7 Aralık 2007 Cuma

Köyden Nasıl İnecem Şehire?



Türkiye tam bir zıtlıklar ülkesi. Başbakan Köy—Kent’ler için çalışıyor, vali ve belediye başkanları tersine göçü teşvik etmek için köyüne dönenlere para veriyor, büyükşehirlere vize uygulaması düşünülüyor ve sonuç: Tarımda reform yapılacak ve köylü nüfusu yüzde 45’ten yüzde 4’e düşürülecek!


 /Birol Uzunay
Ekonomik programla birlikte IMF ve Dünya Bankası’nın direktiflerine harfiyen uyan hükümet, tarım sektörünü küçültmekte kararlı. İlk hedef tarımda çalışan yüzde 45’lik nüfus. Sanayi sektörünün zor durumda olmasından dolayı şehirden kırsala göçenlerin arttığı bir dönemde yeniden şehre göç furyası başlatılmak isteniyor. Geçtiğimiz dönemlerde başlatılan şehre göç furyalarıyla, ekonomi kadar sosyal yaşam da bozulmuştu, bugünse durum çok daha vahim; çünkü Türkiye’de sanayi sürekli küçülüyor.

Tarım kesiminde çalışanlar açlık sınırında, destekleme alımı adı altında her yıl 500 milyon dolar heba oluyor, tarım sektöründe dışa bağımlılık hızla artıyor ve ortada somut tek bir proje yok!

Gıda savaşları başlayacak ve buğday stratejik ürün oluyor

1946 yılında Türkiye—Amerika arasında başlayan sıcak ilişkilerden sonra Amerikalı Uzman Thonburg’ın Dünya Bankası’nın desteğiyle hazırladığı raporda Türkiye’nin “sanayi kesiminden çok tarım kesimine ağırlık” vermesi isteniyordu.

Gelişmiş ülkeler, Thonburg raporlarıyla kendi sanayileri ve tüketicileri için tarım ülkesi yapmak istedikleri Türkiye’yi bugün, kendi tarım ürünlerini satın alacak bir pazar olarak görüyorlar. Gelişmiş ülkelerde tarım doyma noktasında ve uyguladıkları kotalar yüzünden, kendi aralarında yeteri kadar tarım ticareti yapamıyorlar; ilk hedef gelişmekte olan ülkeler...

Türkiye’ye bu yıl gelecek 13 milyon turist, Türk yiyeceklerini rahatlıkla yiyecekler; ancak turistler Türkiye’de yedikleri bu yiyecekleri ülkelerinde göremeyecekler. Avrupa Birliği ülkelerinin tamamı ve Amerika, Türk tarım ürünlerine büyük ölçülerde kota uyguluyor.

Gelişmiş ülkelerde tarıma destek tartışılmıyor bile; gelişmiş teknolojilerle tarım yapılıyor ve ürünün pazarı için devlet yardımda bulunuyor. Türkiye tarım sektöründen en büyük farkları ise; Türkiye verimsiz tarımı nüfusumuzun yüzde 45’iyle yaparken, AB ve Amerika bütün dünyaya sattıkları tarım ürünlerini nüfuslarının yüzde 5’iyle üretiyorlar.

Gelişmiş ülkeler bugün, gübre, ilaç, tohumluk ve yem sektöründe tekel konumunda; pek yakın bir gelecekte de tarım ürünlerinin satışında son sözü söylemeye hazırlanıyorlar. Türkiye uyguladığı çağdışı politikalarla, tarım sektörünü verimsizleştirip öldürmeye mahkum ederken gelişmiş ülkeler tarıma yatırım yapıp tekelciliğe oynuyorlar. Bilgi çağında, iletişim ve bilişim sektörünün yanısıra tarıma yatırım yapılmasının sebebini Doç. Dr. Kerem Alkin, “Gıda Savaşlarıyla” açıklıyor. Alkin, 2010’dan itibaren başta Çin ve Hindistan olmak üzere bütün dünyada gıda taleplerinin artacağını söylüyor. Koç Grubu Tüketim Grubu Başkanı Cengiz Solakoğlu ise 20. yüzyılın stratejik ürününün petrol, 21. yüzyılın stratejik ürününün ise buğday olduğunu bildiriyor!.

Tarım çaresizlik mesleği oldu

Türkiye tarım sektörü, ürünü verimli üretemiyor ve piyasayı belirleyemiyor. Bu yüzden de 21. yüzyılın stratejik ürünü gösterilen buğday, Türkiye ekonomisi için bir kara delik! Tarım politikası olmayan ve destekleme alımını seçim yıllarında üç katına çıkartan bir Türkiye, yıllık bir katrilyon lirayı tarım kesimine ayırsa da, çiftçiler açlık sınırına dayanmış durumda. Nüfusun yüzde 35’ini, istihdamın yüzde 45’ini barındıran tarım sektörünün GSMH içindeki payı ise sadece yüzde 15. Oysa ki bu oran daha önceki yıllarda yüzde 26 düzeyindeydi. Tarım Türkiye’de bir sektör değil de, “çaresizlerin” yaptığı bir iş kolu oldu. İstihdamın yüzde 45’ini barındıran tarım kesimi, hizmet ve sanayi sektörünün yardımlarıyla ayakta.

Tarımsal ürün ihracında tehlike çanları çalıyor. İhracat 3.7 milyar dolar iken, ithalat 4.1 milyar dolara çıktı. Tarım can çekişirken hükümetin bulduğu formül ise destekleme alımlarını azaltıp, ürün fiyatlarını Şikago Borsası’na endekslemek oldu. Amerika’da çiftçi başına verilen desteği, ürün maliyetini ve teknolojiyi unutan hükümet, tohum satın almakta zorlanan Türk çiftçisini, Amerikalı çiftçiyle mukayese ediyor.

Türkiye’de 34 bin köy var ve bu köylerdeki milli gelir 700 dolar seviyesinde. Tarım kesiminde çiftçi görünen 15 milyon gizli işsiz var. Çiftçiyi değil de verimsizliği finanse eden şehirliler ise yakılan tütünlerden, satılamayan fındıklardan ve denize dökülen çaylardan rahatsız. “Milletin efendisi köylüdür” sloganları çoktan eskidi; modern dünyada vergi veren kesim en büyük efendi sayılıyor.

Kent kültürüne yeni melezler geliyor

IMF ve Dünya Bankası’na verilen 5 niyet mektubunun 4’ü tarıma ilişkin yeniden yapılanmayı hedefliyor. Niyet mektuplarındaki “asalak konumundaki” çiftçilerin tarım dışında ne iş yapacağını kimse bilmiyor!

Nüfusun yüzde 45’i kırsalda yaşıyor ve bu oran yüzde 5’e indirilmek isteniyor, peki ya yüzde 40 nüfus ne olacak?...

Tarım sektörü verimsiz çalıştığı için değil, Kemal Derviş sonrası yeni ekonomik düzenlemelerde IMF ve Dünya Bankası’nın isteklerini yerine getirmek için küçültülmek isteniyor. Enflasyonu artıran sebepler arasında tarım sektörüne aktarılan kaynaklar sıralanırken, nüfusun yüzde 35’ini ilgilendiren bir sektörün nasıl düzenleneceğine değinilmiyor.

Sanayi kesiminin son 3 yılda sürekli küçüldüğü bir ortamda tarım nüfusunu şehirlere yönlendirmek, kazançtan çok kayıp getirecek. Şehirde yaşayanların ekonomik krizin etkisiyle kırsala yöneldiği bir dönemde köylü nüfusun şehirlere göçü tam bir kargaşa çıkaracak.

Kötü şehirleşmeyi soran gazetecilere “Ne yani, köylü mü kalsaydık” diyen Süleyman Demirel mantığına göre, milyonların şehre göçmesinde hiçbir tehlike yok! Yeni gecekondular inşa olur, işsiz ve suçlu sayısı da artıverir; sorun yok! 1960’lı ve 70’li yıllardaki göçlerden sonra “magandalık” terimini toplum bilim kayıtlarına sokan bir Türkiye, acaba düşünülen yeni göç dalgasıyla hangi kavramları bulacak? Kesin bir şey var ki köylülerin bir anda şehre göçmeleriyle şehirlerde oluşacak tahribat, köylüye bugün yapılan desteklemelerden çok daha fazla olacak.

Prof. Dr. Taner Berksoy, sanayileşmek için önce sermaye bulmanın gerekliliğini vurgulayarak, “Sanayi toplumları, önce tarım toplumuydular ve tarımdan elde ettiklerini sanayiye aktardılar. Tarımı yokederek, sanayiyi güçlendiremezsiniz” diyor.

Sosyalist Blok ülkelerindeki sanayileşme hareketleri Taner Berksoy’un söylediklerini ispatlıyor. Sosyalist ülkeler sanayileşmeyi “köylüyü” ön plana alarak gerçekleştirdiler.

Prof. Dr. Mehmet Altan İspanya’nın tarım nüfusunun yüzde 19’lardan yüzde 11’lere geriletmeyi belirli bir planla yaptığını belirterek “İspanya’ya tarımı incelemek için gittim. Tarımda çalışanların bir kısmı emekli edilirken bir kısmı da Almaya’ya çalışmaya gönderildi” diyor.

Bir Murat Demirel, 25 milyon köylüye bedel!

Günah keçisi görülen tarım sektörünü daha çok liberaller eleştiriyor. Liberallerin eleştirilerine ilk bakışta katılmamak elde değil; ancak bir de çok meşhur “Türkiye gerçekleri” var. Nüfusun yüzde 35’i kırsalda yaşıyor ve bu nüfusun tüketim isteği oldukça düşük. Diğer bir deyişle yarı aç yarı tok yaşamaya alışkın bir kesim, ülkedeki sosyal patlamaları da engelliyor.

Ziraat Odaları Birliği Başkanı Faruk Yücel, köylüye verilen desteğin ancak batan bir bankanın zararını karşıladığını belirterek “Bütçenin yüzde 20’sini köylüler, yüzde 80’ini şehirliler alıyor. Köylüye verilen o çok meşhur Ziraat Bankası kredisinin faizi yüzde 100’leri geçiyor. Kırsaldaki işsiz köylü namusunu korur, bir şekilde karnını doyurur. Şehirde ise tüketim fazladır. Şehre göçen köylü suç işler” diyor.

Prof. Dr. Mehmet Altan dünyanın bilgi çağında olduğunu ve bu dönemde buğday üreterek çağın yakalanmayacağını söylüyor ve ekliyor: “Gıda savaşları falan çıkmaz. Biyoteknoloji denilen bir sistem var artık. Hindistan bile açlığı yendi. Tarım ürünü ithal etmekten korkmamak gerekiyor. Tabuları kıralım. 25 milyon kişinin daha şehirleşmesi gerekiyor” diyor.

Türkiye’yi mutlaka tanımlamak gerekiyorsa, Türkiye hâlâ bir tarım ülkesi. Sanayisinin üçte ikisi KOBİ olan ve sanayi kesiminde ancak yüzde 17’lik bir nüfusu çalıştırabilen bir ülkeye sanayi ülkesi denilemiyor. Faruk Yücel tarım ülkesi olmanın da gocunulacak bir durum olmadığını belirterek “İtalya’da balkonlarda domates yetiştirirler çünkü savaş yıllarında tarımın önemini anlamışlardır. İsviçre bir tarım ülkesidir ve çok zengindir. Batı ülkelerinde ürün fazlası var ve üretimi sürdürüyorlar. Sebebi basit, tarım ürününden iyi para kazanıyorlar” diyor.

Liberal kesimin tarım sekörü için yaptıkları eleştirilere herkes katılırken, SEK ve Et Balık Kurumları’nın özelleştirilmesiyle üretici ve tüketicinin başına gelenler akla geliyor. Liberal Parti Genel Başkanı Besim Tibuk’un deyimiyle Türkiye tarım sektöründe ne devletçiliği ne de liberalizmi becerebildi!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder