Tarım, Orman ve Çevre Bakanlıkları tek bakanlık olarak düşünülmelidir. Yapılacak uygulama her üç Bakanlığın da görev alanını kuşatıcıdır. Bu bakanlıkların ilgi alanındaki her şey kayda alınmalı, envanteri çıkarılmalıdır. Toprak haritası ve mevcut durum ortaya çıkarılmalıdır.
Toprak rezervi ile birlikte tüm Türkiye toprağı yeniden ele alınıp, kişisel mülkler ayrı yöntemle toplu çiftliklere dönüştürülerek; hazine arazileri ve özellikle meyilli alanlardaki V. -VI. sınıf araziler, gerekli toprak muhafaza tedbirleri alınarak, geniş alanlarda ve tek tip meyve çiftlikleri kurularak, konularında eğitilmiş genç çiftçilere mülk olarak sahiplendirilmelidir. Bölgelere göre çiftlik miktarı belirlenmeli, miras hukukundaki düzenleme ile bölünmemesi sağlanmalıdır.
Yapılacak tüm yatırım Türkiye’deki 26 yağış havzasına göre planlanmalıdır. Böylece, bütün beş yıllık planların tarım, orman, ve çevre özel ihtisas komisyonlarının ortak talebi, uygulama konulmuş olacaktır.
Can çekişen hayvancılık, 5 milyon hektarlık nadas alanının da yem bitkileri teşvikinden yararlanarak, toplu ve büyük hayvancılık işletmelerine yönlendirilerek ayağa kaldırılmalıdır.
Toprak, insan ve imkan buluşturulmalıdır.
Kırsal sanayi uygulaması, hem ürünün işlenerek pazarlanmasını sağlayacak hem de kırsal alanın yaşanabilir, iş imkanlı alanlara dönüşümünü gerçekleştirecektir.
Su, aynı yere damlayarak mermeri deler. İstikrarlı bir tarım siyaseti, uygulamayı başarılı kılar.
Çok zor gibi görünen tarım sorununun bir de kolay yanı vardır. Masaldaki gibi basit ve kolay: Atın önündeki eti ite, itin önündeki otu ata verip ikisini de ölümden kurtaran masal kahramanı gibi tarımın sorununu basitleştirerek çözmek gereklidir.
Yüzlerce yıldan beri devlet adamları tarafından sorunun doğru algılanmasına rağmen, kararlı uygulama olmadığı için çözülemeyişi, İskender’in kılıcıyla kördüğümü kesmesi gibi çözülerek, istenilen sonuca ulaşmak mümkün olacaktır.
Türkiye’nin tarım politikası üzerine görüşler
REİSİCUMHUR KEMAL ATATÜRK’ÜN
TBMM’NİN V. DEVRE 3. TOPLANTI YILINI AÇIŞ KONUŞMASI’ndan (01/11/1937)
(....) Şimdi arkadaşlar, ekonomik hayatımızı gözden geçireceğim. Derhal bildirmeliyim ki, ben ekonomik hayat denince, ziraat, ticaret, sanayi faaliyetlerini ve bütün nafia işlerini, birbirinden ayrı düşünülmesi doğru olmayan bir kül sayarım. Bu vesile ile şunu da hatırlatmalıyım ki, bir millete müstakil hüviyet ve kıymet veren siyasi varlık makinasında, devlet, fikir ve ekonomi hayat mekanizmaları, birbirlerine bağlı ve birbirlerine tâbidirler; o kadar ki bu cihazlar birbirine uyarak aynı âhenkte çalıştırılamazsa, Hükümet makinasının motris kuvveti israf edilmiş olur, ondan beklenen tam verim elde edilemez. Onun içindir ki, bir milletin kültür seviyesi, üç sahada: devlet, fikir ve ekonomi sahalarındaki faaliyet ve başarıları neticelerinin hâsılasile ölçülür.
Sayın Millet Vekilleri,
Milli ekonominin temeli ziraattır. Bunun içindir ki, ziraatta kalkınmaya önem vermekteyiz. Köylere kadar yayılacak programlı ve pratik çalışmalar, bu maksada erişmeyi kolaylaştıracaktır.
Fakat, bu hayati işi, isabetle amacına ulaştırabilmek için, ilk önce, ciddi etüdlere dayalı bir ziraat siyaseti tesbit etmek ve onun için de, her köylünün ve bütün vatandaşların kolayca kavrayabileceği ve severek tatbik edebileceği bir ziraat rejimi kurmak lâzımdır. Bu siyaset ve rejimde, önemli yer alabilecek noktalar başlıca şunlar olabilir : Bir defa, memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. Bundan daha önemli olanı ise, bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprağın, hiçbir sebep ve suretle, bölünmez bir mahiyet alması. Büyük çiftçi ve çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri arazi genişliği arazinin bulunduğu memleket bölgelerinin nüfus kesafetine ve toprak verim derecesine göre sınırlamak lâzımdır. Küçük, büyük bütün çiftçilerin iş vasıtalarını artırmak, yenileştirmek ve korumak tedbirleri vakit geçirilmeden alınmalıdır. (....)
Memleketi iklim, su ve toprak verimi bakımından ziraat bölgelerine ayırmak icab eder. Bu bölgelerin her birinde; köylülerin gözleriyle görebilecekleri, çalışmaları için örnek tutacakları verimli, modern, pratik ziraat merkezleri kurulmak gerektir. (....)
Bir de, başta buğday olmak üzere, bütün gıda ihtiyaçlarımızla endüstrimizin dayandığı türlü iptidai maddeleri temin ve harici ticaretimizin esasını teşkil eden çeşitli mahsûllerimizin ayrı ayrı her birinde, miktarını arttırmak, kalitesini yükseltmek, istihsal masraflarını azaltmak, hastalık ve düşmanlarıyla uğraşmak, için gereken teknik ve kanuni her tedbir ve vakit geçirilmeden alınmalıdır.
PROF. DR. MÜMTAZ TURHAN
TOPRAK REFORMU VE KÖY KALKINMASI
(Bedir Yayınları, 1964)
Türkiye’nin her geri kalmış memleket gibi mütehassıslara yeter derecede sahip olamaması, onun iki asırdan beri boş, neticesiz fikirler, sözde tedbirler, yeni seraplar peşinde koşmasına sebep olmuştur.
Türkiye’nin kırkbin köyüne mukabil, İngiltere’nin sathına yayılmış üçyüzbin çiftlik bulunmaktadır.
Köy toplumunun kalkınması sadece, köye su, okul, yol gibi bazı amme hizmetlerinin götürülmesinden mi ibarettir, yoksa köyün kalkınması esas itibariyle arazinin mahiyetine, toprağın vasıflarına göre belirecek en iyi, en uygun tohum vesair nebatların, gübre ve ziraat aletlerinin tayin edilmesine ve en az sayıda insanın çalışıp en büyük sayıda insanı beslemesini temin edecek bilgi, maharet, tekniğin köye götürülmesine mi dayanacaktır?
1850’de Amerika’da ziraat sahasında çalışan 7 kişi ancak 8 kişinin yiyeceğini temin edebilirken, ilim ve tekniğin ziraata tatbiki neticesinde 1950’de yapılan bir istatistiğe göre yine Amerika’da ziraatle meşgul bir kişi 9-10 kişiyi besleyebilmektedir. Bu demektir ki, köyde çalışan nüfusun takriben yüzde sekseni başka iş sahalarına geçmiştir.
“Nitekim Ege Bölgesi’nin en büyük pamuk istihsal sahası olan Söke ovasında bu yıl düzenli işletmelerin topraktan aldığı pamuk miktarı 11 milyon kilodur, işledikleri toprak sahası ile 60 bin dönümdür [183.3 kg/dönüm]. Buna mukabil 22 milyon kilo pamuk alan küçük müstahsilin ekim sahası 220 bin dönümdür [100 kg/dönüm]. Demek ki büyük ve düzenli işletmeler, dağınık ve küçük işletmelere nisbetle aynı topraktan yüzde yüz fazla mahsül almaktadır.” Fahri TANMAN, Milliyet, 21 Ocak 1964.
(....) geri kalmış bir memleketin kalkınabilmesi, mahsullerine hariçte Pazar bulmak suretiyle istihsali artırmasına ve elde edebileceği dövizle sanayi sahasında yatırımlarda bulunmasına bağlıdır. Şu halde ilk iş zirai istihsalin artırılması olmalıdır. Ne gariptir ki Türkiye’de en çok ihmal edilen husus da bu olmuştur.
BAŞBAKAN SÜLEYMAN DEMİREL’İN
“TARIMSAL DESTEKLEME POLİTİKALARI / SORUNLAR / ÇÖZÜMLER
SEMPOZYUMU”NDA YAPTIĞI KONUŞMA’dan (1993)
(.....) Bence Türk tarımının sorunlarına bakarken keşke bir ekonomik soruna bakabilsek. Ekonomik sorun değildir Türkiye’de tarım sorunu. Aslında tarım sorunu diye tartışmak kolaydır, ama tartışma tarım sorunu değildir; tartışma, köy ve köylü sorunudur. Tartışma çiftçi sorunu bile değildir. Çünkü henüz tarımını bir ekonomi meselesi haline getirememiş bir ülkedir Türkiye. Ekonominin kaideleri var, onlar uygulanır, ne netice çıkarsa ona gidilir; ama burada öyle değil. Zaten aslında Türkiye sorunu dediğimiz olayın kökünde yatan Türkiye’deki nüfusun %50’sinin toprağa bağlı olmasıdır. Bugün nüfusun yüzde ellisinin toprağa bağlı olmasıdır.
İşte üyesi olmak için uğraştığımız AT, 330 milyon nüfusuyla toprağa bağlı, topraktan maişetini çıkaran bu nüfusun nispeti yüzde 10, hatta onun altındadır. Eğer 330 milyon AT nüfusunun toprağa bağlı kısmı yüzde 8-10 ise bu 24-25 milyon eder. 24-25 milyon çiftçisi bulunan yahut da maişetini tarımdan çıkaran nüfusu, bütün AT’nun tarımda çalışan nüfusuna denk bir Türkiye’deyiz. 330 milyon nüfusun içinde tarımda çalışan 30 milyon, 60 milyon nüfusun içinde tarımda çalışan 30 milyon. Sorun budur.
(.....) Türkiye, bugün Avrupa’dan et alma, süt tozu alma, tereyağı alma diye bir duruma girmiştir. Yani, nüfusun yüzde 7’yle tarım yapan Avrupa, nüfusunun yüzde 50’siyle tarım yapan Türkiye’ye bu ürünleri satma durumunda. İşte bence önemli olay budur ve bu olay aslında Türkiye kalkınmasının çare bulmaya çalıştığı olaydır. Yani, Türkiye çiftçi, köylü kalarak, toprak üzerinde bu kadar nüfusunu muhafaza ederek ne kadar gayret sarfederseniz, bu alandaki sorunlarına çözüm bulamaz. Çözümsüz müdür olay? Böyle muhafaza ederseniz olay bir yerde çözümsüzdür. Madem ki çözümsüzdür, gayret sarfetmeyelim, hayır, gayret sarfedeceksiniz ve mümkün olduğu kadar tarımdaki nüfusunuzu sanayiye ve hizmetlere aktarmaya devam edeceksiniz. Bunu yapmak kolay değil. Bir kişiyi tarım, köylü nüfusu olmaktan sanayi nüfusu haline getirmek dünyanın parası, akla hayale sığmayacak kadar yüksek rakamlar. Bu da yatırımdır.
Türkiye’nin bir iki tane daha başka zorluğu var: Artan nüfus. Toprak aynı, nüfus artıyor. Her 30 senede bir toprak parçalanıyor; bir aile 30 senede 4 aile oluyor. Fragmantasyon denilen bu olay, aslında tarımın verimsizliğe gitmesindeki en önemli işlerden birisidir. Nüfusu topraktan çekemediğiniz sürece de başka yapacak bir şey yoktur. Bu olay, artan nüfusun bu topraklarda kalma mecburiyeti yahut büyük miktarda kalma mecburiyeti ise bu kaynağı tahrip ediyor. Yalnız verimsizliğe sebep oluyor değil, çevreyi, ormanı ve tabii varlıkları, doğayı tahrip ediyor, havayı ve suyu tahrip ediyor.
(.....) Bütün bu gayretler bizim köylümüzün, çiftçimizin; çünkü ben bugün köylüye hâlâ çiftçi diyemiyorum, çiftçinin normları var, köylü çiftçilik yapıyor ama henüz çiftçi değil. Çiftçi dediğiniz ekonomik normlara tabi adamdır. Girdisi-çıktısı olur, bunu dengeler ve böyle barınma sınırında değildir, hayatını koruma bakımından. Bir miktar ilerlemiştir, kendi refahını hiçbir şeye ihtiyacı olmadan kendisi tedarik etme yoluna gitmiştir. Bu kalkınmış topluma entegre olmuştur, dünyaya entegre olmaya çalışan Türkiye, kendi köylüsünü bir kalkınmış topluma entegre edebildiği zaman o köylü olmaktan çıkmıştır. O nüfus bu toplumun çiftçi üyesi olmuştur. Bu ayırımları yaparken ülkemizi kötülemeye çalışıyorum sanmayın, hayır. Gerçeği ortaya koymaya çalışıyorum; çünkü alacağınız tedbirlerin hepsi bu gerçeği düzeltmeye yönelmiş olacaktır ve başka şeyler var, verim. Henüz biz 220 kilo buğday verimindeyiz. Avrupa 500-600 kilo buğday veriminde. Yani, bir kişi Avrupa’da Türkiye’deki bir kişiden üç defa daha üretkense, biz Avrupa’nın bir kişiyle gördüğü işi 3-4 kişiyle görmeye çalışıyorsak, refah çıkaramayız. Bütün bunlar derlenir toplanır gelir dünya şartlarına. Dünya şartlarını unutarak bir şey yapamayız. Uygar dünya bugün, tarımı sanayi haline getirmiştir. (.....)
Piyasa ekonomisinin içindesiniz, piyasa ekonomisinde rekabet gücü olmayan ekonomik sektörleri ayakta tutmaya bugün kimse muktedir değildir. Yani, rekabet gücü olmayan sektör demek, kaynak tüketen sektör demektir.
CHP GENEL BAŞKANI DENİZ BAYKAL’IN
“TARIMSAL DESTEKLEME POLİTİKALARI / SORUNLAR / ÇÖZÜMLER
SEMPOZYUMU” YAPTIĞI KONUŞMASI’ndan (1993)
(.....) Tarım, Türkiye ekonomisinin doğru değerlendirilebilmesi için mutlaka bütün ayrıntılarıyla göz önünde bulundurulması gereken ana sektörü. Nüfus açısından olaya baktığımızda, tarımda yaşayan nüfusumuzun, genel nüfusumuzun çok önemli bir kısmını, yarıya yakınını oluşturduğunu görüyoruz. Demek ki tarım konuşurken Türkiye nüfusunun yarısının sorununu, refahını, yarısının geleceğini konuşuyoruz. Sosyal açıdan böylesine önemli bir konu. Ekonomik açıdan doğrudan ve dolaylı olarak çok büyük önemi var. İhracat içindeki yeri, GSMH içindeki yeri, diğer sektörlerle bağlantıları bir arada düşünüldüğünde tarımın gerçekten olağanüstü bir önemi bulunduğu görülüyor.
( ...... )
Türkiye’de tarımın sorunlarının bir kısmı bizim denetimimiz dışında coğrafyadan geliyor, doğadan geliyor. Üzerinde yaşadığımız coğrafyanın kaçınılmaz bir biçimde bir veri olarak önümüze koyduğu bazı temel faktörler var ki, bugün tarımımızın içinde b ulunduğu durumu çok büyük ölçüde etkiliyor. Yeryüzünün belli bir boylamında, enleminde bulunuyoruz. Anadolu yarımadası üzerindeyiz. Kendisine göre bir morfolojisi, yapısı, coğrafyası var. (.....) Ortalama 1000 m . Denizden yüksekliğe ulaşan bir plato üzerinde tarım yapma durumunda olan bir ülke olmanın beraberinde getirdiği sorunlar var.
Çok yorgun bir coğrafya üzerinde yaşıyoruz; arazimizin organik madde bakımından; azot, fosfat bakımından dünyanın tarıma elverişli yöreleriyle karşılaştırıldığında avantajlı olduğunu söyleyemeyeceğimiz bir görüntüsü var. (.....) Tarım açısından çok ideal bir coğrafyada, çok ideal koşullarda konuşlandırılmış bir coğrafya üzerinde olmadığımızı görerek, bilerek olaya bakmamız gerektiğini düşünüyorum.
(.....) Çok kalabalık bir ülkeyiz. Nüfusumuzun büyük bir kısmı tarımda yaşıyor. Daha rasyonel bir ekonomik tercih olduğu için değil; daha verimli, ekonomik yaşam biçimleri ortaya çıkmadığı için (.....) Nüfusumuzun yarıya yakın kısmı topraktan geçirmek zorunda. Çünkü, başka bir geçim olanağı ortada gözükmüyor.
Türkiye’de tarım, sermayesizliğin, alternatifsizliğin, bir başka ekonomik uğraş şansı olmayışının doğal zorunluluğu olarak bir yaşam biçimi şeklinde kendisini gösteriyor ve Türkiye’de sermayeye dayalı katma değeri daha yüksek ekonomik faaliyet biçimleri ortaya çıktıkça, kentleşme gelişmeye başladıkça tarımdan geçimini sağlayan nüfus oranının giderek azalmakta olduğunu görüyoruz. (.....)
Türkiye’de tarımdan geçimini sağlayan 23 milyon insan var, bu insanlar 158.5 milyar dolar olan GSMH’mızın %16’sını üretebiliyorlar. Belçika’da 160 bin kişi 100 milyar Dolar üretiyor. Bu, sorunun özüdür, değiştirilmesi gereken tablo da işte budur. O 24 milyonu indirmek ve 25 milyar doları da artırmak durumundayız ve ikisini de bir arada gerçekleştirmek durumundayız. Türkiye daha az tarım nüfusuyla daha çok tarımsal değer üretebilir hale dönüşmelidir. İşin özü, aslı budur. Türkiye’nin kalkınma sorunu da bunun gerçekleşmesine bağlıdır. Nüfusun yarıya yakınını tarımda tutan Türkiye’nin kalkınma açısından çok iddialı bir hedefe sıçrayacağını ummak gerçekçi değildir, mümkün değildir. Çünkü, tarımın katma değeri başka ekonomik faaliyet türleriyle karşılaştırıldığında oldukça sınırlıdır.
(.....)
Türkiye artık iç pazara dönük tarımsal üretim aşamasından dışa dönük, ihracata dönük bir tarımsal üretim politikasına doğru tarım politikalarını değiştirmek durumundadır. (.....) Dış talebin duyarlıklarına, istemlerine, önceliklerine uygun bir üretim sorunu Türkiye’nin önümüzdeki dönemde göz önünde bulundurmak zorunda olduğu bir tarım üretim hedefidir diye düşünüyorum.
Türkiye’de tarım sermayesiz yapılıyor. Halbuki hiçbir ekonomik faaliyetin sermayesiz, etkin ve verimli bir biçimde gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Türkiye bir anlamda tarımını sermaye girdisiyle destekleyerek daha verimli bir uğraş haline dönüştürme arayışına geçmelidir. Bir yokluk ekonomisi faaliyeti, bir zorunluluk, mecburiyet nedeniyle yapılan ekonomik faaliyet olmaktan çıkıp, tarımı bir ekonomik üretim türü haline, bir işletmecilik haline dönüştürmek gerektiğine inanıyorum.
(.....)
Türkiye’de optimum tarımsal üretime elverişli işletme büyüklüğünü üretmeye yardımcı olacak politikaların bilinçli olarak izlenmesi, bu amaçla medeni yasamızda değişiklikten tutunuz da çeşitli devlet politikalarına kadar önemli yeni yaklaşımların geliştirilmesi gerektiğine işaret etmek istiyoruz. Türkiye, en kısa zamanda daha makul, daha optimum büyüklükte tarımsal işletmelere sahip bir ülke haline dönüşebilmelidir, dönüşmenin yolu bulunabilmelidir.
Bütün bunları; doğa koşullarından kaynaklanan sorunları, Türkiye’deki işletme büyüklüklerinin parçalı bir yapı gösterişinden kaynaklanan sorunları ve Türkiye’de tarım kesiminin doğru, etkin bir örgütlenmeye kavuşturulamamış olmasından kaynaklanan sorunları; tarım sorununu konuşurken göz önünde bulundurmak zorunda olduğumuza inanıyorum.
(....) Artık Tarım Satış Kooperatifleri, Türkiye’de tarımın doğru bir örgütlenmesini sağlayacak yaklaşım olmaktan kesinlikle çıkmıştır. Bir an önce Türkiye’de tarımı, üretime dayalı olarak yeniden örgütleyecek bir yaklaşımı geliştirmeye ihtiyaç vardır. Bu Birlikler ve Kooperatifler, ne devedir, ne kuştur, devekuşu da değildir; her ikisinden gelen kusurların karmaşası ve ikisinin olumsuzluklarının bir araya gelmesiyle ortaya çıkmış, artık tasfiye edilmesi gereken, yeni bir yapıya dönüştürülmesi gereken bir tarihi kalıntıdır. Çağdaş bir tarım düzenine yönelirken, Türkiye’nin ilk yapması gereken iş; ciddi, etkin, üretime dayalı bir ekonomik örgütlenmeyi ön plana almaktır ve bu konuda da cesaretle davranmaktır. Buna ihtiyaç olduğu kanısındayım.
(.....) Çağdaş tarım işletmeciliğinin ilginç bir yöntemi olarak sözleşmeli çiftçilik olayı hızla yaygınlaşıyor. Bunun daha hukuku yok Türkiye’de. (.....) Sözleşmeli çiftçilik olayını bir an önce yasalaştırmak, desteklemek, özendirmek, gerekli güvenceye kavuşturmak ve onu çiftçiliğimizin önemli bir yeni yöntemi halinde geliştirebilmek gerektiğine inanıyorum. (.....)
(.....)
Türkiye’nin tarımda yaşayan, kırsal kesimde yaşayan, tarımdan geçimini sağlayan nüfusunu asgari geçim koşulları içinde tutabilmek için maliyetlerinin, masraflarının ötesinde ekonomik uğraşına devam etmesini haklı gösterebilecek bir refah payıyla birlikte tarımsal üretimini pazarlama şansını onaylaması lazımdır. Bu, toplumun genel sorumluluğudur. Çünkü, tarımsal üretimin sıradan bir mal olmanın ötesinde bir anlamı vardır. Ülkenin bir anlamda stratejik bir girdisidir. (.....)
Ayrıca, tarımda yaşayan insanların kırsal kesimden kente göçüş tablosunu makul, kabul edilebilir ölçüde tutmakta büyük toplumsal yarar vardır. Burada temel nokta, tarımdan, kırsal kesimden kentlere, sanayi ve hizmet alanlarına bir göçün Türkiye için zorunlu, gerekli, yararlı olduğudur. Bunu tartışma konusu bile yapmamak gerektiğine inanıyorum. Türkiye’de 24 milyon insan tarımsal üretimde tutulmamalıdır. Kalkınma, onun önemli bir kısmının kentlere, sanayiye, hizmete aktarılması demektir. Dünyada nüfusun %3, 4, 5, 6 ve 8’i tarım kesiminde yaşıyor. Türkiye’de şu anda nüfusun %40’ı tarım kesiminde.
(.....)
Tarımın zaten zamana karşı bir boyun eğikliği var. (.....) Öyle bir ekonomik faaliyet ki, sonucunu, verimini, hasılasını, ürününü ancak bir yıl sonra alıyorsunuz.
(.....) Destekleme üreticiye yapılmalıdır. (....) ve destekleme politikası da genel tarım politikası hedeflerine uygun olarak yapılmalıdır. Yani, ürün desenini Türkiye’de tercih edilen desene doğru dönüştürecek, ihracata dönük bir üretim yapısını hızlandıracak şekilde işletilmelidir. Ayrıca, üretim maliyetini düşürmeye dönük ileri teknolojilerin uygulanmasına, birim başına daha çok verimin alınmasını sağlayacak yöntemlerin uygulanmasına, böylece üretim maliyetinin ve fiyatının zaman içerisinde düşürülmesine yardımcı olacak biçimde bir destekleme politikası düşünülmelidir, hazırlanmalıdır.
Bir başka temel nokta, bu destekleme politikasının olabildiğince geniş bir kabule dayalı olarak tarım kesimiyle doğrudan ilgili sektörün bir geniş oydaşmasına, kabulüne dayalı olarak şekillendirilmesi ve günlük siyasal tartışmaların etkisi dışında bunun idame ettirilmesine imkan verecek bir düzenlemenin yapılması da herhalde destekleme politikası arayışlarında büyük önem taşıyor.
(…)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder