30 Ekim 2007 Salı

KÖYLÜ Size Neyi Çağrıştırıyor?



'Hemen her ülkede köylü, toplumun en yaşlı ve gizemli öğesidir. Köylü, kendinden başka herkes için, anlaşılmaz, düşünce ve davranışlarından döndürülmez bir varlıktır; o bir gömü, toprağın koynunda filizlenen tohum, uygarlığın ölü katmanları arasında canlı kalmayı başarmış varlıktır.”
'Octavio Paz / Yalnızlık Dolambacı



Köy kökenli birisi değilim ama köylülere ve köy kökenlilere karşı sonsuz bir sempatim vardır. Oldukça eskilere uzanan soyağacımda da 'köy kökenli'' birisi olmamasından dolayı büyük rahatsızlık duyarım. Peki neden?

Bir bireyin ''köy kökenli'' olması onun toprağa bağlı, toprağa değer veren, onu işleyen bir yerleşik düzen insanı olduğunun göstergesidir ve bu devlet kurucu ırkların da bir özelliğidir. Örneğin; tek bir tane bile bir ''Yahudi'' köylüsü yoktur. Köylü bir Yahudi göremezsiniz ve bu dünya'nın her yerinde böyledir. Çünkü Yahudi toprağa değer vermez, toprağa bağlı değildir.

Bugün ABD'de kurucu halk olan WASP'ların neredeyse tamamı köy kökenlidir. Bunun yanında küçük kasabalarda ve çiftliklerde yaşayan tek bir Yahudi bile yoktur.

Amerika kıtası keşfedildiğinde buraya yoğun göçler oldu. Kurucu halk, ırklarının da verdiği ilhamla kırsal kesime yöneldi hepsinin aklından da geçen tek bir düşünce vardı. ''Bir toprak sahibi olmak ve onu işlemek'' ve bu da bir devletin oluşabilmesi için gerekli olan yerleşik düzene geçişin ilk adımıydı. 

Göçe katılan Yahudiler ise hemen zaten kurulmuş olan büyük şehirlere yöneldiler. Kurucu halk, bir devleti kurmanın temel ilkesi olan yerleşik düzene geçip toprağı işlerken Yahudi, büyük şehirlerde tıpkı fare inlerini andıran gettolar oluşturarak o eski alışkanlığı olan 'tefeciliğe' çoktan başlamıştı ve paraya egemen oluyordu.

Belirli bir coğrafya, devlet kurucu özellikleri olan 'savaşçı' bir halk tarafından fethedilir ve bu topraklara savaşçılardan sonra kitle halinde göçler başlar. Önce küçük çiftlikler kurulur bunlar köye ve nihayetinde de büyük şehirlere dönüşürler. Tarihin tüm büyük uygarlıkları da ''toprağa bağlı'' bu ruh sayesinde kurulmuştur. 

Örneğin; ABD'ye yalnızca ''Yahudiler'' göç etmiş olsalardı hiç bir zaman bir 'devlet' kuramayacakları bir yana tıpkı fare sürüleri gibi de bir birlerini yiyeceklerdi.

Köylüleri ve köy kökenlileri ''aşağılamaya çalışma'' gayreti ise Yahudilerin varlıklarını hissettirmeye başladıkları 19.yy 'da ortaya çıkmıştır ve bir Yahudi hastalığıdır ve bu hastalık önce Avrupa'da ortaya çıkmış ve daha sonra tüm dünya'ya da yayılmıştır.

III.Reich dönemi Almanya'sında ise durum tam tersine dönmüştü. Köylü haklı olarak yüceltilirdi. Bu konu hakkında daha çok şey yazılabilir kuşkusuz fakat kısaca şunu söylemek mümkündür. Köylüler ve köy kökenliler devlet kurucu yetenekleri olan yerleşik düzene geçmiş insanların torunlarıdırlar ve damarlarındaki kan da atalarından onlara kalmış en büyük mirastır ve bununla da ne kadar gururlansalar azdır.






Kendini Efendi Değil, Hizmetçi Gören İdareci

Sırası gelince “Köylü milletin efendisidir” derler. Ama iş ciddiye binince, halkın çoğunluğunu teşkil eden bu tabaka halkla birlikte yok sayılıverir. Bir taraftan yüksek perdeden çalınır; haktan, hukuktan, eşitlikten, insaniyetten söz edilir; ama vakıa hiç de böyle olmaz.

Evet, bu memlekette bazıları öteden beri kendilerini milletin üstünde görmeye, milleti hiçe saymaya alışagelmiş, ateş bacayı sarınca da milletin yüceliğinden, büyüklüğünden söz edegelmişlerdir.

Vatandaş, birilerini vekâleten halkı idare etsin diye meclise gönderir. Halkın temsilcileri olan bu insanlar kendilerini asilin yerine koyamadıkları gibi onlara tepeden de bakma hakkına sahip değillerdir. Vatandaş oraya onları hizmet versinler diye göndermiştir. Mânevî bir şahsiyet olan devletin görevi de vatandaşına hizmet götürmekten başka ne olabilir ki?

Bu teoride böyle oladursun, Asrı Saadette bunun tamamen uygulama imkânı bulduğunu görürüz. Ve bugün özleyegeldiğimiz bu anlayışın yüzyıllar önce uygulandığını hayret ve takdirlerle öğreniriz.

İslâmın nuru ülkesini aydınlatınca gözleri kamaşan, o nura pervane olup halifeyle tanışmak için yollara düşen Iraklı Temim Oğullarından kabile reisi Ahnef bin Kays’ın karşılaştıkları gözler kamaştırıcıdır.

Zamanın halifesi Hz. Ömer'le tanışmak için can atıyordu. Acaba nasıl birisiydi? Onu görme aşkı içine düştü. Onu görünce Hz. Peygamberi az da olsa anlayabileceğini düşündü. Resûlullaha olan hasretini, mü’minlerin halifesini görmekle gidermeye çalışacaktı.
Medine’nin yolunu tuttu. Yanına kabile ileri gelenlerini de aldı. Havaların serinlemesini bile bekleyemedi. Yazın kavurucu sıcağında yollara düştü.

Medine’ye varınca halifenin makamını sordu. Gösterdiler. Az ilerde bir adama rastladı. Develeri tımar ediyordu. “Halife Ömer’i arıyoruz, nerede bulabiliriz acaba?” diye sordular. Karşılarındaki Hz. Ömer’den başkası değildi. Ama nerden bilebilirlerdi? Kendilerini tanıtıp niçin geldiklerini anlattılar. Muhakkak Halifeyi görmek istediklerini söylediler.

Hz. Ömer gülümsedi, “Aradığınız benim,” dedi. “Buyrun, ne soracaksanız sorun!” Ahnef afallamıştı. İç dünyası allak bullak oldu. Bir Halife deve mi tımarlardı?

Onun şaşkınlığını gören Hz. Ömer, “Bu develerde yetimlerin, yoksulların, dul kadınların hakkı vardır,” dedi ve ekledi: “Gel ey Ahnef, sen de bana yardım et!”

Oradakilerden birisi, “Ey mü’minlerin halifesi,” dedi. “Kölelerinizden birisine emretseydiniz de bu işi yapsaydı daha iyi olmaz mıydı?”

Hz. Ömer şu cevabı verdi: “Ben ve Kays’tan daha iyi köle mi olur? Bu iş için biçilmiş kaftanız biz. Müslümanların idaresini üstlenenler, onların kölesidir. Köleye yaraşan da devletine, milletine hizmette bulunmak, emanet edilenlere hıyanet etmemektir.”

Ahnef’e güzel bir ders olmuştu bu. Anlamıştı ki makam yükseldikçe sorumluluklar da artıyordu. İdareci milletin efendisi değil, hizmetçisiydi.





TBMM TUTANAKLARI 45 inci Birleşim 02.01.2002 Çarşamba

SP GRUBU ADINA AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Bursa)
Değerli milletvekilleri, geçen hafta bu tasarının görüşülmeye başlanacağı akşam, bir televizyon kanalı şöyle bir haber veriyordu: Malatyalı bir tütün üreticisi çiftçimiz, satmak istediği, ürettiği tütünü satamamış, iki çocuğunu ve eşini evinin damına çıkararak damı ateşe vermiş, evi zarar görmüş, arkasından da iki ay ceza almış. Bu çiftçimiz, iki aylık cezasını tamamladıktan sonra, tekrar, tütününü satmak için götürüyor ve yine satamadığı için, bu sefer, bir dama çıkarak kendini ateşe veriyor ve televizyon haberi de şu şekildeydi: "Şu anda tütün ekimini yasaklayan tasarı da Mecliste görüşülmek üzere."

Toplumda, gerçekten sosyal olaylara sebep olabilecek, birçok çiftçimizin işsiz kalmasına sebep olabilecek bir yasayı burada görüşüyoruz. Bu vesileyle, bir kere daha, Yüce Meclisi bu konuda düşünmeye davet ediyorum.

Kendisini, eşini, çocuklarını yakmaya teşebbüs eden çiftçi Türk çiftçisidir ve Türk köylüsüdür. Hükümetimiz ise, onlar için ürettiği projenin adının köykent mi olsun, tarımkent mi olsun kavgasındadır. Sayın Başbakan, Atatürk'ün bir sözünü hatırlatarak "köylü milletin efendisidir" diyor. Doğrudur, köylü milletin efendisidir; ama, Atatürk'ün köylüsü milletin efendisidir. Herhalde, tütün ekimi yasaklanan, pancar ekimine kota konulan, fındık ağaçları sökülen, hububatı para etmeyen, Ziraat Bankası ve tarım kredi kooperatiflerine borçlarını ödeyemeyip hapis yatan köylülerin bu kapsama girmemesi gerekir diye düşünüyorum. Ben, bir basın toplantısında da söyledim. Sayın Başbakan, herhalde, bir İstanbul gezisinde, Ataköy, Yeşilköy ve Kadıköy gibi kent bölgelerini gezerken, onların tabelalarındaki "köy" ifadesine takıldı, oraları köykent zannetti diye düşünüyorum.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Ne büyük espiri!
MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Sana öyle geliyor.
AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Devamla) - Evet, öyledir.

Değerli milletvekilleri, 02.02.1993 tarihinde yayımlanan bir köşe yazısından bölümler aktararak sözlerime başlayacağım.

Yazının başlığı "Efendinin Efendisi."

"1985'te Sayın Turgut Özal Başbakanlığı döneminde, Dünya Bankasından aynı şekilde 300 000 000 dolar kredi karşılığında, destekleme fiyatlarını düşük tutun, desteklenen ürün sayısını azaltın, tarım kredi faizlerini yükseltin, tarım kredi kooperatifleri kredi vermesin, tarım girdilerine parasal destek sağlanmasın, sulama ücretlerini artırın, Toprak Su Genel Müdürlüğünü kaldırın gibi istekler geliyor ve bu kabul ediliyor. O zamanki muhalefet, bunun Türk tarımının sonu olacağını, üretimin düşeceğini haykırıyor. Hatta 'köylü milletin efendisidir' diyebiliyorduk; efendinin efendisi de, herhalde, Dünya Bankasıymış" şeklinde yazılar yazılıyor.

Yine, o günlerde hükümet, iyi tütüne iyi para, tütün ithalat ve ihracatının serbest bırakıldığı kararlarına imza atıyordu ve muhalefet sözcüleri, nikotini az kaliteli tütünün bayırda yetiştiğini, bunun sap ve uç kısımlarının atılarak, çok az miktarda tütüne iyi para verilerek Amerika Birleşik Devletlerinde satılacağını, diğer tütünlerin para etmeyeceği düşüncesinden, ova tütüncülüğünün öleceğini ve Amerika Birleşik Devletlerinin, Mısır'da ova tütüncülüğünü on senede böyle bitirdiğini söylüyorlardı; Türk tütüncülüğünün bu şekilde darbe yiyeceği belirtiliyordu ve burada esas amacın, Amerika Birleşik Devletlerinin kalitesiz Virginia tütününün, ihracat yoluyla Türkiye'ye sokulacağı, Türkiye'de kuracakları fabrikalarda bu kalitesiz tütünü işleyecekleri, iyi tütüne iyi para politikasıyla Türkiye'den alacakları az sayıda kaliteli tütünü Virginia tütünüyle karıştırıp kalitesini artıracaklarını ve dünya piyasalarını ele geçireceklerini söylüyorlardı. Yine,  Milliyet Gazetesindeki bir haber söz edilerek "Anadolu, şimdi, Marlboro ülkesi" başlıklı habere dayanarak Sabancı Holding ile Amerikan Philip Morris ortaklığında Torbalı'da kurulan sigara fabrikasının, Başbakan Süleyman Demirel tarafından açıldığı, yılda 2 000 ton sigara üretim kapasitesinden sonra sigarasını bağımsız olarak dağıtabileceği, fiyatını belirleyeceği, fabrikanın sadece yüzde 25 hissesinin Sabancı Holdinge ait olduğu söyleniyor.

Bu yazının sonu, her vesileyle bu politikanın -bu oyunun- Sayın Özal ile başlayıp "benim işçim, benim köylüm" diyen Demirel'le devam etmesi gayet normal de; her vesileyle bağımsızlıktan bahseden, işçi, köylü edebiyatı yapan -sıkça yapan bunu- SHP'nin o günkü hükümetin içerisinde olmasının, sosyal demokratların gerçek yüzünü ortaya koyduğu şeklinde yorumlanarak...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder