24 Ekim 2007 Çarşamba

Tarım politikalarındaki temel ihtiyaç: Entelektüel birikim





“Sektöre bilgi taşıma yükünü salt ziraatçılara ve hevesli ekonomistlere bırakmamak gerekiyor. Tarımda başka başka görüşlere ve bilgilere ihtiyaç büyük. Görünen o ki önümüzdeki dünyada herkesin ekonomiden anlaması gerekmeyecek ama herkes biraz tarımcı olmak zorunda”



Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile Süt ve Et Sanayicileri Birliği’nin (SETBİR) kısa bir süre önce düzenlediği Et ve Süt Sektörlerinde Küresel Vizyon toplantısı, Türkiye’de bir sene içerisinde tarımın tartışıldığı ikinci uluslararası toplantı oldu.

Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin düzenlediği birinci toplantının amacı üreticinin sesini duyurmaktı. Piyasa koşullarından çok iklim koşullarına akıl düşürmek durumunda olan insanların düşünceleri ister istemez evrensel bir değer taşıyor; TZOB’un toplantısı bu noktada yüksek bir tansiyon içinde geçmiş, sektörün hemen her kesimince önemsenmiş, sektörde değişen şartlar sürecinde süreğen duyarlılıklar geliştirmek gereğinin altı çizilmişti.

O toplantıda tarım tüm boyutları ile tartışılabilmiş miydi? Hayır, zira tarım için bunu yapmak artık pek kolay değil. Tüm boyutları değerlendirebilmek için çok geniş katılıma, çok farklı alanlardan uzmanlara, sanayicilere, hepsinden önemlisi halen TZOB, GDO platformu ve Ziraat Mühendisleri Odası’nın bünyesinde toplanmış gibi görünen sektöre dönük entelektüel birikimin tümüne ihtiyaç var. Tüm bunları bir araya getirmek o toplantıda mümkün olmadı ama, AB sürecinde TZOB kongrelerinin tarım politikalarının ekim yeri olacağı fark edildi.

Hayvansal üretim
Bakanlık ile SETBİR’in düzenlediği toplantı ise tarımın, tarımsal üretiminin, hayvansal üretim kısmı ile ilgiliydi. TZOB’un toplantısına kıyasla bu toplantı şaşırtıcı ölçüde yumuşak ve ılıman bir iklimde seyretti. Bunun en önemli nedenlerinden bir tanesi, bahsettiğimiz entelektüel çeşitliliğin yerine toplantının tümüne ekonomist bakış açısının hâkim olmasıydı. Hatta moderatörlerden birisi “verimliliği piyasa şartlarının ötesinde tanımlamak mümkün mü, ondan emin değilim” dahi diyebildi.

Panellerde çatışma yerine istatistikler öne çıktı, rakamlar konuştu. Bu nedenle görüş birliği de, görüş karşıtlığı da pek oluşmadı. Tarımsal üretimde rakamlar bazen çok şey, bazen de hiçbir şey ifade eder. Sözgelimi nümerik olarak büyük AB ülkeleri tarımdan hep zarar eder, ama tarımla zenginleşirler. Bunca rakam arasında içinde içinde ideolojik mesajlar içeren iki konuşma çok dikkat çekti. Polonya Başbakan Yardımcısı Lepper’in “Sanayisiz tarım olur, ama tarımsız sanayi olmaz” sloganı, Setbir başkanının bakanlığın isminden “köy” kelimesinin kaldırılması talebi, biraz da bundan gazete sütunlarında başlık statüsü kazandılar. Bu dahi sektörde çoksesliliğin gerekirliğinin altını çizdi.

Doğru politika
Her iki toplantı için de aynı notu düşmemiz tesadüf değil. Sektör gerçekten her şeyden önce doğru politikalar üretmek için farklı bakış açılarına, yani entelektüel birikime ihtiyaç duyuyor.

Sonuç olarak tarım kapalı, kendini tekrarlayan ve kolayca idare edilebilecek lineer bir yapı değil. Tam tersi kaotik olabilen, düzeni araya araya şekillenen, idaresi zor, hayli kompleks bir sektör. Sürekli bir verimlilik sağlamak için sürekli güncel kalmak, yeni pozisyonlar almak gerekiyor. Bunun için her şeyden önce süreğen bilgi akışına ve yenilenmeye ihtiyaç var. Şimdiye kadar bir şeylerin yanlış gitmesinin sebebi sektörün sanayiciler, üreticiler ve her şeyi düzenleyen devlet ile kapalı devre faaliyet göstermesi oldu.

Bu durum meydanı çok boş bıraktı ve hurafeler esti yağdı. Sözgelimi, bu kısırlık daha önceleri tarımda müthiş ve gereksiz desteklerin olduğu safsatasını üretmişti. Durumun böyle olmadığını fark ettiğimizde üreticinin durumu pek parlak sayılmazdı. Şimdilerde tarımda aşırı korumacılığını eleştirdiğimiz AB ve ABD geçmişte daha az korumacı değildi. Neden siyasetçiler bu dalgaya düştüler?
Komplo teorilerini bir yana bırakalım: O sıralar bilgi tek bir kanaldan akıyordu. Sektöre sevdalı kimi ekonomistlerin nümerik yorumlamaları biraz zayıf kalmıştı.

‘Köy’ün kaldırılması
Son toplantıda tartışılan Tarım Bakanlığı’nın adından ‘köy’ kelimesinin kaldırılması talebi bu tek kanaldan bilgilenme ile umarız ilişkili değildir.
Zira tarımın kendisinden ‘köy’ kelimesinin kaldırılmasını savunan bir kitle mevcut şimdilerde. Bunlar her fırsatta bu konuyu gündeme getirmeyi seviyorlar. Bu kitleyi son dönemde sektörde sesleri daha net duyulan çok sermayeli ve/veya çokuluslu ‘AB-ABD kıyaslamalı’ görüş sahipleri oluşturuyorlar. Bunlar ‘köy’ sözcüğünü yanlış, yahut tehlikeli buluyorlar. ‘Köy’ kelimesini Çetin Altan’ın yazılarındaki ‘köylülük durumu’ ile ilişkilendirip, artık bu köylülükten kurtulmanın zamanının geldiğini, ‘gelişmiş ülkelerdeki’ gibi kırsalda nüfusun yüzde 10 altına düşmesi gerektiğini savunuyorlar. Şüphesiz Çetin Altan’ın tespitleri zamanında önemli doğruluklar içeriyordu, ancak postmodern zamanlarda, her şey tam tersine dönmüş, bildiğimiz tüm ezberler yerle bir olmuşken, halen aynı noktadan meseleleri incelemeye kalkışmak maalesef biraz komik kaçıyor.

Sözgelimi, şimdilerde yapılacak ‘köy-kent’ karşılaştırması o zamanlara kıyasla bambaşka sonuçlar ifade ediyor. Artık kent köyün alternatifi değil bir kere. Göçlerle tuhaf bir hale dönüşen kentlerin içinde köyden de, kentten de uzak bir üçüncü yaşam biçimi serpildi ki, bu kentin de köyün de alternatifi haline dönüşüyor.

Kovalanan nüfusun durumu
Kısacası köyden kovalanan nüfus kentli olamadığı gibi, köylü de kalamıyor. Şimdilerde yavaş yavaş ayıldığımız küresel çöküşün sonuçlarının en önemlilerinden biri bu. Artık farklı bir kontekst var, öyle köylü, kentli oranlarında yüzde 30′lar yüzde 70′ler filan bir anlam ifade etmiyor. Tanımı doğru haliyle kent nüfusu, gerçekte yüzde kaç? Bu sorunun cevabı şüphesiz farklı meslekleri ilgilendirir. İşte aynı nedenle nüfus artışının ve göçün olmadığı AB ülkelerinde dahi destekler artık kırsal kalkınmaya yöneldi. Kırsal nüfusu büyük Güney Amerika ve Asya ülkeleri ise sürekli kırsal yaşam biçimini destekleyecek projeler üretiyorlar. Ekolojik köyler, sürdürülebilir yaşam üniteleri tüm kürenin gündeminde; artık verimlilik optimizasyon ile ilişkilendiriliyor.

30 sene öncenin saplantısı
Hal böyleyken 30 sene öncesinin ‘köylülük’ saplantısı ile modernleşmeye çalışmak biraz tuhaf kaçıyor, zira ‘köy’ yeni dünyada devreden çıkarılacak değil ama dört elle sarılacak bir nüfus barındırma biçimine dönüştü.

Modernleşmek ise artık pek matah bir kavram değil. Yani, sektöre bilgi taşıma yükünü salt ziraatçılara ve hevesli ekonomistlere bırakmamak gerekiyor.

Tarımda başka başka görüş ve bilgilere ihtiyaç büyük. Görünen o ki önümüzdeki dünyada herkesin ekonomiden anlaması gerekmeyecek ama herkes biraz tarımcı olmak zorunda. Sektöre ilgi duyan tüm birikimi sektörün içine çekmek lazım. Çünkü bu sektöre bilgi taşımak tarlaya su taşımak kadar önemli.

Kaan Benli: Araştırmacı Yazar (Bu yazı 11 o4 2007 tarihinde Radikal Gazetesinde yayınlanmıştır.)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder