Ha babam (ha): 1. Devamlı olarak, hiç durmadan. 2. Karşısındakinin çabasını, gayretini artırmak için kullanılır."Ha babam ha, az kaldı, bitireceğiz işi."
Ha bire: Durmadan, arka arkaya, sürekli olarak, ara vermeden."Tarlada bir adam ha bire çalışıyordu."
Haber uçurmak: Çabucak, gizlice haber göndermek."Hemen haber uçurun köye, kaymakam bu gece misafir olacakmış!"
Hacet kalmamak: Gereği olmamak, lüzumu kalmamak."Seni çağırmaya hacet kalmadı."
Haddi zatında: Aslında."Haddi zatında sen ona hakkını vermemiştin ki!"
Haddine mi düşmüş!: "Onun bunu yapmaya yetkisi yoktur; böyle bir işe nasıl, hangi yetenekle girişir? Bu işi yapması imkânsızdır" anlamında kullanılır."Haddine mi düşmüş ki ona söz söyleyebilsin."
Haddini bildirmek: Yetkisi dışındaki işlere karıştığı için sert bir karşılık vererek onu cezalandırmak, yola getirmek, uslandırmak, yetki sınırını bildirmek."Haddini bildirin şu serseme de bir daha onun bunun malına el uzatmasın."
Haddini bilmek: Kendi değer ve yeteneğini bilmek, üstün görmemek, kendi yapabileceği şeylerin ötesine geçmemek."Merak etme sen, o haddini bilen bir çocuktur."
Hafife almak: Küçümsemek, önem vermemek,"Beni hafife alıyorlar ama yanılıyorlar."
Hak getire: "Yoktur, bulunmaz, Allah vermemiştir" anlamında kullanılır."Öyle bir diyardayız ki su ve yiyecek Hak getire."
Hak kazanmak: Davasında haklı olduğu meydan çıkmak, emeğinin karşılığını alabilecek duruma gelmek."Emekliliğe yedi yıl sonra hak kazanacağım."
Hak yolu: Cenab-ı Allah`ın insanlara kitapları ve peygamberleri ile bildirdiği, dünya hayatında tutmaları gereken yol, yaşama düzeni, doğru ve haklı yol.
Hakkı geçmek: 1. Birisinin payından bir başkası almış olmak. 2. Bir şeyde veya bir kimsede emeği bulunmak."Komşumun çok hakkı geçmiştir bana, onunla mutlaka helâlleşmeliyim."
Hakk-ı sükût (sus payı): Bir konu üzerinde konuşmaması, bildiği şeyi söylememesi karşılığında bir kimseye sağlanan yarar.
Hakkından gelmek: 1. Güç bir işi başarı ile sonuçlandırmak. 2. Öç almak, yenmek veya cezasını vermek."Siz onu bana bırakın, hakkından gelmesini bilirim."
Hakkını helâl etmek: Geçen hakkını, emeğini bağışlamak."Annem inşallah hakkını helâl eder bana."
Hakkını vermek: 1. Bir şeyin lâyıkıyla yapılması için ne gerekiyorsa ondan kaçınmamak. 2. Birinin çalışmasını gereğince değerlendirmek, hakkı olan şeyi vermek."Çalıştırdığın kişinin hakkını vermek zorundasın."
Hakkını yemek: Birinin hakkı olan şeyi vermemek, onu kendisine maletmek."Dürüst ol, milletin hakkını yeme, yoksa boğazında kalır."
Hâlden anlamak: Bir kimsenin içinde bulunduğu zor durumu kavrayarak, anlayıp sezerek hoşgörülü olmak, anlayış göstermek."Dedem hâlden anlayan birisidir, bize iyi davranacağına eminim."
Hâle yola koymak: Düzenlemek, tertiplemek, iyi işler bir duruma getirmek."Hele şu işleri bir hâle yola koyalım, o zaman tatilini de düşünürüz."
Hâli vakti yerinde: Zengin, oldukça varlıklı, para durumu iyi."Hasan efendiler mi? Hâli vakti yerinde insanlardır onlar."
Halis muhlis: Saf, katışıksız, temiz, eksiksiz, içinde yabancı madde bulunmayan."Halis muhlis bir zeytin yağı satarız biz."
Hallaç pamuğu gibi atmak: Bir arada, toplu bulunan şeyleri ya da kimseleri dağıtmak, parçalamak; bu yolla sağa sola, her birini bir yana atmak."Sizin takımı hallaç pamuğu gibi atacağız sahadan."
Halt etmek: Yakışıksız davranmak, uygunsuz bir söz söylemek veya kötü bir şey yapmak."Halt etmişsin, bir de utanmadan anlatıyorsun."
Hangi dağda kurt öldü?: Kendisinden hiç umulmayan, beklenilmeyen bir kimsenin olumlu davranışı görüldüğünde; "Nasıl oldu da böyle güzel bir iş, bir iyilik yaptı?" anlamında söylenir.
Hangi rüzgâr attı?: "Nasıl oldu da gelebildin? Hiç görünmüyordun, sen de gelir miydin?" anlamında, uzun süre bir yerde görünmeyen kimse için kullanılır.
Hangi taşı kaldırsan altından çıkar: 1. Hemen her işte parmağı vardır. 2. Her işten anlar, her işe karışır ya da her işten anladığı izlenimi verir.
Hanım evlâdı: Nazlı büyütülmüş, zora gelmeyen, çıtkırıldım kimse."Amma hanım evlâdıymışsın, çekil şuradan ben yaparım."
Hapı yutmak: Kötü bir duruma düşmek, zarar ve ziyana uğramak."Hapı yuttuk desene!"
Har vurup harman savurmak: Hesapsızca, düşüncesizce harcamak; malını, parasını ölçüsüzce, bol bol harcayıp tüketmek.
Haram olmak: Bir şeyden gerektiği gibi yararlanamaz olmak."Senin yüzünü görmek bana haram oldu."
Haram para: Dinî bakımdan yasaklanmış yollardan elde edilen para."Haram parayla ekmek alınmaz."
Haram yemek: Dinî inançlara aykırı olarak kazanç sağlamak, haksız olarak bir şeye el atmak."İnsan ol, haram yemek insana kâr getirmez."
Harfi harfine: Tastamam, uygun, tıpatıp, gerçekte olduğu gibi."Söylediklerimi harfi harfine yerine getirdin mi?"
Hasret çekmek: Özlem duymak, epeydir ayrı kaldığı yere ya da kimseye kavuşma isteği içinde olmak."Yıllardır yurdumun hasretini çekiyorum."
Hasret gitmek: Özlediği, sevdiği bir yere ya da kimseye kavuşamadan ölmek.
Hasret kalmak: Özlemini duyduğu şeye uzun zaman kavuşamamak."Hasret kaldım deresine, tepesine..."
Hastası olmak: Bir şeye çok düşkün olmak."Bizim oğlan köpek hastası, hiç kapıdan eksik etmiyor."
Haşir neşir olmak: Aralarında bulunduğu kimselerle kaynaşmak, bir arada bulunup uğraşmak; kimi işlerle ilgilenip durmak."İnsanlarla haşir neşir olmayı sevdiğim söylenemez."
Hatır belâsı: Sayılan ve sevilen kimse için katlanılan sıkıntı."İnan bu işi hatır belâsına yapıyorum."
Hatır gönül tanımamak (bilmemek): 1. İsterse en sevdiği ve saydığı olsun, gücenmesini göze alarak doğru bildiğini yapmak. 2. Kırıcı davranışlarda bulunmak.
Hatırı kalmak: Gücenmek, kırılmak."Eğlenceye onu da çağıralım ki hatırı kalmasın."
Hatırı sayılır: 1. Önemli, saygı değer, saygın (kimse). 2. Oldukça çok."Babam, hatırı sayılır bir kimsedir."
Hatırından çıkmamak: Sevdiği, saygı duyduğu birinin istediği bir şeyi yapmayı reddedememek, gönlünü kırmaktan çekinmek.
Hava almak: 1. Temiz havalı bir yere çıkarak dolaşmak, dinlenmek, ciğerlere temiz hava çekmek. 2. Eline bir şey geçmemek, umduğunu bulamamak. 3. İçine hava girmek."Haydi, kıra çıkıp da biraz hava alalım."
Hava basmak: 1. Büyüklenmek, kibirlenmek, olduğundan fazla görünmeye çalışmak. 2. Bir şeyin içine hava doldurmak."Amma da hava basıyorsun, onları korkutacağını mı sandın.?"
Hava hoş: Şu ya da bu şekilde olması arasında bir fark olmamak.
Hava parası: Bir yeri tutmak, kiralamak ya da bir şeyi elde etmek için değeri dışında açıktan verilen para."Yeri bize verecekler ama bir milyon lira hava parası istiyorlar."
Havada kalmak: 1. Yüksek bir yerde durmak. 2. Sonuca bağlanamamak. 3. Bir iddia, dayanaksız olduğundan ispat edilememek."Yaptığımız bütün iş havada kaldı."
Havadan sudan konuşmak: Öylesine, gelişigüzel, rastgele konuşmak.
Havanda su dövmek: Bir işle boşuna uğraşmak."Senin yaptığına havanda su dövmek derler,bırak artık şu işle uğraşmayı."
Havsalası almamak: Aklı kabul etmemek."Nasıl yaparsın bana bunu, hâlâ havsalam almıyor."
Hayal kırıklığı: Gerçekleşmesi istenilen veya umulan bir şeyin gerçekleşmemesinden duyulan üzüntü, düş kırıklığı.
Hayal meyal: Belli belirsiz, açık seçik belli olmayan, bulanık (bir şekilde hatırlanan)."O olayı hayal meyal hatırlıyorum."
Hayat memat meselesi: Sonucu çok tehlikeli olan, ölüm kokan bir durum."Artık burada kalamam, iş hayat memat meselesine döndü."
Hayat pahalılığı: Yiyecek, içecek ve giyecek gibi geçim için gerekli olan maddelerin pahalı olması."Hayat pahalılığından herkes şikâyetçi olmaya başladı."
Hayatını kazanmak: Çalışıp elde ettiği para ile geçimini sağlamak."Ben iyi ya da kötü hayatımı kazanıyorum, sen kendi işine bak."
Hayatını yaşamak: Canının istediği gibi hayatını sürdürmek."Bana karışmaya hakkınız yok, bırakın beni, artık hayatımı yaşamak istiyorum."
Hayır işlemek: Dine ve insanlığa uygun, iyi davranışlarda bulunmak."Hayır işle ki öbür dünyada kurtuluşa eresin."
Hayır kalmamak: İşe yarar, beğenilecek bir yanı ve tarafı kalmamak."Bu arabalarda hayır kalmamış, yenilerini almamız gerekecek."
Hayır sahibi: İyiliksever, yardımsever kimse."Şu yoksullara uzanacak bir hayır sahibi kalmadı mı acaba?"
Hayırdır inşallah!: 1. Anlatılan bir rüyayı iyiye yormak için söylenir. 2. Şaşma, heyecan ve merak uyandıran durumlar karşısında söylenir.
Hayra yormak: Bir rüya ya da olayı iyi ve yararlı bir durumun işareti görmek.
Hazır bulunmak: 1. Bir yerde kendisi bulunmak, var olmak. 2. Bir yere hemen gidecek, bir şeyi anında yapacak durumda olmak."Yarınki toplantıda sen de hazır bulunmalısın."
Hazıra konmak: Hiçbir emek sarf etmeden, çaba göstermeden başkasının emeği ile ortaya çıkmış olan şeyden yararlanmak."Hazıra konarak yaşamayı kural edinmiş bu adam."
Hazırdan yemek: Yenisini kazanmadan elindekini harcamak."Hemen her gün bir bahane buluyor, çalışmıyor ve hazırdan yiyiyordu."
Helâl olsun (Helâl ü hoş olsun): 1. Bunu sana gönül hoşluğu ile veriyorum, hiç pişman değilim, Allah bunu sana bağışladığıma şahit olsun. 2. "Aferin, takdire değer iş yapıyorsun" anlamında kullanılır.
Helâl süt emmiş olmak: İyi huylu, doğru yoldan sapmayan, temiz bir kişi."İnanmıyorum onun yaptığına, o helâl süt emmiş birisidir."
Hele şükür!: Allah`a hamdolsun, beklediğimiz sonuç gerçekleşti.
Hem kel hem fodul: "Bu kadar kusuruna, bu yeteneksizliğine rağmen bir de övünüyor, üstünlük taslıyor" anlamında kullanılır.
Hem nalına hem mıhına (vurmak): Birbirine zıt olan iki yanı da desteklemek."Ben hem nalına hem de mıhına vuran adamlardan korkarım."
Hem suçlu hem güçlü: Gerçekte kendisi suçlu olduğu hâlde suç işlememiş gibi davranan ve karşısındakini suçlamaya çalışan kimse.
Hem ziyaret hem ticaret: Bir yeri veya kimseyi ziyarete giden kimsenin, bu görüşmeden yararlanarak başka bir işi de yapması durumunu anlatmak için kullanılır.
Her kafadan bir ses (çıkmak): Bir konu üzerinde herkesin istediği gibi, rastgele konuşması ve bu konuşmalardan bir sonuç alınamaması."Ortalık kızıştı, her kafadan bir ses çıkmaya başladı, kimin ne dediği anlaşılmaz oldu."
Her telden çalmak: Pek çok konuda bilgi sahibi olmak, içinde bulunduğu ortamın şartlarına göre her çeşit iş yapabilir olmak.
Hesaba (kitaba) gelmez: 1. Beklenmedik, umulmadık. 2. Sayılmayacak kadar çok, pek fazla, sayısız.
Hesaba çekmek: Bir kişiyi, bir makamı yaptığı işler üzerine açıklama ve savunma yapmaya çağırmak."Sakın oraya gitme, seni hesaba çekecekler."
Hesaba dökmek: Bir konu ile ilgili işlemlerin hesabını kâğıt üzerinde yapmak.
Hesaba katmak (almak): Bir işi yaparken ya da yürütürken bir başka şeyi de göz önünde bulundurmak."Hasan`ı da hesaba katalım, az zorluk çıkarmayacaktır bize."
Hesabı kesmek: Alış verişi ya da ilgiyi kesmek."Dükkân sahibi, uzun zamandır borcunu ödemeyen müşterisinin hesabını kesti."
Hesabını bilmek: Boş yere para harcamamak, tutumlu davranmak."Her ev kadını hesabını bilmek zorundadır."
Hesabını görmek: 1. Alacağını ödeyip ilişkisini kesmek. 2. Cezalandırmak, vücudunu ortadan kaldırmak ya da öldürmek."Çabuk şu adamın hesabını görün!"
Hesap açmak: 1. Hesap defterinde, bir kişiye alış veriş için alacağını borcunu kaydetmek üzere bir yer ayırmak. 2. Bankada, gereğinde çekilmek üzere yatırılan para için işlem yapmak. 3. Birine kredi açmak, birine borçlanma imkânı tanımak.
Hesap etmek: 1. Kazançla gideri karşılaştırıp bir sonuca ulaşmak. 2. Düşünmek, tasarlamak, ayrıntıları gözden geçirip ihtimalleri değerlendirmek."Hesap etmeden sakın işe girişmeyin!"
Hesap görmek: Taraflarca alacakla vereceği karşılaştırıp ödeşmek."Çok uzadı, hesap görmek için ne zaman bir araya geleceğiz?"
Hesap kitap: Düşünüp taşındıktan sonra, hesap sonunda."Hesap kitap, baktım işler kötüye gidiyor; hemen sizi çağırdım."
Hesap sormak: Bir kimseyi kanunsuz, kural dışı, ahlâka aykırı, usulsüz davranış ve sözlerinden ötürü sorgulamak, o kişiden savunma istemek."Size hesap sormak için mutlaka geri döneceğim."
Hesap tutmak: Alış verişle ilgili alacağı ve vereceği bir kâğıda ya da deftere yazmak.
Hesap vermek: 1. Herhangi bir davranışının ya da sözünün sebebini açıklamak 2. Bir işin sorumluluğunu üstlenmek."Rahat olun, bu konuda hesap vermek bana düşer."
Hesapsız kitapsız: 1. Sorumsuz, ölçüsüz, tutumsuz. 2. Deftere geçirilmeden, herhangi bir belgeye dayanmadan."Ne hesapsız kitapsız işlerin içine girmişiz de haberimiz yokmuş."
Hesaptan düşmek: Borçtan, alacaktan, hesaptan çıkarıp yok saymak."Elli bin lirayı hesaptan düşmeyi unutmadın inşallah."
Hevesi kursağında kalmak: Çok istediği, imrendiği, kavuşmak dilediği şeyi elde edememek."Pikniğe gitmek istiyorduk, yağmur yağınca hevesimiz kursağımızda kaldı."
Hevesini almak: İmrendiği, çok istediği şeye kavuşup ona doymak.
Heyheyleri tutmak (üstünde): Çok kızıp sinirlenmek.
Hık demiş burnundan düşmüş: "Her durumuyla ona çok benziyor" anlamında kullanılır.
Hık mık etmek: Bir işi yapmamak için bahaneler ileri sürmeye çalışmak, bir soruyu cevaplandırırken net şeyler söylememek."Hık mık edip durma, bu işi eninde sonunda yapacaksın!"
Hır çıkarmak: Kavga, gürültü, patırtı ve olaya sebep olmak."Orada hır çıkarmaya kalkışmayacaksın değil mi?"
Hızır gibi yetişmek: Dara düştüğü, çok sıkıştığı, çaresiz kaldığı bir zaman da, beklemediği bir kişi yardımına yetişmek.
Hiç yoktan: Sebepsiz, ortada hiçbir neden yokken."Hiç yoktan adamı dövemezsiniz ya!"
Hiçe saymak: Hiç önem ve değer vermemek.
Hizaya gelmek: 1. Düz çizgi durumunda dizilmek. 2. Aykırı, yanlış davranışlardan vazgeçmek; doğru yola gelmek, düzelmek.
Hodri meydan: "Kendine güvenen ortaya çıksın" anlamında kullanılır.
Hop oturup hop kalkmak: Ya heyecanından ya da öfkesinden yerinde duramaz olmak.
Hor görmek (veya bakmak): Önem vermemek, değersiz saymak, adam yerine koymamak, küçümsemek."Beni, yoksul diye hep hor gördüler."
Hor kullanmak: Özen göstermeden, kabaca, dikkat etmeyerek, hırpalayarak kullanmak."Çok hor kullanmışsınız bu dolabı."
Hoş beş etmek: Şundan bundan konuşarak sohbet etmek."O iki ihtiyar kadın hoş beş etmek için yaratılmışlar sanki."
Hurdası çıkmak: İşe yaramayacak, kullanılamayacak hâle gelmek.
Huyuna suyuna gitmek: İsteklerine, alışkanlıklarına, yapısına göre onu kızdırıp ürkütmeyecek davranışlarda bulunmak.
Huyunu suyunu almak: Onun özelliklerini, davranışlarını ve karakterini yapısına geçirmek.
Huzur vermek: Gönül rahatlığı, iç dirliği vermek; dinlendirmek.
Huzurunu kaçırmak: Huzurunu bozmak, tedirgin ve rahatsız etmek.
Hüküm giymek: Mahkemece ya da birileri tarafından kendisine ceza verilmek.
Hüküm sürmek: 1. İş başında olmak. 2. Yaygın olmak. 3. Bir şeyin güçlü varlığı sürüp gitmek."Beşinci Kral beş yıl hüküm sürdü."
Hükümet kapısı: Devlet dairesi."Hükümet kapıları halka açık kılınmalıdır."
Hür düşünüş: İstediğini, düşündüğünü baskı altında kalmadan söyleme.
Hüsn-ü kuruntu: İhtimalî bulunmadığı hâlde güzel bir şeyin olacağını sanma, hayal etme, buna kendini inandırma.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder