Marx’ın sözleri kapitalizmde kent-kır karşıtlığının birbirine tercih etmeyeceğimiz iki biçimini de ortaya koyar: “Küçük toprak mülkiyeti, nüfusun büyük çoğunluğunun kırsal olmasını, toplumsal değil tecrit olmuş emeğin egemenliğini öngörür ve bu nedenle de bu koşullar altında, zenginlik ve yeniden üretimin gelişmesi, bunun hem maddi hem de manevi önkoşulları ve dolayısıyla ayrıca da rasyonel ekimlerin önkoşulları söz konusu olamaz. Öte yandan, büyük toprak mülkiyeti, tarımsal nüfusu sürekli olarak düşen bir asgariye indirir ve onun karşısında büyük kentlerde bir araya toplanan, sürekli büyüyen bir sınai nüfus. Böylece yaşamın doğal yasalarının emrettiği toplumsal alışveriş bütünlüğünde onarılmaz bir çatlağa neden olan koşulları yaratır. Bunun bir sonucu olarak, toprağın canlılığı boş yere harcanır ve bu israf ticaretle belli bir devletin sınırlarının çok ötesine taşınır.
Küçük toprak mülkiyeti, yarı yarıya toplumun dışında duran bir sınıf yaratırken, büyük toprak mülkiyeti de emek-gücünü asıl enerjisinin kendine bir sığınak aradığı ve ulusların hayati gücünün yeniden canlandırılması için kuvvetini bir yedek fon olarak biriktirdiği son bölgede-toprakta baltalar. Geniş ölçekli sanayi ve geniş ölçekli tarım birlikte çalışırlar. Başlangıçta, birincisi, esas olarak emek-gücünü, dolayısıyla insanın doğal gücünü harabeye çevirdiği ve yokettiği halde, ikincisinin daha dolaysız biçimde toprağın doğal canlılığını tüketmesi gerçeği ile birbirinden ayırt ediliyorlarsa, gelişmenin daha ileri döneminde, kırlardaki sınai sistemin de işçileri zayıflatması ve sanayi ve ticaretin, kendi paylarına, tarıma, toprağı tüketmek için araçlar sağlamasında ele verirler.” (Kapital Cilt III)
Tam günümüzü anlatan bu sözlere, transgenetik felaketini ve sanayinin kırlara yayılmasını eklemek bile gerekmez.
Olgunlaşan öncüller ya da öldürücü tehlike
Emperyalist kapitalizm koşullarında kent ile kır arasındaki karşıtlığı şiddetlendiren ve ezicileştiren tüm bu etkenler; sanayinin kırlara yayılması, kentlerin “megaköy”e dönüşmesi, transgenetik mühendisliği, ulaşım, iletişim, enerji teknolojilerinde büyük gelişmeler, geniş ölçekli sanayi ile geniş ölçekli tarımın ileri düzeyde entegrasyonu, vd.-tüm bu etkenler, diğer taraftan bu karşıtlığın ortadan kaldırılmasının olgunlaşan öncüllerini de içerirler.
Kent-kır arasındaki karşıtlığın kaldırılmasının olanaklarındaki gelişme son derece önemlidir. Çünkü Sovyet sosyalizmi deneyiminde tıkanma ve geriye doğru çözülmenin önemli nedenlerinden biri, kent ile kır, sanayi ile tarım arasındaki eşitsizliklerin daraltılamamış, hatta yer yer açılmış olmasıdır.
Stalin 1934′te, büyük sanayi atılımına karşılık tarım ve hayvancılıktaki ciddi gerilemeye dikkat çeker: “Kent ile kır arasındaki bölünme tehlikesi…” (Leninizmin Sorunları)
Tarımda 1930-34 boyunca süren ciddi gerileme, 1931-32 yıllarındaki büyük kuraklığın yanı sıra, kırlarda kulaklarla (NEP döneminde palazlanmış ve ciddi bir ekonomik-siyasi güç haline gelmiş kapitalist köylüler) iç savaşa varan kaçınılmaz ve şiddetli sınıf mücadelesinin bir sonucuydu. Kentlerdeki sosyalist sanayi hamlesi paralelinde yürütülen kırlardaki kolektifleştirme hareketi karşısında kulaklar, sabotajlar ve köylülük içindeki provokasyonlarla ürünlerin gizlenmesine, yakılmasına, milyonlarca hayvanın kesilmesine yol açtılar.
Kulakların ezilmesine ve kolektifleştirme hamlesinin başarısına karşın, tarımdaki gerileme ile kesintiye uğrama ve bölünme noktasına gelen kent-kır ilişkisindeki dengesizleşme, tarım kolektif ürünlerine devlet fiyatıyla birlikte piyasa fiyatı uygulamayı zorunlu kıldı. Çünkü sosyalist proletaryanın köylülükle koşullu ittifakını, dolayısıyla kentleri açlıktan korumanın ve tarımsal üretim artışını teşvik etmenin başka pek bir yolu yoktu. Aynı yıldaki “tüm kolhozcuları varlıklı yapmak” sloganı da aynı zorunluluğa hizmet eder.
Burada Marx’ın derin tespitini bir kez daha hatırlamakta yarar var: “Gelişkin ve meta üretiminin sonucu olan her işbölümünün temeli şehir ile kır arasındaki bölünmedir”.
Sosyalist sanayi atılımı sürecinde kent ile kır arasındaki eşitsizliğin derinleşmesi ve bölünme noktasına gelmesinin kaçınılmaz sonucu, kırlarda ve kır ile kent arasında meta ilişkilerinin yaygınlaşmasıdır. Kırlarda meta üretimi ve kır-kent arasında meta ilişkisinin yaygınlaşması ise kaçınılmaz olarak kent ile kır arasındaki işbölümünü ve dolayısıyla eşitsizliği derinleştirir.
Nesnel zemin-sınırlandırıcı etkenler
Sosyalizmin kuruluşu döneminde eski sistemden devralınan lanetli bir miras olarak kent ile kır arasında eşitsiz gelişmenin şöyle çelişkili bir sonucu olmuştur: Bir yandan meta üretim ve ilişkilerinin alanı daraltılırken (sosyalist sanayi, sosyalist çiftlikler, kırlarda bireysel meta üretiminin daraltılarak kolektif çiftliklere geçilmesi, kolhozların toprağın ancak tasarruf hakkına sahip olabilmesi nedeniyle toprak rantının kaldırılması, planlama, vd.) bir yandan da genişletilmek (piyasa fiyatları, kent ile kır arasındaki meta ilişkileri, vd.), zorunda kalındı.
Bu sorun çok büyük ölçüde, devrim öncesinde kırların nüfusun ezici ağırlığını oluşturması ve muazzam dağınıklık ve geriliğinden, dünya savaşı ve iç savaş sırasında ekonomik yıkımdan; sanayileşmeye aktarılacak kaynağın olmamasından kaynaklandı. Proletaryanın ve yoksul köylülüğün egemenliği ve denetimi altında, kırlarda bir birikim temeli yaratabilmek için meta üretim ve ilişkilerini yaygınlaştırma (NEP) politikası uygulandı. Bu temelde palazlanan ve köylülüğü sömüren karşıdevrimci bir tehdit olan kulaklara karşı da, tarımda Kolhoz ve Sovhoz dayanakları genişletildi ve hücuma geçildi. Ezilen ve mülksüzleştirilen kır burjuvazisi ve spekülatörlerinin kolhozlarda yuvalanmasına karşı, bu savaşım kolhozların içinde sürdü. Bu dönemde, Makina-Traktör İstasyonları‘nda ve Sovhozlarda, hizmet verilen Kolhozlarda partinin doğrudan denetimini sağlayan, Kolhozların çalışmasını rekolteyi yükselterek israfı azaltacak çalışmayı ve gizlemeyi önleyecek biçimde örgütleyen Siyasi-Şubeler’in kurulması, bu savaşımın şiddetli sınıfsal ve siyasal karakterini gösterir.
Tüm bu ve sayısız başka önlem ve ilerlemeye karşın, kent ile kır, sanayi ile tarım arasındaki eşitsizlik sonraki on yıllarda da derinleşmeyi sürdürdü. 1940-52 döneminde sınai üretim yüzde 230 büyürken, tarımsal üretim yalnızca yüzde 10 büyüyebildi. Bunun önemli bir nedeni, tabii ki savaş ve savaş ekonomisidir.
“Böylelikle halkın tahıl, et, süt ürünleri, sebze, meyva vb.’ye hızla artan gereksinimiyle tarımsal üretimin düzeyi arasında açık bir dengesizlik oluştu. Tarımın sanayinin ardından bu geri kalması, halkın tüketiminin ülkenin varmış bulunduğu endüstriyel gelişme düzeyine yükseltilmesini olanaksız kıldı.” (Stalin’in redaktörlüğünde SSCB Bilimler Akademisi, Politik Ekonomi Ders Kitabı, Cilt II 1952)
Bir çırpıda önlenemeyecek eşitsiz gelişme
Sanayi-tarım çelişkisi, yalnızca ikisi arasında değil aynı zamanda herbirine içsel olan bir çelişkidir. Tarımsal üretkenliğin geri kalmasının saçınılmaz bir sonucu (tarımsal üretimin büyük bölümünün kırlarda tüketilmesi ve) başta gıda, tekstil ve giyim olmak üzere hafif sanayinin kösteklenmesidir. Ve I. Sektör (ağır sanayi) ile II. Sektör (tüketim araçları sanayi) arasında dengesizleşmedir.
Stalin, aynı yapıtta bir kez daha “kent ile kır, (sosyalist) işçilerle kolektif köylüler arasındaki esaslı farkın kaldırılması” üzerinde ısrarla durur. Ağır sanayinin gelişmesinin tarımda da sıçramalı bir gelişimin önkoşullarını yarattığını, ancak bunun bütün araçlarla (bilimsel, siyasal, ideolojik, kültürel vb.) hızlandırılması gerekliliği uyarısında bulunur. (agy)
Ancak meta üretim ve ilişkilerinin ve (özellikle kent ile kır arasında derinleşen) işbölümünün kaçınılmaz sonucu eşitsiz gelişme burada da kendini gösterir. Sosyalist ağır sanayinin geliştirilmesinde göz kamaştırıcı başarıya karşın, bunun sağlayacağı büyük çaplı üretkenlik artışının tarıma yansıması (tam da işbölümünden kaynaklanan “esaslı farklılık” (nedeniyle) bir çırpıda olmayacaktır.
Bu üretkenlik artışının tarıma yansıması; birincisi, gecikmeli olacaktır, ikincisi, düz bir çizgide olmayacaktır. Tarımda mevcut üretim ve mülkiyet ilişkilerini (ki kolektif tarım, yarı-sosyalist bir karakterdedir; politika ve örgütlenmede sosyalist fakat meta üretim ve ilişkilerini içerir) değiştirmeden yaygınlaştırılamayacaktır.
İşte bunlar Sovyet sosyalizminin kuşkusuz tek değil fakat önemli bir tıkanma noktası oldu. Tarım ve köylü sorununun yine ön plana çıktığı 1927-1930 tıkanması, parti içinde, ülke sathında ve özellikle kırlarda şiddetli bir sınıfsal, siyasal ve ideolojik mücadele konusu olmuş; sosyalist proletarya dışındaki sınıf ve kesimlerin doğrudan veya dolaylı temsilciliğini yapan güçlerin partiden tasfiyesi ve sonrasında sosyalist sanayileşme ve kırlarda kolektifleştirme atılımıyla aşılmıştı.
Savaştan sonra da değişmeyen sorun, süren tehlike
1950′lerin başındaki tıkanmada da öne çıkan dinamiklerden biri kırlardaki üretim ilişkilerinin ne yönde dönüştürüleceği sorunuydu. Kırlarda daha gelişkin Sovhoz tipi, sosyalist üretim ilişkilerinin yaygınlaştırılması yönünde mi -ki bu daha keskin ve doğrudan bir sınıf mücadelesini gerektiriyordu-, yoksa kırlardan başlayarak sosyalist kazanımların çözülmesi, sosyalist planlamanın ve kolektivizmin gevşetilmesi, meta üretim ve ilişkilerinin derinleştirilmesi ve yaygınlaştırılması yönünde mi?
Stalin’in ölümünün de bir etkeni olduğu parti içi güç dengelerinin değişmesi, siyasal ideolojik savaşımın kaybedilmesi, ileri doğru sıçramanın yapılacağı yerde, geriye doğru çözülmeyi başlattı. Gerçi sosyalist ağır sanayinin kazanımlarının genişleyen ölçekli metalaşma çerçevesinde tarıma yansıtılmasıyla bile, SB sonraki yıllarda dünyanın en büyük tarım üreticisi ve ihracatçısı oldu; fakat ipler artık revizyonizmin elindeydi…
Kilit nokta: Orantılı gelişme yasası
Sovyet sosyalizminin temel bir kırılma noktası, sosyalizmin ‘orantılı gelişme yasası’nın yeterince hayata geçirilememesidir. Meta üretim ve ilişkileri ile toplumsal işbölümünden (ki bunlar durmaksızın birbirini derinleştirme ve genişletme dinamiği içerirler) kaynaklanan ‘esaslı farklar’ (daha açık bir ifadeyle eşitsizlik ve çelişkilerin: kent-kır, sanayi-tarım, işçi-köylü, kafa emeği-kol emeği, erkek-kadın, uluslararası vd. Ki bunların tümü çeşitli etkenlerin devreye girmesiyle karşıtlaşma ve sınıfsal farklılaşma tohumunu da içinde taşır) ileride olana doğru (bu konudaki büyük ilerleme ve kazanımlara karşın) yeterince kapatılamamıştır.
Meta üretim ve ilişkileriyle toplumsal işbölümünün tümden sönümlenmesi ancak komünizmde mümkün olabilir. Daha doğru bir ifadeyle, zaten komünizm, toplumsal işbölümünün ortadan kalkmış olması demektir. Sosyalizmin orantılı gelişme yasasıyla derece derece buna yakınması ise, “önkoşullar” ile komünist önderliğin diyalektik ilişkisi sorunudur.
Tarihsel hedef: ‘Doğal kentler’ ya da ‘Kentsel kırlar’
Kent ve kır karşıtlığının ortadan kaldırılması ise, büyük ütopik sosyalistlerden bu yana sosyalizmin temel bir gündemi ve hedefidir. “Hem Fourier hem Owen, bir bütün olarak ortadan kaldırılmasının ilk temel koşulu olarak kent ve kır karşıtlığının ortadan kaldırılmasını talep etti. Her ikisinde de, toplumun her üyesi, hem tarıma hem sanayiye katılır. Her birey için uğraşların mümkün olan en büyük çeşitliliğini ve buna uygun olarak gençliğin mümkün olduğunca çokyönlü teknik etkinliğine göre yetiştirilmesini talep eder.” (Engels, Anti-Duhring) Hatta Fourier, tek uğraşın körelticiliği kadar sabit oturumun daraltıcılığına da itiraz eder ve bireylerin kentten kıra değişen “oturum” süresinin kısalığını şart koşar! Fakat “Kent ve kır ayrılığının ortadan kaldırılması bir ütopya değildir, büyük sanayinin ülke üzerinde olabildiğince eşit dağılımını öngören yönü itibariyle de. Kuşkusuz uygarlık bize, ortadan kaldırılması çok zaman ve çabaya mal olacak büyük kentleri miras bıraktı. Fakat uzun bir süreç de olsa, bunlar ortadan kaldırılmak zorundadır ve kaldırılacaktır.” (Engels, agy)
İnsan öğüten büyük kentlerin ortadan kaldırılması, tüm geri kalmışlığıyla birlikte kırların ortadan kaldırılması; yani kent ile kır’ın, “doğal kentler” ve “kentsel kırlar” biçiminde kaynaşmasıdır.
Gündeki öncüller
Bunun günümüzde gelişen öncülleri, sanayinin dünya çapında ve Türkiye’de kırlara yayılmasında, diğer taraftan kentlerde bahçe ve sera tarımcılığıyla “avuç içi kadar toprakta” bir mahalleyi doyuracak ürünün yetiştirilebilir olmasındadır.
Bunun öncülleri “yatay şehirleşme” ve “dikey (enstantif) tarım”dadır.
Bunun öncülleri, sanayinin göreli mobilize hale gelmesi, tarımının da doğa koşullarına mutlak bağımlı olmaktan çıkmaya başlamasındadır.
Bunun öncülleri, ulaşım, iletişim, enerji, sulama, vd. teknolojilerdeki gelişme ile sanayi kadar tarımın da hammadde ve üretim koşulları sorunundan kaynaklanan yerel sınırlılık ve engellerden göreli bağımsızlaşmasındadır.
Bunun öncülleri, tarımdan olağanüstü bir üretkenlik artışı sağlayan biyo-genetik teknolojisindeki gelişmelerdir (Tabii, halk sağlığı, ekolojik denge ve toprak açısından da yıkım anlamına gelen kapitalist biçiminden çıkarılacak. Kaldı ki, transgenetiğin tarıma ilk uygulamasını Sibirya koşullarında yetişecek dayanaklı buğday üreten Sovyet sosyalist bilim insanları yapmıştır).
Bunun öncülleri, tarımın sanayileşmesinde, sanayi ve ürünlerin ise kamuoyu baskısı ve yeni bir kar alanı olarak, kısmen “ekolojikleşmesi”ndedir.
Bunun öncülleri, tek tek tarım üreticilerinin, bırakalım tarımsal girdi ve üretim araçlarını, gıda açısından bile kendine yeterli olmaktan çıkmasıdır. Başka deyişle, tarımsal üretimin de giderek genişleyen ölçekte toplumsallaşmasıdır.
Bunun öncülleri, tarım ve sanayinin büyük tekeller bünyesinde kaynaşmasında ve tohumdan tarımsal üretim standartına, sınai işlemeden paketleme ve hipermarketlere kadar tek merkezden düzenlenebilir ve planlanabilir hale gelmesindedir (Özellikle bu son madde sanayi üretimin olduğu kadar tarımsal üretimin de yeni ve hızlı toplumsallaşma düzeyini göstermekle kalmaz. Bu ikisi arasındaki meta dolayımı ve işbölümünün (“esaslı farklılığın”) sosyalizmde daha kolay ve hızlı biçimde daraltılmasının olanaklarını geliştirir).
Bunun öncülleri, kırdan kente göçle birlikte belirleyici olmasa da “tersine göç” eğilimlerinin de ortaya çıkması ve sanayi ile tarım, kent ile kır arasında mekik dokuyan oldukça geniş bir “ara kitlenin” ortaya çıkmasındadır.
“Yalnızca üretici güçlerini bir tek büyük plana göre birbirine kenetleyen bir toplum, sanayinin kendi gelişmesine ve üretimin diğer unsurlarının (başta insan ve onun bedensel, zihinsel, duygusal gelişimi olmak üzere, toprak, doğal kaynaklar, bir bütün olarak doğa…-bn) korunmasına ve gelişmesine en uygun bir dağılımla onun tüm ülkeye yerleşmesine izin verebilir.” (Engels, agy)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder