11 Aralık 2007 Salı

Kamış Hasırlarımız



"Zamanın birinde ihtiyaçtan doğmuş bir eşyanın yapımına insan kendi bilgisini, emeğini, sevgisini içerisinde yaşadığı toplumun kültürünü ekleyerek onu daha güzel, daha kullanışlı bir biçime dönüştürür."  Tarihi çok eskilere dayanan ilk el sanatlarından biri olan bitkisel örücülük sepet yapımı ile başlamıştır. Daha düne kadar köylerimizde her alanda kullandığımız atasözlerine bile girmiş olan, Pazar çantası olarak kullanılan ve mısır somağının yapraklarında yapılan “ZEMBİL” lerimiz vardı.

Eski Türkler, çadırların içine hasır yayar ve üstüne hali sererlerdi. Bu vakitler hasırcılık Türkiye'de önemli bir sanat olmuştur. Hasırcı çarşısının varlığı buna güzel bir örnektir. Günlük hayatta çok pratik (kışın sıcak, yazın serin, sık sık yıkamak mümkün), sağlık için çok yararlı (insan bedeninden ağrı ve stresi kolayca çeker) olan hasırların üretim maliyeti çok düşüktür ve ekonomik açıdan faydalı bir üretim alanıdır.

Kendiliğinden yetişen veya kültürü yapılan bazı bitkilerin sapını, yapraklarının veya ince dallarını olduğu gibi veya yararak ince şeritler haline getirdikten sonra çeşitli şekillerde yapılan örgülere bitkisel örücülük denir. Günümüzde zahmetli fakat ucuza elde edilen bu hammaddeleri ve tarımsal ürün artıklarını işleyerek iç ve dış pazarlarda alıcı bulan değerli ürünlere dönüştürülebilen bir el sanatı konumuna gelmiştir.

Sağlıksız olmalarına rağmen her alanda bizi sarıp kuşatan ucuz sanayi ürünleri nedeniyle terk ettiğimiz geleneksel kültürümüzün bir parçası olan HASIRIN serüvenini Hicabi AY kardeşimiz oturup bir güzel yazmış. Bu güzel çalışması için kendisini kutluyoruz.





Hasırın Serüveni
Kızılırmak deltası içerisinde kalan Karaboğaz gölünün büyük bir kısmı sazlıklarla kaplıdır. İçerisinde kamış, kındıra ve örtü diye adlandırılan çeşitli sazlık bitkileri barındırmaktadır. Seksenli yılların başlarına kadar bu bitkilerden çeşitli şekillerde yaralanılırdı.

Örtü denilen bitkiden samanlık ve salaç gibi binaların çatıları kiremit yerine bunlarla kaplanarak yağmur sularının bina içerisine sızması engellenirdi. Hatta bazı köylerde fakir ahali tarafından ev çatı kaplamasında bile kullanılmıştır. Bina çatıları belirli bir eğimle yapıldıktan sonra kenarlardan başlanarak daha önce biçilerek kurutulmuş örtülerle merkeze doğru yaklaşık 15 - 20 cm. kalınlığında serilirdi. Rüzgârın bitkileri çatı üzerinden uçurarak atmaması için üzerlerinden cerek dediğimiz uzun ağaçlarla sıkıştırılır ve bunlar ana çatıya çakılır ya da tellerle bağlanırdı. Yağan yağmur örtü niyetine kullanılan bu bitkinin üzerinde aşağı doğru akar ve alta geçmezdi.
     
Yaz sonlarında sonbahar yağmurları başlamadan oldukça kurak bir zamanda önceleri kağnılarla daha sonraları köye traktörler gelince traktörle gruplar halinde sazlığa örtü, kamış ve kındıra biçmek için gidilirdi. Yağmurlar başlamadan gidilirdi ki sazlığın su seviyesi yükselmemiş olurdu. Yarı beline kadar suya girilerek sazlar biçilir ve omuzlarda kenara taşınırdı. Bu esnada üst baş sazlığın o bataklık çamurundan bir güzel nasibini alırdı. Bu arada sazlık alanların canlılarından olan sülükler tarafından ısırılmamak için de kalın giyinmek vb tedbirler alınmazsa bir kaç yerden ısırılmak ve bu sülükler tarafından kanınızın emilmesi işten bile değildir.

Karaboğaz Mevkii köyümüze oldukça uzak bir mesafede olduğu için, saza gidecek olanlar saat 3- 4 gibi geceden kalkarlar topluca yola koyulurlardı. Gün boyu sulak arazide aranıp bulunarak ve cinsine göre biçilip denk edilerek arabalara yüklenen sazların dönüş yolculuğu tıpkı çıkışta olduğu gibi gece yarılarına kadar sürerdi. Saza giden ailenin evde kalan üyelerini gün boyu tatlı bir telaş alır, gözler yollarda hep heyecanla dönüşleri beklenirdi. Bu heyecan ilk araba gıcırtısı duyulunca doruk noktasına ulaşır, kimi aileler dönüş yolundaki bu sazcıları karşılamak için yollara dökülür onlara “acıkmışlardır” diyerek yollara dökülüp, yiyecek içecek bir şeyler ikram ederlerdi.

Köye getirilen ıslak kamışlar kurumaları için evin yanlarına gölgede, fakat içlerinin küflenip rutubetlenmemesi için rüzgar görebileceği bir yere serilirlerdi. Zaman  zaman yönleri çevrilerek iyice kurutulan kamış ve kındıralar daha sonra işlenmek üzere salaç ya da samanlığın tavan kısımlarına kaldırılır ve yaz işlerinin bittiği kış mevsimi beklenirdi.
     

Hasır dokuma işine başlamadan önce kındıra dediğimiz bitkiden dokuma ipi gibi ip elde edilirdi. Bu işlem için kındıra denilen bitki hafif ıslatıldıktan sonra el içerisinde yuvarlanarak örgü yapılır ve yenileri de eklenerek bir çeşit 0.5 cm. çaplarında uzun bir ip elde edilirdi. Bu işlem yapılırken çok dikkatli olmak gerekmektedir. Ters bir hareket sonucu kındıra bitkisine elinizi kestirebilirsiniz.)

Yapılacak hasırın boyutuna göre bir tezgâh hazırlanır. Tezgâh yere çakılan dört kazık ve hasırın eni doğrultusunda yere paralel, yerden 80 cm. yükseklikte iki sağlam sırıktan ibarettir. Hasır dokumak için ağaçtan ve yaklaşık 5cm. ara ile delik açılmış olan 2 metre boylarında bir tarak kullanılır.
      
Tezgâhtaki sırığa paralel olarak iki kişi tarağı uçlarından tutarlar. Kındıra denilen ip tarağın deliklerinden geçirilerek sırıkların etrafından tur attırılarak, tarağın delikleri sayısınca geçirilip gerilirdi.  Hazırlanan düzeneğin her iki tarafına yetişilebilecek şekilde, ortasına girilir. Hafif ıslatılan kamışlardan bir tane alınarak, bir alt bir üst şeklinde sepet örgüsü misali kındıraların arasından geçirilir. Tarakla ittirilerek düz durması sağlanır. İkinci bir kamış kök kısmından tutularak düzenin diğer yönünden örülerek son kındıradan geri kıvrılarak kök kısım altan araya sıkıştırılır ve tarakla vurularak sıkıştırılıp düzeltilir. Sırayla bir sağ bir sol taraftan kamışlar takılarak aynı şekilde hasırın sonuna kadar dokunur.

Dışarıda kalan kamışların uç kısımları kesilir. Ve kındıra ipler sırıktan kesilerek iki uç birbirine bağlanır. Her iki tarafın kındıraları aynı şekilde kesilip birbirine bağlanarak hasır tamamlanır. Rulo halinde toplanılarak kuruması için güneş gören bir yere dikilir. Hasır kuruduktan sonra odaların zeminine örtü olarak serilmeye hazırdır.

Odalara serilen hasırdan başka, kamış bitkisinden bazen NAMAZLO (Seccade= Namazlık) ve yastıklar yapılarak odaların duvar diplerine oturan kimselerin yaslanması için konulurdu. Çünkü, eskiden evlerimizde şimdiki gibi, masa, koltuk, sandalye gibi eşyalar yoktu.  Çocuk belenen beşiklerin alt ranza kısımları kındıradan ağlarla örülür, lazımlık kısımları da kamış dolgulu olurdu. Ayrıca, eşekler için  yapılan semerlerin iç kısmı, semer eşşeğin sırtını acıtmasın diye kamıştan olurdu.

/Hicabi AY

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder