6 Aralık 2007 Perşembe

İlk Önce Köpekleri Vurdular



Kırım’daki Uppa (Rodnoe) köyünden sürgünlük hatıraları



İdil P. İZMİRLİ(*)
İlk önce köpekleri vurdular…. Köpekler havlayıp sahiplerini uyandırmasın istediler ki herkesi uykuda yakalasınlar. Gece yarısı ev ev dolaşıp herkesi toplayıp ihtiyar, bala vagonlara koydular ve aç susuz urbasız halkımızı tellerle etrafı sarılmış tekerlekli hapishaneye benzeyen vagonlarda günlerce sürüp doğduğumuz vatanımızdan, tek bildiğimiz topraktan attılar.

Ağustos 26, 2006 cumartesi günü Kırım’da Bahçesaray ile Aqyar (Sevastopol) şehirlerinin arasında yer alan yeşil dağlar ortasındaki Uppa (Rodnoe) köyünde “Köydeşler” toplantısı yer aldı. “Köydeşler” toplantıları 1991 yılından beri Kırım’ın bir çok köyünde senede bir yapılmakta ve bu toplantılara eğer hala hayatta iseler sürgünlükten önce o köylerde yasayan kartanalar ve kartbabalar, hayatta değillerse onların çocukları, akrabaları katılıyor. Bu toplantılarda artık  hayatta olmayanlar hatırlanıyor, eski günler konuşuluyor, ekmek paylaşılıyor, yemekler yeniliyor, hem gülünüyor hem ağlanıyor, ve “Köydeşler” adeta bir nevi bayram gibi kutlanılıyor. Kırım’da bugün Köydeşler toplantısı her köyde yapılmıyor. Mesela Yalta yolundaki Demirci köyünde “köydeşler” toplantısı 10 senedir yapılıyor ama Sovetskii rayon İçki’de ilk defa köydeşler 2006 yılının eylül ayının 17’sinde yapılacak. Ayrıca, her köy “köydeşler” toplantısını ayrı bir şekilde kendine has kutluyor. Örneğin, Uppa’daki köydeşler günü sabah saat 10’da başladı ve saat 11 civarında sürgünde veya daha önce/sonra olmuş Kırım Tatarlarına dua edilmesi ile açıldı. Dualardan sonra büyük kazanda ateş üzerinde pişirilmiş geleneksel Özbek pilavı, samsa, Kırım bahçelerinde yetiştirilen domates, salatalık, kavun, karpuzla bu özel gün topluca yenilen yemekle devam etti. Tabiî ki bu toplantının en önemli kısmı köy sakinleriyle sohbetlerdi.

Uppa’da doğmuş Refat Emursanov’a göre sürgünden önce Uppa da 99 ev vardı ve 150 kişi yasamaktaydı. Simdi ise Uppa da 65 aile yaşıyor. Bu 65 ailenin 40 tanesi ise sürgünlükten önce Uppa da doğanlar veya onların çocukları. Bu nitelik Uppayı özelleştiriyor, çünkü bugün Kırım’da yasayan Kırım Tatarlarının çoğu ana ve babalarının doğdukları yerlerde değilde toprak veya iş bulabildikleri yerlerde yaşıyor. Uppa’da ise bugün yasayan köy sakinlerinin çoğu tarihi olarak sürgünlük sırasında Uppa’dan çıkarılanlar. Bugün Uppa isminin nereden geldiğini koy sakinleri bilmiyor fakat çoğu Uppa’dan sürgün edildikleri Mari Cumhuriyetini ve oraya hayvan vagonlarında olan kendilerine sonu bitmeyecek gibi gelen yolculuklarını hatırlıyor.

Ben bu köyde doğdum. Biz dört kardeştik. Sürgünlük sırasında ben 5 yaşındaydım, diğer üç kız kardeşimde 2, 9, ve 13 yaşında idiler. Ben 31 ocakta 1939 da doğdum. 1941inci senesi cenk başladı. Babam cenk sırasında savaşıyordu trud armiya da idi (askerde). Bir gece biz uyurken anamız bizi gelip uyandırdı ve yataktan kaldırdı. Arabalar geliyor bizi götürecekler o yüzden bizim buradan gitmemiz lazım deyip hepimizi gece yarısı başka köyde oturan teyzemin evine götürdü. Sonradan öğrendik ki gece teyzem gelip haber vermiş anneme askerler geliyor kamyonlarla kaçmak lazım diye. Ama biz teyzemin köyünde de kalmadık ve o gece çayırlarda uyuduk. Sabah olduğunda aç uyandık. Annem yanına aldığı bir somun ekmeği aramızda paylaştırıp bizi doyurdu ama kendisi yemedi. Daha sonra önümüze gelen ilk köyde bir evin mahzeninde saklandık ve o gece o mahzende uyuduk. Sabaha karşı evin üstüne bir şey düştü ve evin damını delerek kardeşimin tam üstüne düştü. Kardeşim ne olduğunu anlamadı. Bizde anlamadık. Korkmuştuk ama kardeşime bir şey olmadı diye sevindik hem de meraklandık bu ne düşen acaba diye bakarken koyun sakinleri yaşadığımız mahzene inerek acele olarak bu şeyi götürdüler. Sonradan öğrendik ki bu üstümüze düşen patlamamış bir bombaydı. Nasıl oldu da patlamadı hala bugün anlamış değiliz ama patlasaydı 4 kardeşte anam da param parça olup ölecektik. Üstümüze düşen bombanın patlamaması bir mucize idi. Bombayı atan kimdi bilmiyoruz belki Nemse (Alman) bombasıydı belki de Ruslar attı Aqyar (Sevastopolden) de bizim üstümüze düştü. Kim bilir. Ama bomba patlamadı Allah korudu ve biz bugün 4 kardeşte Allaha şükür sağız.

Bunları anlatan Beiye Mambedova daha sonra sürüldükleri Mari Cumhuriyetinde 12 yıl yaşadıktan sonra Özbekistan’a gidip 40 yıl bala mektebinde çalışmış bir kartana. Dört kardeşte çektiklerine rağmen çok neşeli, ve esprili. Onlara bakınca yaşlı nineler yerine dört tane afacan kız çocuğu görülüyor. Yüzleri yaşlarını belli ediyor ama ruhları gencecik hayat dolu.

Alim Musayev de bu genç ruhlu Kırım Tatarlarından biri. Anlattığına göre Alim aga Uppa da doğmuş ve 1 yaşındayken Uppa dan 7 kilometre ötede Sevastopol yanında bir köyde yasamış. Babası Rusça bildiği için o sıralarda Sevastopol’de çalışıyormuş ama annesi Rus dilini bilmediği için ailenin Sevastopol’de yaşamasına izin verilmemiş. O yüzden annesi ve 3 çocuğu tekrar Uppa ya dönmüşler. Alim aga diyor ki aile daha sonra tekrar babalarının yanına Sevastopol’e gitmiş ama cenk başlayınca Sevastopol’den ailesini bahriyeliler (matroslar) kovalamış burada savaş olacak gidin diye çünkü o zamanlar Sevastopol korunma bölgesi (Oboronna Sevastopola) ilan edilmiş. Bu Sevastopol’den ikinci çıkarılıştan sonra Alim aga ve ailesi kayalarda saklanmış. Ama orada da fazla kalamamışlar çünkü Almanlar Kırıma girince “Nemseler geliyor” diye oradan da yaya 30 kilometre daha uzağa kaçmak zorunda kalmışlar. Arkadan 18 Mayıs 1944 günüde bütün Kırım Tatarları ile birlikte sürgün edilmişler. Alim aganın hikayesi biraz değişik diğer sürgün edilmişlere göre. Ailesi ilk önce Urallara sürülmüş ve herkes gibi 13 yıl Urallar da yasamışlar. 1956 da kamp rejimi sona erince de Özbekistan’a değil de Azerbaycan’a göç etmişler ve Kırıma dönene kadar Azerbaycan’da yasamışlar. Sovyet zamanlarında Tatarlara ekonomi ve diğer bilimleri okumak yasak olduğu için Alim aga tehnikum denilen teknik yüksek okula gidip elektro-mekanik okumuş Novo Rosiski de ve sonra Bakü’ye dönüp petrol endüstrisinde çalışmış. 37 sene Bakü’de yaşadıktan sonra 1994 yılında Bakü’den Kırım’a dönüp doğduğu köye Uppa köyüne yerleşmiş. Alim aga simdi emekli ve emekli maaşı ile geçiniyor ve köyde oğlu ve torunları ile yaşıyor.

Uppa köydeşler toplantısının bir başka katılanı da 1959 yılında mili harekete giren eski veteranlardan Dilara Arslanovna Baganova idi. Dilara hanım Kerç şehrinde erkek kardeşi Sevket Arslanov Baganovla yaşıyor. Eşini kaybetmiş. Kendileri Kırım’a 30 yıl önce 1975 da gelmişler, yani Dilara hanım Kırım’a gelen ilk Kırım Tatarlarından. Anlattığına göre Kırım’a ilk geldiklerinde çok zorlanmışlar günlük yaşantılarında. İlk seneler Tatar oldukları için şehirlere girememişler, köylerde yazılamamışlar (propiska), ve yazılamayınca da işsiz ve evsiz çadırlarda yasayıp sağlıklarını kaybetmişler. Ama Dilara hanıma göre hiç bir zaman milli ruhu kaybetmemişler.

Ben sürgünlük zamanında 7 yaşındaydım. Vagondaki yolculuğu dün gibi hatırlıyorum. Tren hiç durmadan günlerce nasıl gitti hep gözlerimin önünde. Benim yaşlarımda olan bütün çocuklar vagonun etrafındaki tellere tırmanıp yollara bakıyorduk tren nereye gidiyor ve daha ne kadar gidecek diye. Hiç unutamadığım ve aradan 60 yıl geçmesine rağmen hep gözümün önünde olan trende ölen yeni doğmuş bir bebekti. Bebeğin babası askere alındıktan sonra annesi bebeği doğurmuştu. Doğumdan sonra doğumla ilgili tıbbi sorunları olan anne, bebek daha birkaç günlükken sürgün edilmişti. Yeni doğmuş bebek annesinin kucağında hastalıktan ve açlıktan ağlayıp duruyordu ama annesinin sütü çıkmıyordu. Bir iki gün içinde o zavallı bebek annesinin kucağında açlıktan ve hastalıktan ağlaya ağlaya öldü.Annesi hasta haliyle vagondaki askerlerle kavga ederek bebeğin ölüsünü vermedi vagondan atmasınlar diye. Daha sonra trenin ilk durduğu yerde günlerce kucağında tuttuğu bebeğinin ölüsünü toprağa gömdü. Trene bindikten sonra oda hiç yemedi içmedi ve yol bitmeden oda oldu. Sürgünlük hatıralarım arasında ikinci unutmadığım olay trende kendini isteyerek ölüme götüren, kendini açlıktan yavaş yavaş öldüren Esma teyze. Esma teyzenin sevgili kocası Edem sürgün sırasında cephede askerdi. Esma teyzenin kızı Fetime sürgünlük gecesi yandaki evde oturan anneannesinde olduğu için başka kamyonlara bindirilip başka bir yere sürülmüştü. Esma teyzemi ise oğlu Mansurla bizim vagona yüklemişlerdi. Vagonlardaki uzun yolculuk sırasında rengi bembeyaz olmuş ve adeta mumyaya benzeyen Esma teyzenin ağzından bozulmuş bir plak gibi fısıltı halinde sadece iki kelime duyuluyordu: Edem, Femiye, Edem, Femiye, Edem Femiye…..Vagonlardaki uzun yolculuktan sonra bizlerle beraber Gorkovskii oblasta indirilen Esma teyzem cok yaşamadı ve kampta hamam böceği ve bit dolu hepimizin paylaştığı barakada kirli bir perde ile bizlerden ayrılmış bir yatakta son nefesini verdi. Bu ölenleri gördükçe kimimiz bütün ümidini kaybetti ve hayattan bağını kesti ama çoğu kimse ölmemek için yasamak için unutmamak için ve bütün bu olan bitenleri bir gün bütün dünyaya anlatabilmek için yasamaya ant içti. Halkın yaşaması lazımdı ki halk bir gün vatanına geri dönebilsin. Halkın yaşaması lazımdı ki Kırım Tatar milleti yaşasın.

47 yıldır milli hareketin içinde olan Dilara hanıma göre Kırım’daki bugün çekilen zorluklara sabırla katlanmak fakat aynı zamanda hakkını da aramak lazım.

Bizim milli hareket senelerdir ne kadar zorluk çekse de hiç bir zaman barışsal yolun dışına çıkmadan protestolar ve eylemlerle hareket ederek sabırla bekleyerek yavaş ta olsa amacımıza erişeceğiz. 

İşte böyle geçiyor “Köydeşler” toplantıları Kırım’da. Acısıyla, tatlısıyla, duasıyla, şarkısıyla, sohbeti ile, gözyaşı ile, fakat her şey den önce içlerindeki milli ruhu kaybetmeden yarına ümitle bakışla geçiyor. Ne mutlu vatanda olana!
  
(*)US IREX IARO Araştırmacısı

Akmescit(Simferopol), Kırım

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder