/Fikret BABUŞ
Türkiye'nin birçok bölgesinde tütün ekildiği halde tütün piyasasını genel olarak Ege ve Karadeniz piyasaları belirlerdi. Çünkü bu bölgelerdeki üreticilerin çoğunun tek geçim kaynağı tütündü. Alaçam köylerinin birçoğu geçimini büyük ölçüde tütünden sağladıkları ve değinilen bu sorunları fazlasıyla yaşamakta oldukları için, Alaçam yöresi devrimcilerin çalışma alanlarının başında gelmekteydi.
1970 yılı başlarında Alaçam'a ilk giden grup bizdik. Biz orada bir süre çalıştıktan sonra, Ankara'dan bize katılmak üzere ikinci ve daha kalabalık bir grubun gönderilmesi kararlaştırılmıştı. Ekibimize, ablası Samsun'da oturan ve kendisi de Samsunlu olan Hacettepe Üniversitesi devrimcilerinden Nurettin Öztürk(12) başkanlık ediyordu. Yorucu bir gece yolculuğundan sonra ılık bir kış sabahı çok erken bir saatte Samsun'a geldik. Alaçam'a gitmeden önce bir süre dinlenmek üzere orta halli bir otele yerleştik.
Nurettin bizimle otelde kalmayıp, yakın bir yerde bulunan ablasının evine gitti. Kendimize ayırdığımız 3-4 saatlik dinlenme süresinde, o da ablasının evinde hem dinlenecek, hem de hasret giderecekti. Nurettin öğleye doğru otele geldi, bizi kaldırdı ve hep birlikte otelden çıktık. Gruptaki diğer Samsunlu arkadaşımız Özdemir Gül'ün eski tüfek komünistlerden biri olduğunu söylediği Şakir adlı birinin lokantasına gittik. Bu eski tüfek gizli bir iş çeviriyormuşuz gibi endişeli ve gizemli bir tavır içindeydi. Esmer, ince ve uzun boylu fiziksel yapısı ve kalın gözlükleri bu gizemli tavrını tamamlıyor gibiydi. Durduk yerde bu garip davranışların nereden kaynaklandığını hiçbirimiz anlayamamıştık. Öğle yemeklerimizi eski tüfeğin lokantasında, bizim için hazırlattığı Özel bölmede yedikten sonra Samsun'dan ayrıldık. Bindiğimiz külüstür minibüs yollarda birkaç kez muavini tarafından bakımdan geçirildikten ve patlak lastiği değiştirildikten sonra nihayet Alaçam'a gelebildik.
Birlikte Alaçam'a geldiğimiz bu ilk ekibin içinde yukarıda adı geçenlerden başka anımsayabildiğim isimlerden, Kızıldere'de öldürülen Siyasal Bilgiler Fakültesi devrimcilerinden Sabahattin Kurt, DTCF Fikir Kulübü başkanı Hüseyin Yavuz, Yine DTCF FK üyelerinden Raşit Serdengeçti ve Nazmi Çakır gibi arkadaşlar vardı. Alaçam'da bizi oranın yerlisi ve geniş bir çevresi olan İsmail Yeşilyurt adlı bir devrimci karşılamış ve yatacağımız otele yerleştirmişti.
Ertesi sabah TOS binasında buluşarak yöreyi tanıyan oradaki öğretmenlerin de katkısıyla kendimize bir plan yapıp köyleri gezmeye başladık. Alaçam köylerinin birçoğunu gezdikten sonra Ankara'dan yeni bir grubun geleceğini telefonla öğrendik ve gelecek olanlan bir gün sonra Alaçam köy garajlarında bekleyeceğimizi bildirdik. Belirlenen saatte Alaçam köy garajına vardığımızda, yeni gelen arkadaşlarımızın bizden önce buluşma yerine ulaştıklannı ve büyük bir kalabalığın arasında kalmış olduklarını gördük. Kalabalıktakiler birbirlerinin omuzlanndan arkadaşlarımızı görmeye çalışıyorlardı. Biz bunu fark edip, kalabalığın ilgisini çeken durumun ne olduğunu merak ederek yanlarına yaklaştığımızda, köylülerin ilgisini çeken durumun onların giydiği kıyafet olduğunu anladık. Giydikleri kalın yün çoraplarını pantolon paçasının üstüne çekmişler, ayaklarına lastik çizmeler giyip başlarına da avcı kalpağı geçirmişler ve böylece kendilerini köylülere benzetmek istemişlerdi. Onların bu kıyafetleri ilk kez giydikleri belliydi, üşüdükleri zaman giydikleri kendi doğal giysilerini giymeyip köylüleri taklit etmek için giydikleri bu kıyafetler doğrusu bizim de ilgimizi çekmişti. Biz epeyi zamandan beri giydiğimiz doğal kıyafetlerimizle her gün bu köy garajına geldiğimiz ve çok sayıda köylerde dolaştığımız halde hiç kimsenin ilgisini çekmemiş ve yadırganmamıştık.
Yeni gelen arkadaşlarla sayımız artınca TÖS lokalinde kendimize yeni bir gezi planı yapıp, üç ekip halinde köyleri dolaşmaya başladık. Alaçam'ın bir kısım köylerine dağ tarafından ve sarp yollardan gidiliyor, bir kısmına da deniz tarafından gidiliyordu. Bu bölümün ulaşım olanaktan ve yaşam koşullan daha elverişliydi. Dağ köyleri bize karşı daha candan ve daha güven vericiyken, kıyı köylerinin bize karşı ilgileri daha azdı. Bazı kıyı köylerinde kendi sorunlarının bizi niçin ilgilendirdiğini sormuşlardı. Bu köylerin birinde orta yaşlı bir adam elinde tuttuğu bir lahana yaprağı ile bir tütün yaprağını göstererek bana, "Bunun hangisi tütün?" diye sordu. Ben yaprakları elinden alıp, "Bu tütün bu lahana," dedim ve ekledim "Ama devlet bu tütüne bunun kadar bile değer vermiyor..." Başka birisi nereli olduğumu ve memleketimde tütün ekilip ekilmediğini sordu, Konyalı olduğumu, memleketimde tütün ekilmediğini, fakat tütün sorunuyla ilgilenecek olan bütün arkadaşlann tütünle ilgili kendileri kadar olmasa da birçok bilgiyi edindiğini belirttim. Bütün bu tahrik edici soruları doğal sorularmış gibi mümkün olduğunca sinirlenmeden yanıtlamaya çalışıyorduk.
Bir cuma günü, tam öğle namazı vakti bir dağ köyüne gelmiştik. Köyün tüm erkekleri caminin önünde toplanmışlardı. Kalabalığı görünce onların Cuma namazı için toplandıklannı düşünmeden yanlarına yaklaşıp, kendileriyle tütün sorunu hakkında konuşmak istediğimizi bildirdik. İçlerinden yaşlı bir köylü:
"Şimdi namaz vakti, gelin hep birlikte namazımızı kılalım ondan sonra bu konuları da konuşuruz" deyince, plansız hareket edip namaz vaktini hesap etmeden köye geldiğimizi anlamıştık. Fakat artık düşünmeye bile fırsatımız kalmamış ve bu emrivaki sonucunda biz de cuma namazını kılmak zorunda kalmıştık. Aptes almayı ve namaz kılmayı bilmeyen arkadaşlar İsmail Yeşilyurt'u taklit etmişlerdi, fakat acaba bu durum köylülerin gözünden kaçmış mıydı?
Namazdan çıktıktan sonra caminin önünde büyük bir kalabalık toplanmış ve bizi ilgiyle dinlemişlerdi. Alaçam Tütün Mitingine de o köyden yüksek bir katılım olmuştu. Fakat her şeye rağmen karşı karşıya kaldığımız bu güç durumda namaz kılınması gerekir miydi, gerekmez miydi tartışmasını uzun süre sürdürmüştük. Çünkü biz doğal zamanlarımızda namaz kılmadığımıza göre bu yaptığımız popülizm olmaz mıydı?..
Başka bir gün yine köyün birinden geçerken caminin Önünde birikmiş sohbet etmekte olan epeyi kalabalık bir grup görmüştük. Yanlarına yaklaşıp her zamanki gibi bir ön sohbetten sonra konuşmayı tütün üreticilerinin sorununa getirince pek hoş olmayan tepkilerle karşılaşmıştık. Bizi dinledikten sonra, "Siz nerelisiniz, kendi memleketinizde tütün ekilir mi, burada ne işiniz var?" gibi anlamsız ve rahatsız edici sorular sormuşlar ve bizden hoşnut olmadıklarını tepkileriyle göstermişlerdi. Belki de bizim oradan geçeceğimizi anlayıp bizi karşılamak için orada toplanmışlardı. Bu tatsız sohbet sürerken o zamana kadar hiç konuşmayıp bizi ilgiyle dinleyenlerden birisi kalabalığın içinden biraz öne çıkarak, "Ben bu köyün muhtarıyım, söylediklerinizin hiçbirisine de katılmıyorum. Fakat sizlerin, bilmediğiniz yörelerde hiç korkmadan ve hiçbir çıkar gözetmeden köy köy dolaşmanıza ve fikirlerinizi savunmanıza büyük bir saygı duyuyorum," demiş ve diğer laf atanları bir anlamda susturmuştu. Görüşümüze katılmadığını belirtmesine rağmen muhtarın bizim konuşmalarımızdan etkilendiği belliydi. Çünkü konuştuklarımız onların sürekli karşı karşıya oldukları gerçeklerdi. Onun bu sözleri bizde daha fazla çalışma şevki yaratmıştı.
Alaçam'da uğramadığımız köy ve mezra bırakmamış ve gezdiğimiz yerler hakkında genellikle olumlu kanılar edinmiştik. Çünkü görüştüğümüz köylülerin çoğu miting çağrımıza olumlu yanıtlar vermişler ve kalabalık gruplar halinde mitinge katılacaklarını belirtmişlerdi. Mitinge katılacağını söyleyenlerden birçoğu, "Ağlamayan çocuğa meme verilmez, biz de sıkıntılarımızı elbette dile getireceğiz, herkes kendi hakkına sahip çıkmalı" gibi konuşmalarla fikirlerini açıklamışlardı. Hatta bazıları daha biz yanlarındayken ilçeye topluca nasıl gideceklerini tartışmaya başlamışlardı bile. Sonuçta bazı olumsuz tepkilere rağmen genel olarak köylülerin yaklaşımı oldukça umut vericiydi.
Aslında köylülerin bizim fikrimizi candan desteklediklerini düşünmek yanıltıcı olabilirdi. Çünkü yukarıda birazcık değinmeye çalıştığım "köylü tavrına" göre köylülerin konuşmalarıyla somut davranışları uyuşmayabilirdi. Fakat yine de yüz yüze görüşmelerde samimi tavır içinde olanlar ayırt edilebiliyordu. Gezdiğimiz köyler hakkında kanı edinirken, köylülerin bu yanıltıcı tavırlarını göz önünde tutmaya ve raporlarımızı hazırlarken de, olabildiğince gerçekçi olmaya çalışıyorduk. İşte her türlü olasılığı düşünerek yaptığımız hesaba göre, "Alaçam'da yeterli çalışmanın yapılmış olduğuna ve miting tarihine kadar burada daha fazla kişinin kalmasına gerek olmadığına" karar verdik ve bir raporla bu görüşümüzü Ankara'ya bildirdik. Bu sırada Ege Tütün Piyasası açılmak üzereydi, dolayısıyla bizim raporumuzu da göz önüne alan DEV-GENÇ Merkez Yürütmesi, Alaçam'daki ekiplerden bazı kişileri Ege Bölgesine göndermek üzere Ankara'ya geri çağırdı. Bunun üzerine benim de içinde bulunduğum grup, Ege'ye gitmek üzere Ankara'ya döndü.
Biz Ankara'ya döndükten sonra, Alaçam'da kalan arkadaşlarımız köylülerle ilişkileri sürdürecekler ve daha önce gidilen köylere tekrar kısa ziyaretler yaparak miting söylemini taze tutarak katılımı artıracaklardı. Ayrıca gezilerimiz sırasında mitingden önce yapılacak çalışmalara katılmak istediklerini bildiren köylülerle de yeniden ilişki sağlayacaklar ve mümkün olduğunca miting gerçeğini köylülere kavratacaklardı. Biz Alaçam'dan ayrıldıktan sonra, köylerde izinsiz çalışmaların yapıldığı, köylülerin devlete karşı kışkırtıldığı ve bazı yasadışı yönlendirmelerde bulunulduğu yolunda şikayet ve ihbarların olduğu gerekçesiyle İlçe emniyeti TÖS Lokalinde oturan arkadaşlanmızı gözaltına alıp mahkemeye çıkanr. Çıkarıldıkları mahkeme de onlan tutuklayıp hapse atar. Fakat gerçekçi olmayan suçlamalara ve ihbarlara dayanan bu tutuklamaya yapılan itiraz kabul edilir ve bir hafta sonra arkadaşlarımız serbest bırakılır. Aslında miting potansiyelini kırmak için yapılan bu engelleme çalışmaları Alaçam'daki devrimci-demokrat potansiyelin yoğunluğu karşısında sonuç vermez ve güçlü bir mitingin yapılması önlenemez. Cezaevinden çıkan arkadaşlarımız bıraktıkları yerden çalışmalarını sürdürürler ve önceden belirlenip ilan edilen günde (1970 Yılı Şubat ayı başları) Alaçam merkezinden ve köylerinden sağlanan çok yüksek bir katılımla, "Alaçam Tütün Üreticileri Mitingi" gerçekleştirilir.
Tüm engelleme girişimlerine rağmen mitingin önceden ilan edilen tarihte gerçekleştirilmesi oldukça önemli bir sınav olmuştu. Mitingde tüccara, faizciye ve üreticiyi onların eline düşüren devlete karşı, üretici haklarının önemini vurgulayan pankartlar taşınıp sloganlar atıldığı gibi, Amerikan aleyhtarı, bağımsızlıktan yana pankart ve sloganlar da kullanılmış ve devrimci-üretici dayanışmasının güzel bir örneği verilmişti. Alaçamlıların yıllarca unutamayacağı bu eylem, tüm tütün üreticisi köylere örnek olmuş ve üretici köylüleri hak arama kavgasında miting geleneği ile tanıştırmıştı.
(12) Yıllar sonra Mersin İl Halk Kütüphanesinde elime geçen bir kitaptan Nurettin Öztürk'ün 12 Eylül döneminde gözaltında öldürüldüğünü öğrendim.
http://www.memleketmektubu.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder