Geçen yıl “Köyde Eğitim” adlı bir kitap neşretmiştim. Tamamen mesleki karakterde olan bu kitabı okuyan bazı dostlarım köy meselesine dair daha umumi mahiyette ve “köy kalkınması” tabiriyle ifade edilen mevzu hakkında bu kitap yazmamı tavsiye etmişlerdi.
Köylerimizde iş gören müfettiş, öğretmen ve eğitmenler de “köy kalkınması” denilen dava ile ilgileniyorlardı. Meslektaşların bazıları hiç farkında olmayarak bu cereyana mihaniki bir surette diğer mühim bir kısmı da şuurlu hareket ederek katılıyorlardı.
Köyü plansız, şuursuz ve mihaniki bir mesai sarf ederek kalkındırmaya uğraşanların enerjilerinin çoğu boş yere harcanıyordu. Düşünen ve işini bilen köylü ezbere hareket edenlerin, fantaziler peşinde koşanların teşebbüslerini kırıyordu. Onun için köyü kalkındırmaya değil, kendi unsurları ile içinden canlandırmaya çalışmak ve şuurlandırmak lazım geliyordu. İşte bu ana sebeplerden dolayı ( canlandırılacak köy ) ü yazdım. Müsveddeleri fikir arkadaşlarımın çoğuna okudum. Onlar kitabın ön söz kısmında meseleyi bir daha hülasa etmemi ve ameli, müşahhas bazı esaslı tedbirleri tekrarlamamı tavsiye ettiler. Bu sebepten köyün süratle canlandırılması çarelerini burada kısaca ve açıkça yazdım. Bütün gayretime rağmen köy meselesini tam manasıyla aydınlatamadığımı biliyorum. Fakat bu iş öyle şümullü ve girift bir iştir ki onu bir veya birkaç kişinin didinmesi değil, bu mevzu üzerinde realiteye dayanarak çalışacak yeni insan tiplerinin orijinal mesaileri aydınlatabilecektir. Bu faaliyetler arasında benim yapmaya çalıştığım sadece bir kıvılcım gibi kalacaktır. Halbuki mevzuun aydınlık bir hale gelmesi kıvılcım değil projektör ister.
Osmanlı İmparatorluğu çökmeye başlayınca köy de sür’ atle durgunlaşmaya, ıssızlaşmaya ve yarım asır geçmeden, yaşama kıymetlerinin birçoğunu kaybederek cansızlaşmaya başlamıştır. Köyün cansızlaşması demek, köylü halka her türlü normal hayat imkânlarının kapanması, onların bütün haklarının ellerinden alınması demektir.
Köy bundan yarım asır evvel takatsizleşmiş, fakirleşmiş, ancak harikulade hayatiyet kabiliyeti sayesinde can çekişerek yaşayabilmiştir. Bunun başlıca sebepleri:
1) Osmanlılaşmış münevverin rehberlik ettiği Türk cemiyetinin garbi Asya medeniyetinden ayrılarak Avrupa medeniyetine geçememesi,
2) İmparatorluğun mukadderatına hakim olan münevverler kütlesinin yaşayış, dil, hayat telakkisi ve zihniyet bakımlarından köylüden ve halktan ayrılarak şuursuzca hareket etmeleri,
3) İdarecilerin ve münevverlerin, Türk köylüsüne esir muamelesi yaparak onları ezmeleri, soymaları, harcamaları ve devlet idaresine hiçbir suretle iştirak ettirmeyerek İmparatorluğu temelsiz bir devlet haline getirmeleri,
4) Devleti idare edenlerin sıkıştıkça yabancı büyük devletlere sığınarak ağır şartlarla borç para almaları bu paraları şahsi menfaatleri için harcamaları, yabancılara bir çok imtiyazlar vererek köylüyü onlarla beraber emmek yolunu tutmuş olmaları,
5) Münevverle köylü arasındaki açıklığı halkın anlayarak tedbirler almasına mukabil münevverlerin görmemezliğe gelmesi ve bu yüzden Türk halkının ve köylüsünün; içinden çürümüş ve Osmanlılaşmış münevverin can çekişen esiri haline getirilmiş olmasıdır.
Cumhuriyet ilan edildiği zaman bu tablo, bütün cizgileri ve renkleri ile meydanda idi. Köy meselesinin en karışık düğümü de bu idi. Kitapta bu noktalar bilhassa gösterilmeye çalışılmıştır. Köyün canlandırılması işte bu kör düğümlerin çözülmeleri demektir. Köy meselesinin ne olduğu iyice anlaşılmadıkça, nasıl halledileceği kavranamaz.
Köy davası, nüfusumuzun % 80 nini doğrudan doğruya ve bir hayat meselesi olarak, kalanını da her işe temel teşkil etmesi lazım gelen bir kıymet olmak itibarile alakadar eder. Onun için köylünün canlandırılması demek memleketin, bünye değiştirerek ve sağlam bir temele dayanarak canlanması demektir. Köyün canlanabilmesi köylülerin ve bu temelin üzerinde yaşayan insanların, her şeyden evvel tabiatı emebilecek insanlar haline gelmeleri ile mümkündür. Avrupalılaşmak demek de bu demektir. Avrupanın felsefesi, ilmi, san’atı ve morali bu gayenin tahakkuku için çalışır. Avrupalılaşmış insan demek, tabiatı ve mukadderatı yenebilen insan demektir. Bir büyük ve şumullü devlet işi olarak tabiat emilemedikçe köy davası halledilemez. O halledilmeyince de işleri sağlam temeller üzerine oturtmak imkânsızdır.
Tabiatı emebilmenin birinci şartı, yeni ve kadir insan tipleri yaratmaktır. Klasik, aldatıcı yollardan giderek, Avrupa medeniyetinden başka ve köhne bir medeniyetin hayat telakkilerini aşılayan formasyon müesseselerine güvenerek yeni insan tipleri yaratılamaz. Yaratılmaya çalışılsa bile yetişmiş ve muhtelif itiyatlara sahip olmuş, bu yüzden durgunlaşmış nesiller, binbir itina ile yetiştirilmeye uğraşılan bu yeni ve dinamik nesilleri de kendilerine benzeterek yutarlar. Onlar da hayata imkanlar yaratamayan, mukadderatını maaşa bağlamak isteyen insanlar haline gelirler.
Bu hale gelen insanlar, saadeti üzerinde yaşanılan topraklarda ve içinde bulunulan tabitta yani realitede değil, devlet kadrosuna girmekte veya kendilerinden zayif insanları istismar etmekte, her neye mal olursa olsun borçlanarak yaşayabilmekte ararlar. Bu karakterdeki fertleri çoğalan bir cemiyet de, aldatıcı ve muvakkat huzuru bırakarak tabiatı ememez, mukadderatı yenemez. Kendini yer. Devletin hudutsuz koruyucu tedbirlerine kavuşan, halktan ve köylüden ayrılan, mesuliyet hissi körleşen insanlar, birer titre bürünerek putlaşmak isterler. Kendi kadrolarının dışında kalan insanları bir kıymet olarak tanımazlar. Onları türlü bahanelerle aldatma yoluna saparlar. Bundan evvela köylü çok zararlar görür.
Bir cemiyet için en büyük felaketlerden biri, o cemiyetin fertleri arasında müminsiz putların türemesi ve çoğalması, cemiyetin ekseriyetini teşkil eden insanların iş yapma, başarabilme kabiliyetlerini ve şahsiyetlerini kaybederek sürüleşmesidir. Cumhuriyet, bu trajediye asla meydan vermeyen bir hükümet şekli olduğu için mukaddestir. Cumhuriyeti koruyacak nesillerin buna iman etmeleri lazımdır.
Köyü canlandırabilmek için insanı mutlaka, kendi kendine ayakta durabilecek yaratıcı ve kadir bir kıymet haline getirmelidir. Bunu yapabilmenin en esaslı şartları şunlardır:
1) Başarılamayacak iş dünyaya gelmez diyebilen köylüyü , köyden başlayarak ta Kamutaya varıncaya kadar devletin bütün şubelerinin idaresine, onda bugünkü vasıflarından başka bir şart aramaksızın iştirak ettirmek, bu suretle devlet işlerini, realiteden kuvvet alan elemanla besleyerek memleketin hakiki bünyesine uygun bir hale getirmek;
2) Realiteye dayanmadan çalışan münevverin köye ve memleket realitelerine istinat ettirmediği her türlü ezber işleri realize etmesine hiçbir sahada müsaade etmemek, bunu temin edici rasyonel tedbirleri almak;
3) (18) yaşından yukarı yaşlardaki asgari (8) milyon erkek ve kadın vatandaşı en az altı aylık ( köy mecburi hizmeti ) ne tabi tutarak çalıştırmak, bu teşkilat sayesinde köylerle birlikte memleketin umumi çehresini süratle ve rasyonel bir şekilde değiştirmek, böylece ana yolları, köprüleri, okul binalarını, dispanserleri yaptırmak, kanalları açtırmak, bataklıkları kurutmak, limanları yaptırmak, telgraf ve telefon hatları ile bütün köyleri birbirine bağlamak, köylünün satım ve alım kabiliyetini yükseltmek, memlekette yeni hayat imkanları yaratıcı sahaları ve insan sayısını çoğaltmak;
4) Modern tekniği, onun bilgileri ile cihazlarını kullanmayı - klasik, pahalı, hakiki hayattan uzakta çalışan müesseselere güvenmeden - mesleklerinin icabına göre bütün vatandaşlara öğretme imkanlarını hazırlayıcı tedbirleri almak.
5) Köylüyü de diğer vatandaşların kavuştukları tabii ve insani haklarına kavuşturucu tedbirleri genişletmek;
6) Köylü vatandaşlarda da Cumhuriyet vatandaşlığı şuurunu aksiyon haline gelebilecek şekilde uyandırmak için gereken tedbirleri sür’ atle almak;
7) Kültüre, hukuka (ekonomiye, san’ ata ve ilime bu ana prensiplerin renklerini taşıyan bir karakter vermek böylece Türk topraklarının ilmini, san’atını, moralini, hukukunu, ekonomisini yaratmaktır. Bütün işleri nazariyeye değil, aksiyona çevirerek halletmek yolunu tutarak çalışmayı, kudsileşecek bir kıymet olarak insanların benliklerine aşılamak lazımdır.
(Canlandırılacak köy) de Cumhuriyetin bir ideoloji olarak getirdiği prensiplere dayanılarak işte bu ana fikirler; realiteden ve aksiyon halindeki hadiselerden misaller gösterilerek hem izah hem de müdafaa edilmeye çalışılmıştır. Kitapta müdafaasını yaptığım fikirlerin realizasyonunda müsbet rolü olanların adlarını belirtmeyi uygun bulmadım. Onun için eserin hiçbir yerinde şahıs isimlerini yazmadım. Yalnız bu eserin meydana gelmesinde benden daha çok rolleri bulunduğuna kani olduğum, büyük devlet adamlarına, köylerde başarı ile çalışan meslektaşlarıma iş arkadaşlarıma teşekkürü bir borç bilirim. Eğer onlar işlerini muvaffakiyet denilen taç ile süsleyememiş ve türlü işlerle ödevlendirilen köy çocukları harikulade başarılar gösterememiş olsalardı, köylerdeki vatandaşlarımıza verilen vazifeler tahakkuk etmemiş bulunsaydı benim tecrübeye dayanan ve kuvvetini ondan alan bu fikirleri ortaya atmam imkansız, hatta gülünç bile olurdu. Onun için bu eser de tıpkı diğer müşterek işlerimiz gibi bir ortaklık malıdır. Fikir ve iş arkadaşlarımın kanaatlerine, hislerine ve köylülerimizin aksiyon halindeki başarılarına tercüman olabildiysem yeni hızla köy için çalışacakların arttıklarını görerek kendimi bahtiyar addedeceğim.
Müşterek kanaatlerimiz olarak ortaya konulan fikirlerimiz, köy davası ile ilgilenmek isteyenleri alakadar edecek değer ve mahiyette bulunursa köyün canlandırılmasına emekleri katılan insan sayısının çoğalmasından azami zevk duyacağız.
Köyü canlandırmaya eriştiğimiz gün, milletimizin her sahada kudreti, bugün güç tasavvur olunacak kadar yüksek ve heybetli olacağına inanıyoruz. Bütün vatandaşları bu ülkünün yolcusu görmek istiyoruz.
İlköğretim Genel Müdürü
Ankara : /Etlik
20 / VI / 1939
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder