24 Ekim 2007 Çarşamba

Müslümanlık- Hıristiyanlık



Vaktiyle Almanya'da görkemli bir kilisenin kapısından içeriye doğru şöyle bir baktım. Günlerden pazar olmasına rağmen bu büyük kilisede sadece üç-beş kişi bulunuyordu. Kilisenin tam karşısındaki sıra sıra dizili kafelerde ise yüzlerce insan, çoluk çocuğuyla biralarını yudumluyor, salamları sosisleri mideye indiriyor ve şen kahkahalar atıyordu. Almanların öbür dünya ile işi yok diye düşündüm. Onlar bu dünyanın zevklerine dalmışlar.

Daha sonra gittiğim Amerika'da da tablo farklı değildi. New York'ta iki büyük kilisenin kapısını aralayıp baktım. Kahverengi, kırmızı karışımı loş bir boşluktan başka bir şey göremedim. Apsisteki Hazreti İsa çarmıhta yapayalnızdı. Başı yana doğru bükülmüş, gözleri de kapalıydı. Kilisenin çevresindeki alışveriş merkezleri ve lokantalar ise hınca hınç dolmuş, insanlar çılgınca yiyip içiyor, alışveriş ediyorlardı. Amerikalıların da öbür dünya korkusu yoktu demek ki...

Cuma ve bayram namazları dışında Türkiye'deki camilerin de bomboş olduğunu, cemaatin vakit namazlarında iki safı bile dolduramadıklarını biliyoruz. Ama camilerin çevresinde yaşam alabildiğine hareketli. İnsanlar yiyor içiyor, alışveriş ediyor.

Kilisenin de, caminin de eski etkisinden söz etmek artık olanaksız. Üstat Çetin Altan bu durumu Papa'nın Türkiye ziyareti vesilesiyle gayet güzel anlatıyor:

"Toprağa bağlı tarımsal üretimin köylü ağırlıklı döneminde, yani ortaçağ döneminde; Vatikan'ın siyasal ağırlığı, bugünküyle kıyaslanmayacak kadar keskindi. Neden? Çünkü yoksul köylüleri; öldükten sonraki ödül ve cezaları belirleyen dinsel kurallarla yönetmek kolaydı.

Okyanusların kullanımı; kömür ve buhar enerjisinin keşfiyle, tarım üretiminden çok daha yoğun zenginlikler sağlayan fabrika üretimine geçilmesi; köylülerin de, fabrika işçisi olarak kentlere gelmesi sonucu, yeni bir dönem açıldı ve Vatikan'ın siyasal ağırlığı, fabrika patronlarının eline geçti. Çeşitli dinsel inançlara karşı eşdeğer bir tavır takınıldı, "laik"lik ilkesi benimsendi. "Yeni çağ", toprak üretiminden, fabrika üretimine; köylü ağırlıklı olmaktan, kentli ağırlıklı olmaya geçiş çağıydı. Sağken kaliteli yaşamak, öldükten sonra çok daha iyi yaşama çabasının önüne geçiyordu.

Kiliselerdeki pazar ayinleri, doğum, ölüm ve düğün törenleri; geleneksel ve kutsal, süslü görüntüler olarak kalmaya başladı. "Doğu-Batı", "onlar-biz", "Müslümanlık - Hıristiyanlık", "çağdaşlık - çağ dışılık" ayrımlarına gelince. Duruma, üretim biçimleri açısından bakıldığında; Doğu ve İslam ülkelerinin, okyanusları kullanmaya gerek duymayacak kadar büyük topraklara sahip olmasından ötürü; köylülükten, fabrika üretimine ve kentli egemenliğine geçememiş olduğu görünüyor.

Demek ki "Müslüman - Hıristiyan" çatışması gibi adlandırılan tablo; gerçekte "köylü-kentli" zıtlaşmasıdır. Papa'nın Türkiye'ye gelişini protesto eden grupların, aile ve geçim tablolarındaki döküme bakıldığında. Büyükbabalarının ne fabrika sahibi bir kapitalist, büyük dayılarının ne açık deniz kaptanı bir meslek sahibi, büyük eniştelerinin ne sendikalist bir fabrika işçisi olduğu görülecektir. Görüle görüle sadece ya köylü, ya esnaf olduğu görülecektir." Anlayacağınız, Müslüman-Hıristayan farkı, aslında bir yaşam biçimi farkından ibarettir.

/Ali GÜNDOĞDU

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder