1 Kasım 2007 Perşembe

Antik Çağlarda Doğu Karadeniz - IV



LAZİ KRALLIĞININ GELİŞİMİ (72-74)
Ms 161 yılında Roma imparatoru Pius’un ölümünün ardından, taip eden dönemde, Lazi hanedanı ekonomik gelişim ve siyasi bağımsızlık açısından oldukça önemli gelişmeler kaydetmiştir. Krallığın güçlenmesine paralel olarak yerel feodal yapı da, muhtemelen, özellikle köle ticareti sayesinde büyük ekonomik güç kazanmışve bu ekonomik gelişim de, güçlü bir yerel elit tabakanın oluşumunu beraberinde getirmiştir.

Sahil kesimindeki ticaret merkezlerinde bulunan bu döneme ait arkeolojik bulgular, özellikle de yerel feodallere ait süs eşyaları ve mücehverler, batı tarzı yaşam biçimi ve geleneklerin, bu dönemde zenginler arasında oldukça populer hale geldiğini göstermektedir.

Bu tür batı kaynaklı ithal geleneklerin en ilginç olanlarından biri de, kabartma resimli portrelerdir. Sokhumi kenti yakınlarında bulunan bu tür kabartmada üç yerli feodalin portreleri resmedilmiş ve bu kişilerin isimleri Latin harfleriyle Vanokh, Thyezan, Ninas olarak kaydedilmiştir. Roma kültüründe oldukça yaygın olan portreli madalyonların ve mücehverlerin bir benzeride, Enguri nehri yakınlarındaki Kldeeti mevkiinde ortaya çıkarılan eski bir Kolkha mezarlığında bulunmuştur. Burada, Laz feodallerinden ya da krallarından birine ait olduğu sanılan ve üzerinde, saçları ilginç bir stilde toplanmış, sakallı bir insan portresi yer alanaltın bir broş bulunmuştur. [Braund,D (1994)] Üzerinde herhangi bir yazı bulunmayan bu portrenin bir Laz kralına ait olması güçlü bir ihtimal olarak değerlendirilmektedir. Lazi Krallığı’nın bu gelişme döneminde, Lazi hanedanına mensup kralların isimleri batılı kaynaklarda pek geçmemiştir. Bunun da en önemli nedeni, kuşkusuz, bu dönemde Romalıların Kolkha’daki etkinliklerinin azalmış olmasıdır.

Romalıların bu yıllarda pek bahsetmedikleri Lazi hanedanından, Kommagene Krallığı topraklarında yetişen ünlü hiciv yazarı Samsatlı Lucian, MS 163 yılına doğru yazdığı tahin edilen,” Toxaris” isimli öyküsünde bahsetmekte ve Tigrapat isimli bir Laz prensinin ismini anmaktadır. [Harmon, A.M. (1936)].Kırım bölgesinde geçen bu öyküde, adı geçen bu prensin gerçekten yaşadığına dair sağlam bir kayıt yoktur. Ancak, metinde geçen diğer bazı ifadeleri değerlendiren araştırmacılar, bu öykünün gerçek bir takım gözlemleriyansıttığını, dolayısıyla da Lucian’ın Karadeniz’i gerçekten görmüş olabileceğini düşünmektedirler. [Amberger, J.C. (1996)].Öyküde geçen ismin gerçekliği kesin olmasa da, Sarmatlı bir yazarı, bu yıllarda bir Laz hükümdarından bahsetmiş olması, Kolkhalıların eskiden olduğu gibi, yeni isimleri ile de, en azından öykülere ve şiirlere konu olmaya devam ettiklerini göstermektedir.

Bu yıllarda bölgede artık bir derebeylik olmaktan çıkıp, güçlü bir otorite haline gelmeye başlayan Lazi hanedanı, Phasis havzasında yeni Kolkha Krallığı’nın merkezi gücü olarak, diğer derebeylikleri de aynı açtı altında birleştirmek için uzun bir mücadeleye girişmiştir. Aradan, yaklaşık yüz yıllık bir zaman geçtikten sonra, Goth istilası vesilesiyle, bölgeden bahseden kayıtlar, burada tekrar, küçük ama güçlü bir Kolkha Krallığı’nın varlığını bildireceklerdir. Bu yeni oluşum, Lazi hanedanı önderliğinde kurulan yeni Kolkha krallığıdır ve derebeylikler döneminden, tekrar birleşik Kolkha Krallığı dönemine geçiş, arada geçen bu yaklaşık yüzyıllık karanlık dönemde gerçekleşmiştir. Söçz konusu Goth istilasının da, ülkenin siyasi yükselişi ve buna paralel olan ekonomik gelişim ile ilgili olduğu şüphesizdir. Doğu Karadeniz’deki ekonomik canlılık, Kolkha Krallığı’nın, tarih boyunca sürekli ticari ilişkiler içinde olduğu Kırım bölgesi ve buradaki Bosporan krallığı aracılığıyla, istilacı Goth kavimlerinin de dikkatini çekmiş olmalıdır.


GOTH İSTİLASI (Sf.75-77)
Traihçi Zosimus’un aktardığı bilgilere göre; MS 255 yılında Karadeniz’in kuzeyindeki, Bosporan Krallığı’Nı istila eden Goth kabilelerinden Boraniler, buradan saüğladıkları gemiler ve rehberlerle birlikte Doğu Karadeniz seferine çıkarlar. İlk hedefleri Kolkha’nın kuzeyinde bir Roma garnizonu olan Pitius kentidir. Ancak, burada büyük bir hezimete uğrarlar. Daha sonra, Bosporanlardan aldıkları gemilerle tekrar yeni bir donanma oluştururlar ve daha hazırlıklı bir şekilde aynı bölgeye ikinci bir sefere çıkarlar. Bu kez önce, meşhur Artemis tapınağının ve Kolkha kralı Aiet’İn sarayının bulunduğu Phasis bölgesine giderler. Gemilerini buraya demirleyen Boraniler, burada bulunan tapınağı yağmalamak için başarısız bir girişim de bulnurlar ve ardından da tekrar kuzeydeki Pitius kentine yönelirler [Ridley, R.T.1982]

Boranilerin, Phasis çevresinde tutunamayışları, büyük olasılıkla, o dönemde oldukça güçlü olan Lazi Krallığının varlığı ile ilişkilidir. Kolkhi hanedanının mirasçısı olarak, eski krallığı tekrar canlandırmaya çalışan Lazilerin, isimleri geçmese de, daha önceki ve daha sonraki kaynaklarn kayıtlarından, bu yıllarda Phasis nehri çevresinde oldukça güçlü bir konumda ldukları kesin olarak bilinmektedir. Zosimus’un, sarayının varlığından sözettiği Aiet de muhtemelen Lazi hanedanına mensup, dönemin Kolkha kralı olmalıdır. Zira, daha önce Strabo’nun da belirttiği gibi, Kolkhalılar arasında efsanevi kral Aiet’in ismi ve hatırası hala yaşamaktaydı. [Henüz tespit edilememiş olsa da, Kolkha tarihi boyunca bir çok kralın , Helenistik kaynaklardn öğrendikleri bu ismi kullanmış olmaları muhtemeldir. Bir kaç yüzyıl sonra, bölge ile ilgili bilgiler veren Agatthias’ın kayıtlarında da, Laz ileri gelenlerinden birinin adını “Aiet” olarak geçmesi, bu ismin Kolkha eliti arasında o yıllarda bile hala yaşadığını göstermektedir. Dolayısıyla, Zosimus’un bahsettiği bu isim, ilk bakışta mitolojik Aiet’i ifade ettiği izlenimini verse de gerçekte bahsedilen, muhtemelen dönemin Lazi krallığıdır ve bu kral, belki de, bu topraklarda hüküğm sürmüş olan Aiet isimli onlarca kraldan sadece bir tanesidir]. Yağma için gelen Boranilerin Artemis tapınağına yönelik saldırılarının başarısız olması ve kısa sürede bölgeyi terketmiş olmalar, Aiet dönemindeki lazi Krallığının askeri çıdan oldukça güçlü olduğunu göstermektedir. Zira, aynı Boraniler bu bölgeden çekildikten sonra kuzeyde güçlü bir Roma garnizonu ola Pitius kentini kolayca ele geçirmişlerdir. Yaz aylarında, ele geçirdikleri tutsaklarla birlikte Pitius kentinde konaklayan Boraniler bir süre sonra da donanmalarıyla birlikte Trapezus’a doğru yola çıkarlar. Bu sırada Trapezus’da, önlem olarak, kentteki garnizona, dışarıdan onbin askerlik bir takviye alınmıştı. Zosimus’a göre, alınan tüm tedbirlere rağmen, Boranilerin saldırısı, Trapezus için tam anlamıyla bir felaket olmuştur;

“... Onlar kente saldırdıklarında, iki ayrı surla çevrilmiş bu korunaklı kenti, ele geçirebileceklerini akıllarından bile geçirmiyorlardı. Bununla birlikte, şehirdeki askerler iyice miskinliğe ve ayyaşlığa kapılmışlar, surların üzerindeki nöbetçiler bile görevlerini ihmal ederek sefaya, aleme dalmışlardı. İstilacılar, tırmanmak için hazırladıkları ağaçları önceden surların önüne yığdılar. Kısa bir üsre sonra da, gece olduğunda, surlara tırmanarak şehre girdiler. Bu ani ve beklenmedik saldırı, askerlerde paniğe neden oldu ve bir kısmı kentin muhtelif kapılarından dışarıya kaçtı, diğerleri ise düşman tarafından öldürüldü. Böylece şehir zapt edildi. İstilacılar sayılamayacak miktarda para ve çok sayıda esir ele geçirdiler, çünkü tüm bölge halkı, korunaklı olduğu için kentte toplanmıştı. Daha sonra tapınakları, evleri ve güzelliği ya da büyüklüğü ile dikkate değer olan her şeyi yıktılar. Çevredeki bölgeyi de istila ettikten sonra, muazzam bir ganimet öreni düzenleyerek, tekrar ülkelerine geri döndüler.” (Zosimus; Nea Historia, I.33) [Ridley, R.T.(1982)].

Sadece Doğu Karadeniz’de değil, Anadolu’da da etkili olan bu istilaların ne kadar süre devam ettiği bilinmemektedir. Ancak, yüzyıllar sonra, bir Bizans imparatoru tarafından kaleme alınan bir eserde; MS 284 yılında imparator olan Diocletianus zamanında, Bosporanlıların Laz ülkesini istila ederek, Halys [Bugünkü Kızılırmak] nehrine kadar ulaştıklarının anlatılması [Moravcsik, G. Ve Jenkins,R.J.H (1967)].


LAZİ KRALLIĞININ YÜKSELİŞİ (78-85)
Lazi Krallığı’nın yükseliş devri, Roma İmparatorluğu’nun Docletianus döneminin ardından bölünme sürecine girişiyle aynı yıllara denk düşmektedir. İç sorunlarıyla ve de özellikle toplumsal bir tehdit haline gelmeye başlayan Hristiyanlıkla mücadele Eden Romalılar açısından, Doğu Karadeniz’deki ticari ve askeri çıkarlar ikinci plana düşmüştür. Muhtemelen bu durumdan yararlanan Lazi krallığı, bu dönemde oldukça güçlenmiş ve eski Kolkha Krallığının tarihsel toprakları üzerinde kalıcı bir egemenlik kurmuştur. Bu dönemde, Doğu Karadeniz’ide, Kolkha sahillerinin iki ucunda yer alan kadim Roma garnizonları Trapezus ve Pitius, bölgede Roma varlığını ve etkisini sembolik olarak da olsa devam ettiren iki önemli kenttir. Tehlikeli bir halk hareketine dönüşmek üzere olan Hristiyan akımları denetim altına almaya karar veren Roma İmparatorluğu, MS 325 yılında, Hristiyanlığı başıbozuk bir halk hareketi olmaktan çıkarıp, ilk kez kurumsal bir yapıya kavuşturmayı amaçlayan İznik konsülünü organize etmiş ve bu konsüle Doğu Karadeniz’deki Roma kentleri; Trapezus ve Pitius’tan [Petrides,S.(1913)] da iki hristiyan din adamı da temsilci olarak katılmıştır. Bu bilgiler, Doğu Karadeniz2de hristiyanlığın geçmişine ilişkin en eski kayıtlardır. Önceleri sadaece bölgede yaşayan Romalılara hitap eden hristiyanlık, iki yüz yıl kadar sonra, yerli halk üzerinde de ekili olmaya başlayacak ve bu gelişmelerde de kuşkusuz, MS 337 yılından itibaren Hristiyanlığı resmi din olarak kabul eden Roma yönetminin büyük etkisi olacaktır. Hristiyanlıkla ilgili gelişmelere odaklanan bu dönemin tarihçileri, ne yazık ki eserlerinde Lazi Krallığı’Nın durumu ile ilgili kayıtlara pek yer vermemişlerdir. Marcellinus’Un “Res Gestae” isimli eserinde, İmparator Julian’ın MS 363 yılındaki İran seferi dönemine ilişkin bölümlerinde, Doğu Karadeniz sahilleri ile ilgili bilgiler verilir. Ancak bu bilgilerin, yazarın gözlemlerine ve güncel bilgilerine değil, eski coğrafya kitaplarından yapmış olduğu alıntılara dayandığı kesin olarak saptanmıştır. [Drijvers, J.W. (1995)]. Yine aynı dönemde Pacatus tarafından yazılan ve MS 389 yılına tarihlenen bir eserde, Kolkha ülkesinin, Roma imparatorluğundan ayrı bağımsız bir ülke olduğu vurgulanmaktadır. [Zuckerman, C. (1989)].

Ms 396 yılı civarında yazıldığı düşünülen Notitia Dignitatum isimli resmi bir belgede, Roma İmparatorluğu’nun askeri ve idari yapılanmasına ilişkin durumu rapor edilmiştir. [Seeck] Tüm eyalet ve bağlı bölgelerdeki kale ve askeri birliklerin ayrıntılı olarak sıralandığı bu raporun, Doğu Karadeniz ile ilgili kısmının topografyası üzerine en ciddi çalışmalardan biri C. Zuckerman tarafından gerçekleştirilmiştir. Bölgede, aynı isimleri taşıyan farklı yerlere sıkça rastlanışlması nedeniyle ortaya çıkan karışıklıklar, Zuckerman’ın tahlilleriyle olabildiğince giderilmiş ve bu çalışma ile listede adı geçen garnizonlardan bazılarnın yerleri yaklaşık olarak netlik kazanmıştır [Zuckerman, C. (1989)]. Buna göre;

Yssi porto; Yssi limanı: Trapezus’un 30 km doğusunda, Karadere nehri ağzında, bugünkü Araklı yakınlarındadır.

Kaene Parembole; Bu yıllarda Romalıların en doğudaki sınır karakolu olan bu yer, Rize’nin 15 km. Batısında, Kalo deresi ağzında, bugünkü İyidere yakınlarındadır.

Khaszanenika; Trapezus’un yaklaşık 25 km.güneyindedir.

Mokhora; Bazı yazarlar, bu yeri o sırada bağımsız bir devlet olan Kolkha’nın topraklarındaki Mokherisis kalesi ile karıştırmışlardır. Oysa, bu listede Mokhora ismiyle geçen bu yer, gerçekte, Trapezus’un yaklaşık 55 km. Güneyindedir.

Tamamı, idari açıdan Armeni düklüğüne bağlı olan bu garnizonlardan bazılarının yerleri ise tartışmalıdır,

Pithia; Bugünkü Of’un bilinen en eski olan Pitiusa’yı çağrıştırıyor olmakla birlikte, Romanın kuzey Kolkha’daki deniz aşırı askeri üssü Pityus’u ifade ediyor olması da güçlü bir ihtimaldir.

Ziganne; Bu garnizonun yeri de benzer isimler taşıyan farklı yerler olması nedeniyle kesin değildir. Ancak, yine Kolkha sahillerinde, Sigami ya da Zigani olarak da bilinen Roma kalesini ifade ediyor olması en güçlü ihtimaldir.

Sebastopolis; Burası da muhtemelen, bugünkü Sokhumi civarında, eski Dioskuri kentinin yerine kurulan Roma kalesi Sebastopolis olmalıdır.

Sisila; Sonraki dönemlerde, Prokopius tarafından Sisilis olarak anılan ve Trapezus’un güneyinde yer alan bir kalenin ismi ilebenzerlik göstermekle birlikte, kesin olarak nerede olduğu bilinmemektedir.

Aynı yüzyılda Doğu Karadenizde köle ticareti yoğun bir şekilde devam etmektedir. Özellikle Bizans sarayında, üstlendikleri önemli görevler nedeniyle, hadım edilmiş Kolkha menşeli devşirmelerin isimlerine sıkça rastlanmaktadır. Bunlardan en çok bilinenler, Bizans sarayında önemli sörevler üstlenmiş olan Subarmakh ve Pharisman isimli devşirmelerdir.[Braund,D (1994) ]

Yüzyılın ilk yarrısında, Batılı kaynaklarda Kolkha Krallığı’nın durumu ilgili bilgilere pek rastlanmaması; bu yıllarda Goth ve Hun istilaları ile boğuşan Romalıların, Doğu Karadeniz’de etkinliklerinin azalmış olmasından kaynaklanır. Aynı yıllarda, Lazi hanedanı, muhtemeln en güçlü dönemini yaşamaktadır ve tüm bölge kabileleri, krallığın çatısı altında toplanmaktadır. Suani kabilesinin de bu yıllarda Kolkha Krallığı’na dahil olduğuna dair bir bilgi, bir sonraki yüzyılın tarihçisi Menander tarafından bildirilir. Buna göre, İran ve Bizans arasında Suani bölgesinin egemenliği üzerine çıkan anlaşmazlıkta, Bizans elçisii Petrus, İran şahına, Suani prenslerinin MS 420’li yıllardan beri Laz krallarına bağlı olduğunu ispatlayn bir belge sunmuştur. Bir “Laz kral sitesi” olan bu belge de, aynı yüzyılın sonuna kadar, her Laz kralının karşısında, ona bağlı olan Suani prensinin adı kayıtlıdır. [Blockley, R.C. (1985)] 5.yüzyıl’ın ilk yarısında Kolkha’da Bizans etkinliğinin en alt düzeyde olduğu dikkate alınırsa;içeriği günümüze ulaşmayan bu kral çizelgesinin varlığı, Laz krallarının da, kendilerine özgü bir devlet arşivine sahip oldularını göstermektedir. Egemenlik alanlarını Kafkas dapğlarının yüksek zirvelerine kadar gemnişleten Lazlar, yüyılın ikinci yarısına kadar, muhtemeln en parlak dönemlerini yaşamışlardır.

MS 450’li yllardan sonra, Orta Avrupa’da Goth ve Hun tehditlerin etkisini azaltması ile birlikte, Bizanslılar, doğuda tekrar yayılmacı siyasetlerine hız vermişler, aynı yıllardan itibaren de Doğu Karadeniz ileilgii gelişmeler tekrar resmi kayıtlara geçmeye başlamıştır.

MS yılına doğru, Bizanslıların Lazlara karşı ikinci bir saldırının içerisinde olduklarını bildiren Priskus’a göre, o sıralarda, düzenlenecek olan bu seferle ilgili planlar müzakere edilmektedir. İlk saldırının zamanı ve sonuçları ile ilgili kayıtlar günümüze ulaşmamıştır. Ancak, Bizanslıların bu sefer sırasında izlenecek rota konusundaki tereddütleri; bir önceki seferde olduğu gibi deniz yolunu kullanmalarının oldukça riskli olduğunu; Doğu Karadeniz sahillerinde, donanmaları için barınma imkanı olmadığını belirtirler ve en uygun yolun karadan gitmek olduğuna karar verirler. Ancak, Kolkha ülkesine varabilmek için o sıralar İran egemenliğinde olan Armenia topraklarından geçmek zorunda olduklarından , İran’a bir elçi heyeti göndererek, bu bölgeden eçiş izni ister. Bu sırada, gelişmelerden haberdar olan Laz kralı Gubaz I de diplomatik girişimlerde bulunarak, bu seferi önlemeye çalışır. İlk önce İran’a bir elçi heyeti göndererek destek ister. Bizans’ın resmi tarihçisi Priskus’a göre, o sırada doğuda Hunlarla savaş halinde olan Şahı, “kendisinden yardım isteyen Lazları başından defetmiştir” (!). Bunun üzerine Gubaz I, ikinci bir elçi heyetini de İstanbul’a göndererek, savaşı önlemeye çalışır. Büyük ihtimalle, aslında sadece önceki savaşın intikamına yönelik olan bu seferin, resmi gerekçesi de, bir ültimatom olarak Laz elçilere açıklanır;

“...Gobaz [Laz Kralı Gubaz I] Bizanslılara bir elçi heyeti gönderdi. Bizanslılar, Gobaz tarafından gönderilen elçilere, eğer Gobaz kendisi hükümdarlıktan ayrılırsa ya da oğlunun yetkilerine son verirse düşmanlıklarından vazgeçeceklerini, zira yerleşik geleneklere aykırı olarak, ikisinin birden ülkeyi yönetmesinin uygun olmadığını söylediler. Sadece biri ya da diğeri, yani yada Gobaz ya da oğlu Kolkhida kralı olabilirdi....” (Priskus,33.2) [Blockley, R.C.]

Geri dönen elçilerden, bu ültimatomu öğrenen Gubaz I, kedisine sunulan tercih hakkını kullanarak, tüm krallık yetkilerini ve kraliyet armalarını oğluna devreder. İstanbul’a tekrar elçiler göndererek, artık ülkeyi tek kral olarak oğlunun yönettiğini bildirir ve bir süre sonra da imparator tarafından görüşmek için İstanbul’a çağrılır.

Ancak, kilise kaynaklarınd da, ms 465 yılında Gubaz I’in İstanbul’da bulunduğundan bahsedilmesi ve kendisinden hala Laz kralı olarak söz edilmesi, kronolojik bir çelişki gibi görünmektedir. Bu kaynağa göre, Aziz Daniel, Gubaz I’e telkin ve öğütlerde bulunmuş, ayrıca Bizans imparatoru ile onun arasında arabuluculuk yapmıştı.
-BİTTİ-

Ahmet Mican Zehiroğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder