9 Aralık 2007 Pazar

Bu Köyde Bir Hayır Var



Çanakkale’nin Karaibrahimler köyünde hayırlı bir iş vardı. Mazisi epey eskiye dayanan ‘köy hayrı’nda, 1 ton buğday ve 36 koyunla pişirilen 62 kazan keşkek, yüzlerce misafire dağıtıldı. Maksat yazın bereketli geçmesi... 



/Ülkü Özel Akagündüz
Köy hayrı, kıştan çıkıp bahara ulaşmanın şükrü; ama yalnızca bu değil. O yaz ekip biçilecek ürün için bereket duası, komşu köylerle kaynaşma, gurbete gitmiş hemşerileri ağaç gölgelerinde toparlama girişimi aynı zamanda… Şenlik havası akla hıdırellezi getirse de aynı şey olmadığı muhakkak… Sohbet eden, gezinen kalabalık bir bekleyiş içinde çünkü, bir ‘keşkek bekleyişi’… Mazisi epey eskiye dayanan ‘köy hayrı’nın ilk ne zaman düzenlendiği bilinmiyor. Yaşı yetmişi bulmuş amcalar, kabaca tahmin yürütüyor: “Biz kendimizi bildik bileli vardı, ninemizin döneminde de varmış.” Marmara bölgesine has bir gelenek, özellikle de Çanakkale köylerine. Vakti geldiğinde; yani toprak, üzerinde oturacak kadar kuruyup, ağaçlar gölge verecek kadar yeşerdiğinde bir o köyden bir bu köyden hayır haberleri gelmeye başlıyor.

Biz, yörenin en büyük ‘hayrı’na, Karaibrahimler ya da civarda bilinen adıyla Garipçe köyüne davetliydik. Köy muhtarının, misafirler rahatça gelip gitsin diye düzelttirdiği toprak yolda, ağaçlar arasında ilerlerken, mütevazı bir kalabalık bekliyorduk doğrusu… Köy halkı, çimenler üzerinde, genişçe bir yer sofrasına oturup hep beraber yemek yiyecek ve sonrasında dua edecek olmalıydı… Önce park etmiş otobüsleri sonra da kalabalığı görünce bu naif resim çarçabuk dağıldı. Bir panayır alanına mı düşmüştük yoksa şu anlı şanlı yayla şenliklerinden birine mi?

BU KEŞKEK NE ZAMAN PİŞER OLA?
Sonradan öğrendik ki, dört beş keşkek kazanının kaynadığı büyük dedeler dönemine aitmiş bizim zihnimizdeki görüntü… Şimdilerde yalnızca civar köylerden değil, Marmaris’ten, İzmir’den, İstanbul’dan gelenleri ağırlayan etkinlikler bir festival olma yolunda, hatta bir ‘köy hayrı’ turizminden bile söz edilebilir. Kalabalık, ticaret erbaplarının da dikkatini çekmiş. Tepenin başında ince belli bardak sevdasına düşen çay tutkunları, bardaklarının sağlamlığını, meşrubat takımlarının letafetini megafonla ilan eden adamın başına toplanmış bile. Köy halkının izniyle açılan tezgâhlarda helvadan oyuncağa, elbiseden içme suyuna her şey var.

Yöre âdetlerine uygun biçimde beyaz tülbentlerle örtünen kadınlar bir kenarda, erkekler başka bir kenarda sohbete dalmış görünüyor. Kimileri de ailecek oturmayı tercih etmiş. O yılın bereketli geçmesi için, vatanın milletin zeval görmemesi için dualar edildiğine ve hep beraber âmin denildiğine göre, keşkek vakti gelmiş olmalı. Gözler, sabahtan beri kaynayan kazanlarda. Tabaklar ve kaşıklar dağıtılınca, sohbetler neredeyse kesiliyor, birazdan koca koca kazanlar traktör römorklarına yüklenecek ve herkes kendi payına düşeni alıp az evvel oturduğu ağacın gölgesine çekilecek…

Ancak gençlerin gözü ne gölgede ne keşkekte, kendilerine senede bir tanınan imtiyazdan zerre israf etmemeye kararlı görünüyorlar. Köy hayırları, yaz düğünlerinin ilk adımı aynı zamanda. Komşu köylerden kızların ve oğlanların birbirlerini görüp beğendiği bir podyum… Kimileri üniversite sınavına benzetiyor manzarayı; anne ve babalar kendi köşelerinde, hiç olmadıkları kadar müsamahalı, sonucu bekliyor. Az ileride, gençlere ayrılmış alanda, bir aşağı bir yukarı dolaşan oğulları bir kız beğenecek mi? Çiçekli şalvarlar giyinmiş genç kızlar beyaz atlı prensini bulacak mı? İhtimal ki bu alan yıllar yılı, sevip de sevilmemelere, gönül kırgınlıklarına, gurur incinmelerine sahne oluyor.

Her neyse, gençleri kendi hâline bırakıp, kaynayan kazanların başına, ev sahiplerinin telaşına dönelim. Garipçe köylüleri, bir haftadır bu gün için hazırlanıyor. Bakır kazanlar kalaylandı, eksik kazanlar komşu köyden tedarik edildi, masraflar için köyden para toplandı, dışarıda yaşayan hemşerilerden bağış kabul edildi, piknik alanına tankerlerle su taşındı. Ve nihayet, etkinlikten önceki geceyi hayır meydanında geçiren köyün erkekleri, meşe közünü hazırlayıp üzerini külle kapladı… Şu hâliyle bile epey zahmetli görünen işler, Garipçeli Hulusi Acar’ın gözüne hafif görünüyor. O eski köy hayırlarını biliyor ne de olsa… Arabaların ve yolların olmadığı dönemde erkeklerin köyden meydana sırtlarında kazanla çıktığı, iyice kaynayan etin makineyle değil de elle ezildiği günleri hatırlıyor, hatta daha geçen seneye kadar, buğdayın kepeğinden ayrılıp, taş dibeklerde dövüldüğünü… Keşkek tarifine doğru giderken, bir buğday meselesine çarpıyoruz. Köylüler, bu özel yemek için gereken bir ton sarı buğdayı Antep’ten getirtmiş. Hulusi amca durumu şöyle izah ediyor: “Sarı buğdayın boyu yüksek olur. Yağmuru, rüzgârı yiyince yere yatar ve biçerdöver onu biçemez. Elle biçilmesi gerekir, o yüzden kimse ekmek istemez.”

Köy hayrı, bazı köylerde maddi imkânsızlıklar yüzünden sekteye uğramış. Ancak, şimdiye kadar etkinliklere hiç ara vermeyen Garipçe köyü, dışarıdaki hemşerilerinin desteğiyle geleneği devam ettirmeye kararlı. Keşkek için kesilen koyunların hepsi bağış, yedi bin ekmeğin beş bini de İstanbul’da yaşayan hemşerilerden hediye. İşin ucunda köklü bir geleneği devam ettirme kaygısı var, daha da önemlisi ‘köy hayrı’ yapılmadığı takdirde senenin bereketsiz geçeceği korkusu… “Ben altmış yedi yaşındayım, hayrın aksadığını görmedim, biz sağ olduğumuz müddetçe de devam edecek.” diyor Hulusi amca. Ona göre, geleneği iyice benimseyen yeni nesil de bu yolda yürümeye devam edecek. Öyle olmasaydı, tek bir gün için uzak şehirlerden gelip canla başla çalışmazlardı. Hulusi amca, ağaca asılmış koyun postlarına da bir açıklık getiriyor. Postlar burada kuruduktan sonra satışa çıkarılacak ve geliriyle köy hayrı için yapılan masraflar karşılanacak.

KEŞKEK NASIL PİŞİRİLİR?
Her sene mayıs ayının ikinci haftasında yapılan; ancak bu yıl bir hafta geciken Garipçe hayrında 1 ton sarı buğday ve 36 koyun 62 kazanda altı saat kaynadı. Keşkek için etin ve buğdayın iyice erimesi gerekiyor. Pişme işlemi tamamlandığında, kemikler kazandan çıkarılıyor ve keşkek makine yardımıyla eziliyor. Bu özel yemek için olmazsa olmazlar dövme bakır kazan ve meşe közü… Hayır meydanında kazanların kaynayacağı yer hep hazırdır, yaz kış öylece durur. Böyle bir ortamda, “Keşkek bu kalabalığa yeter mi?” diye sormak ayıp karşılanıyor; çünkü yemeğin her gelen misafirle bereketleneceğine inanılıyor. Köy muhtarı Ramis Yılmaz, “Bizimkilerin bugün yemekle işi olmaz. Önce misafirler doyurulur, kalanı köylüler yer.” diyor. Erkeklerin başrolde olduğu etkinlikte kadınlara düşen görev, evli evine köylü köyüne dağıldıktan sonra sinileri ve kaşıkları yıkamak.

Katkıda bulunan: İsmail Gülen (İzmir Yamanlar Koleji Müdürü)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder