlar. Yine kadınlar, çocuklar ve yaşlılar vasıtasıyla cepheye götürülüyordu.
Tutsak olmayacağını, her türlü ağır şartlara rağmen tüm dünyaya haykıran asil TÜRK ULUSU; dünyada hiç bir millette görülmemiş olağanüstü bir dayanışmayla, yoksulluklar, yokluklar içinden 200 bin kişilik yeni ORDUSU nu kurdu ve onu savaşa hazırladı. Sıkıntılar, alınterleri ve gözyaşlarıyla; vatanı işgal ettiren ve orduyu dağıtan hükümete rağmen, 10 bin, 15 bin kadar, üzerinde yırtık yamalı elbiseleri, yalınayak, yırtık çarıklarıyla Vatan savunmasına koşan evlatlarından, 200bin kişilik silahlı, muzaffer, yiğit TÜRK ORDUSU nu yarattı.

Üstelik tüm bu inanılmaz seferberliğin içinde kahraman TÜRK kadınları,tarlalarını işlediler cephedeki ORDUSU na yiyecek sağladılar.

İşte,TÜRK DEVLETİ Türkiye Cumhuriyetinin kahraman ORDUSU böyle kuruldu.





ÇARIK FIKRALARI
ALTI KAĞIT
Nasrettin hoca caminin yanında çarık satarken altı kağıt altı kağıt diye bağırıyormuş. Adamın biri almış abdest alırken çarığın altında su aldığını fark etmiş sonra hocaya gelmiş sattığın çarığın altı kağıtmış yırtıldı.Nasrettin hocanın kılıfı hazır
-Ben altı kağıt altı kağıt diye bağırmıyor muyum? neden aldı o zaman..


ÇARIK VE DİKEN
Bir gün çift sürerken Hoca'nın ayağına bir diken batmış Rahmetli hemen kollarını gökyüzüne kaldırıp şöyle dua etmiş:
- Çok şükür Yarabbi, iyi ki yeni aldığım çarıkları giymemişim!




HABER-1
“Modası zaman zaman değil, her zaman sürecek bir ayakkabı ile karşı karşıyayız. Terleme ve koku yapmayan, yürürken rahatsızlık vermeyen çarık, basit bir köylü pabucu olarak bilinir. Kenarları kıvrılıp iki ucu dikilen ve deliklerinden geçirilmiş deri şeritlerle bağlanan basit bir yapısı var. Yokluk yıllarında, ayakkabı sahibi olmanın en kolay yolu, manda derisi ile yapılan bu çarıklardı. Çok fazla işgücü gerektirmeyen, basit yapısı ve rahatlığıyla o günün ihtiyacını karşılayan çarıklar, bugünün ayakkabı modası babetin atası sayılıyor ve en az babetler kadar ilgi görüyor.”
  
HABER-2
Potter, Truva, Büyük İskender, Yüzüklerin Efendisi filmlerinde kullanılan çarıkları üreten "Dedem Osmanlı Çarıklı" firmasının 19 yaşındaki 5. kuşak temsilcisi Fatih Kopar, "Çarık üretiminde dünyada rakibimiz yok. Tek eksiğimiz tanıtım" dedi. "Yalnızca Harry Potter’in 3 serisi için, çiftini 50 YTL’ye anlaştığımız, 2 bin 500 çift çarık gönderdik. Hollywood bizim için iyi bir pazar oldu. Dünyada bu konuda rakibimiz olduğunu sanmıyorum. Tek eksiğimiz tanıtım. Bunu da gerçekleştirirsek tüm dünyadaki tarihi ve fantastik filmlerin ayakkabı ihtiyacını biz karşılarız."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder