Akıl defteri: Hatırlanıp yapılması gereken şeylerin yazıldığı küçük defter, muhtıra defteri, ajanda.
Akıl etmek: Herhangi bir önlem ve çareyi zamanında düşünmek, vaktinde hatırlamak."Sular kesilecekti ama kovaları doldurmayı akıl edemedim."
Akıl hocası: 1. Birine yol gösteren, akıl öğreten kimse. 2. Herkese akıl öğretmeye meraklı kimse."Lütfen akıl hocalığı yapmaya kalkma, biz işimizi senden iyi biliriz."
Akıl kârı olmamak: Akıllı, dengeli ve ölçülü bir kişinin yapacağı iş olmamak."Akıl kârımı şimdi senin yaptığın bu iş?"
Akıl kutusu (kumkuması): Çok zeki, akıllı kimse; bilgiç."Akıl kutusu mübarek, her meseleyi çözüyor."
Akıl öğretmek (vermek): Herhangi bir konuda yol gösterip tavsiyede bulunmak, bilgi vermek."Sana akıl verecek bir adam da mı bulamadın?"
Akıl sır ermemek: Bir işin gizli yönlerini, niteliğini, asıl sebebini anlayamamak."Senin bu işi nasıl berbat ettiğine hâlâ akıl sır erdiremedim."
Akıllara durgunluk vermek: Çok şaşılacak bir şey olmak."Bir görmeliydin o olayı, akıllara durgunluk verecek bir olaydı."
Akıllı uslu: Dengeli, yaramazlık etmeyen, ölçüsüz ve taşkın davranışlarda bulunmayan."Senin çocuk pek akıllı uslu görünüyor."
Akıntıya kürek çekmek: Olmayacak, gerçekleşmeyecek bir iş uğrunda boşuna çaba sarf etmek."Desene boşuna kürek çekmişiz, olmayacak bu iş."
Akla karayı seçmek: Bir işi başarmak uğrunda çok yorulmak, sonuca kadar çok zahmet çekmek."Seni buluncaya kadar akla karayı seçtim."
Aklı almamak: 1. Akla uygun gelmemek, inanılacak gibi olmamak. 2. Anlamamak."Şu işleri bir türlü aklım almıyor."
Aklı başına gelmek: 1. Zarar gördüğü işlerden uslanıp akıllıca davranmak. 2. Baygınlıktan ayılmak, kendine gelmek."Çabuk koşun, nihayet kendine geliyor!"
Aklı başında olmamak: 1. İyi düşünebilir durumda olmamak. 2. Bayılmak, kendisinden geçmek."Artık aklı başında olmamak onun işine geliyor sanki, böylece sorumluluktan kurtulacak, rahat edecek."
Aklı başından gitmek: 1. Çok korkudan veya çok sevinçten ne yapacağını şaşırmak. 2. Kafası çok yorulmuş olduğundan iyi düşünememek."Annemi öyle evin ortasında baygın görünce aklım başımdan gitti."
Aklı durmak: Şaşırmak, düşünemez bir hâle gelmek."Resmi öyle güzel yapmış ki görsen aklın durur."
Aklı karışmak: Ne yapacağını bilememek, bocalamak, şaşırmak."Dur hele, bir düşüneyim, söylediklerin aklımı karıştırdı."
Aklı kesmek: Bir şeyin olabileceğine, bir şeyi yapabileceğine inanmak."Seninle bu işi başarabileceğime pek de aklım kesmiyor."
Aklına (aklını) takmak: Bir şeyi devamlı olarak düşünmek, bir fikre sürekli olarak zihninde yer vermek ve zihni onunla meşgul etmek."Onu niçin kırdım, aklıma takıldı düşünüp duruyorum."
Aklına düşmek: 1. Hatırlamak. 2. Kafasında bir düşünce doğmak."Aklına düşen her şeyi yapmak zorunda mısın?"
Aklına esmek: Daha önce düşünmemiş olduğu şeyi birden yapmaya karar vermek."Birden aklına esti, kalkıp sahile indi."
Aklına gelen başına gelmek: Olmasından korktuğu şeyin zarar verici etkisine uğramak."Aklıma gelen başıma geldi, evi su bastı."
Aklına gelmek: 1. Hatırlamak. 2. Bir şeyi yapmayı düşünmek, tasarlamak."Aklıma geldi, kalkıp babama gittim."
Aklına koymak: 1. Bir şeyi yapmaya kesin olarak karar vermek."Bu sene takıntısız sınıfımı geçmeyi aklıma koydum."2. Bir fikri başkasına aşılamak.
Aklına yer etmek: Uygun bulduğu bir düşünce kafasına yerleşmek."Onun sana söyledikleri aklına yer eder inşallah."
Aklından zoru olmak: Tutarsız, dengesiz, ölçüsüz, delice davranışlarda bulunmak."Bırak o bıçağı, aklından zorun mu var senin?"
Aklını (bir şeyle) bozmak: 1. Sapıtmak, delirmek. 2. Yalnızca ilgilendiği, üzerine düştüğü şeyle uğraşıp durmak, başka hiçbir mesele düşünmemek."Bizim çocuk sinema ile aklını bozdu."
Aklını almak: Çekiciliği, güzelliği ile büyülemek, etkisi altına almak."Kızın bir bakışı, aklını başından almaya yetti."
Aklını başına almak (toplamak, devşirmek): Mantıksız, ölçüsüz davranışlarda bulunmaktan kendini kurtararak akıllıca bir yola girmek."Aklını başına al, yoksa bu içki seni götürecek."
Aklını başından almak: Çok şaşırtmak, düşünemeyecek duruma getirmek."Gördüğü ev aklını başından aldı."
Aklını çalmak (çelmek): 1. Kararından, niyetinden vazgeçirip başka bir yola sokmak. 2. Baştan çıkarmak, ayartmak."Aklını çelip onu evlenmeye razı et."
Aklını peynir ekmekle yemek: Akılsızca, şaşkınca, delice işler yapmak."Misafirliğe böyle gidilir mi? Sen aklını peynir ekmekle mi yedin?"
Akşama sabaha: Neredeyse, pek yakında, kısa bir süre içinde."Konuklar akşama sabaha burada olurlar, sakın bir yere kaybolma!"
Akşamı iple çekmek: Gecenin olmasını sabırsızlıkla beklemek."Ne güzel bir ziyaret olacak. Akşamı iple çekiyorum."
Al aşağı etmek: Birini bulunduğu yerden, mevkiden indirmek."Ya, gördün mü, demek ki el oğlu adamı al aşağı ediyormuş bir çırpıda!"
Al birini vur birine (ötekine): Hepsi aynı, bir ayarda, hiçbiri işe yaramaz."Onlardan söz etme bana. Al birini vur birine."
Al gülüm ver gülüm: 1. Karşılıklı sevgi gösterisi. 2. Çokluk uygun olmayan işlerde birbirinin çıkarını kollamak.
Al takke ver külâh: 1. Bir mesele üzerinde uzun çekişmelerden sonra. 2. Senli benli, samimî dostluğu sürdürerek."Al takke ver külâh yıllarca yaptık bu işi."
Alacağı olsun: "Günün birinde ondan öcümü alırım" anlamında göz korkutmak için söylenir.
Alçak gönüllü olmak: Gurur ve kibre kapılmayıp kendini olduğundan daha aşağı düzeyde sayma, başkalarından yüksek görmeme durumu."İnsanı insan yapan vasıflardan biri de alçak gönüllü olmaktır."
Alıcı gözüyle bakmak: Çok dikkatli bakmak, inceden inceye gözden geçirmek."Mobilyaya ilk defa alıcı gözüyle baktı."
Alın teri dökmek: Zahmetli iş görüp çok emek vermek."Alın teri dökmeyenler, emeğin ne olduğunu bilemezler."
Ali Cengiz oyunu: "Kurnazca, haince aklı durduracak iş yapmak" anlamında kullanılır."Bana bir Ali Cengiz oyunu oynadılar ki sormayın gitsin."
Ali kıran baş kesen: Çok zorba, kaba kuvvetle hâkimiyet kuran."Mehmet, sınıfın Ali kıran baş kesini olmuştu."
Ali`nin külâhını Veli`ye, Veli`nin külâhını Ali`ye giydirmek: Kendi sermayesi olmadığı hâlde, birinden aldığını ötekine, ötekinden aldığını bir başkasına vererek işini yürütmek.
Allah "yürü ya kulum" demiş: Az zamanda çok para kazanan ve işinde çok çabuk ilerleyenler için söylenir."Cenab-ı Hak bir kimseyi zengin etmek isterse ona, `yürü ya kulum` demesi yeter."
Allah adamı: Hile, kötü bilmeyen; hak yol üzerinde olan, Allah`a ibadette kus dini bütün kimse."Allah adamı olmalısın dünya da, hem de ahrette iyilik görebilesin."
Allah Allah!: Daha çok şaşkınlık ve hayret hâllerini anlatır."Allah Allah! Nasıl oldu bu iş, aklım almıyor?"
Allah aratmasın: Yakınılacak bir durumda, bir şeyin hiç bulunmaması hâlindeki sıkıntı anında "Allah daha kötüsünü göstermesin" anlamında kullanılır.
Allah aşkına: Yemin vermek veya yalvarmak için "Allah`ını seversen" anlamında şaşma, usanç bildirir."Allah aşkına şu işi bir daha yapma!"
Allah bilir: 1. Belli değil, Cenab-ı Hak`tan başka kimse bilmez."Allah bilir bu sırrın iç yüzünü."2. Bana öyle geliyor ki."Allah bilir esrar da alıyordur bu çocuk."
Allah versin: 1. Dilenciyi savmak için "bekleme, sadaka vermeyeceğim" anlamında söylenir. 2. İyi şey elde edenlere memnunluk bildirmek için, kimi zaman da takılma ve şaka için söylenir."Allah versin, işlerin gayet iyi görünüyor.
Allah yarattı dememek: Kıyasıya dövmek, çok hırpalamak."Adamlar yabancıya bir giriştiler ki Allah yarattı demediler."
Allah`a emanet: Herhangi bir şeyi Yüce Allah`ın korumasına ve esirgemesine terk etmek."Seni Allah`a emanet ederek gidiyorum oğlum."
Allah`ın belâsı: Varlığı üzüntü veren, varlığından huzursuz olunan şey."Allah`ın belâsı adam yine çıktı ortaya."
Allak bullak etmek: Kurulu düzeni bozmak, karmakarışık bir duruma getirmek."Çocuklar evi allak bullak edip gitmişler."
Allayıp pullamak: Kötü görünüşü kapatmak için bir şeyi süslemek, donatmak."Hurda arabaları allayıp pullayıp pazara çıkarmışlar."
Allem etmek, kallem etmek: İstediğini elde etmek için her türlü kurnazlığa başvurmak."Namussuzlar allem edip kallem edip yaşlı adamın evini elinden aldılar."
Alnı açık yüzü ak (olmak): Herhangi bir ayıbı, çekinecek bir durumu olmamak, iffetli ve şerefli olmak."İşte alnı açık yüzü ak meydandayım; çıksınlar karşıma."
Alnını karışlamak: 1. Bir işin çok güç olduğunu, yapılamayacak kadar zor olduğunu anlatır. 2. Küçümseyerek meydan okumak, tehdit etmek."Beni polise bildirenin alnını karışlarım."
Alnının akıyla: Küçümsenecek, ayıplanacak bir duruma düşmeden; tertemiz, şerefiyle, başarılı olarak."Allah`ın izniyle bu işten alnımın akıyla çıkacağım."
Alnının ar damarı çatlamak: Utanma, sıkılma duygularını yitirmiş bulunmak."Adama bak nerede soyunuyor, alnının ar damarı çatlamış anlaşılan."
Alnının damarı çatlamak: Başarmak için çok sıkıntı çekmek, çok çaba sarf edip emek vermek."O yolu açıncaya kadar benim alnımın damarı çatladı, sen ne halt etmeye bozuyorsun?"
Alnının kara yazısı: Kötü talih, baht."Ne yapayım, alnımın kara yazısı böyle imiş."
Altı kaval, üstü şeşhane (Şişhane): Daha çok giyim için "altı, üstüne; bir parçası öbür parçasına uymaz." anlamında kullanılır."Çabuk çıkar şu üzerindeki altı kaval üstü şeşhane elbiseyi, yoksa rezil olacaksın el âleme."
Altın bilezik: Para getiren, hayat boyunca geçimi sağlamaya yarayan sanat ve meslek."Şimdiden bir altın bilezik sahibi ol ki yarın rahat edesin."
Altında kalmamak: 1. Bir şeyi karşılıksız bırakmamak."Onun bana yaptığı iyiliğin altında kalır mıyım?"2. Bir şeyin üstesinden gelmek."Bana verdiği işin altında kalmayacağım."
Altından Çapanoğlu çıkmak: Girişilen bir işte başa dert olacak bir durumla, umulmayan bir tehlike ile karşılaşmak."Bana öyle geliyor ki bu işin altından Çapanoğlu çıkacak."
Altından girip üstünden çıkmak: Bir serveti, bir parayı, bir kaynağı gereksiz yere, düşüncesizce, sorumsuzca harcayıp kısa zamanda bitirmek."Bir ayda o kadar paranın altından girip üstünden çıktı."
Altından kalkmak: Bir zorluğu yenip işi başarmak."Telâşlanma, işin altından kalkacaktır o."
Altını çizmek: Bir şeyin (daha çok sözün) önemini belirtmek, üzerine dikkati çekmek, vurgulamak."Altını çize çize söylüyorum. Eninde sonunda sen de geleceksin."
Altını üstüne getirmek: 1. Bir şeyi bulmak için aramadık yer bırakmamak."Evin altını üstüne getirdik ama tabancayı bulamadık." 2. Söz ve davranışlarıyla çevreyi birbirine düşürmek, karmakarışık etmek."Adam iki çift laf etti. Topluluğun altını üstüne getirdi."
Altta kalanın canı çıksın: "Herkes başının çaresine baksın, güçsüzleri düşünme, gücü yetmeyene ne olursa olsun" anlamında kullanılır.
Alttan (aşağıdan) almak: Sert konuşan birine karşı yumuşak, olumlu, onu haklı görüyormuş gibi tavır almak."Amacına ulaşmak istiyorsan onunla konuşurken alttan al, pes perdeden konuş."
Alttan güreşmek: Biraz geriden, pasif hareket edip gizli gizli yenme yollarını kollamak."Vay hınzır vay!.. Alttan güreşip aklın sıra başarı kazanacaksın ha!"
Aman dilemek: Önce direnirken zor karşısında boyun eğip canının bağışlanmasını istemek, galip gelenin merhametine sığınmak."Aman dileyene kılıç kalkmaz."
Aman vermemek: 1. Göz açtırmamak, rahat bırakmamak. 2. Düşmanı acımayıp öldürmek, merhamet etmemek."Böyle kahpe insanlara sakın aman vermeyin!"
Ana baba günü: 1. Mahşer günü. 2. Sıkıntılı kalabalık; telâşlı, tehlikeli, kimsenin kimseyi tanımadığı kalabalık."Yangın yeri ana baba gününe dönmüştü."
Ana kuzusu: 1. Pek küçük kucak çocuğu. 2. Sıkıntıya, güç işlere alışkın olmayan, nazlı çocuk veya genç."Şu torbayı kaldırışına bak hele, tam bir ana kuzusu."
Anası ağlamak: Çok eziyet çekmek, sıkıntıya katlanmak, bitkin duruma düşmek."Onu buraya getirinceye kadar anam ağladı."
Anasından doğduğuna pişman etmek: Çok eziyet ederek canından bezdirmek, bir kimseyi çok üzmek."Karşıma bir çıksın, onu anasından doğduğuna pişman edeceğim."
Anasından doğduğuna pişman: 1. Üşengeç, çok tembel. 2. Canından bezmiş."O işi yaptı ama anasından doğduğuna bin pişman."
Anasından emdiği süt burnundan (fitil fitil) gelmek: Bir işi yaparken çok sıkıntı çekmek, eziyete katlanmak."Şu arabanın taksitlerini ödeyinceye kadar anamdan emdiğim süt burnumdan geldi."
Anasını ağlatmak: Bir kimseye çok eziyet edip sıkıntı çektirmek."Adamın üzerine öyle gittiler ki iki günde anasını ağlattılar."
Anasını sat! (satayım): Önem verme, aldırma, umursama, bunun için kederlenme, üzülme,"Sat anasını o işin, yenisine bak!"
Anasının gözü: Hileci, kurnaz, çok açık göz, çıkarcı, hin oğlu hin."Adam anasının gözü, iki dakikada bitiriverdi işi."
Anca beraber, kanca beraber: Birbirimizden ayrılmayacağız, işler iyi de gitse, kötü de gitse hep birlikte yapacağız, beraberliği bozmayacağız."Bu toprağı yalnız ben mi atacağım, hayır arkadaşlar; haydi anca beraber, kanca beraber."
Anladımsa Arap olayım: "Hiçbir şey anlamadım" anlamında kullanılır."Senin anlattıklarını anladımsa Arap olayım."
Ant içmek (etmek): Yemin etmek, bir şeyi yapmaya veya yapmamaya söz vermek."Ant içtik, asla bu ülkeyi düşmana bırakmayacağız."
Apar topar: Telâş ve acele ile, yaka paça, hazırlanmadan,"Treni kaçırırım korkusuyla apar topar evden ayrıldım."
Ar damarı çatlamak: Utanç duyulacak şeyleri sıkılmadan yapmak, utanmayı bırakmak, yüzsüz olmak."Ar damarı çatlamış bu adamdan ne umuyorsun anlamadım bir türlü."
Ara (aralarını) bozmak: İki kişi arasındaki iyi ilişkiyi, dostluğu, arkadaşlığı yıkmak."Kim ki ara bozar, o toplumun yüz karasıdır."
Ara bulmak: Birbirleriyle anlaşamayan, bir araya gelemeyen kişileri uzlaştırmak, barıştırmak."İki öğrencinin arasını bulmak, tam bir haftamı aldı."
Araları açılmak (bozulmak): İyi ilişkileri, dostlukları, arkadaşlık bağları kopmak; birbirlerine dargın hâle gelmek."Şu iki çiftin araları nasıl açıldı hâlâ anlayamadım."
-Devam Ediyor-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder