Günümüz Müslümanlığının en büyük ehemmiyeti hâiz problemlerinden birisi, hattâ en büyüğü, “kendisini yeniden üretmek” konusunda karşı—karşıya bulunduğu sıkıntıdır.
Evet: İslâm, artık yeniden üretilmeli, yâni ihyâ edilmeli, yenilenmelidir; aksi halde, yenilenmeyen, yeniden üretilmeyen herşey gibi tüketile—tüketile dibe vurmak durumunda kalacaktır.
Şahsî kanâatime nazaran, teorisi ve pratiği ile bir bütünlük arzeden; modern çağa, modern insana hitap eden; modern ve şehirli bir “yeni müslümanlık üretilmesi”ne; ya da diğer bir ifâdeyle, bu şartlara cevap vermeye muktedir bir “yeni İslâm okunması”na ihtiyaç duymaktayız.
Şehirli İslâm, kendisini yenilemekte düştüğü krizin sonucunda büyük bir medeniyet harbini de kaybetmeye başlayınca, ilk bıçak darbesini Lâle Devri ile birlikte, tâ 18’inci asrın iptidâlarında alarak klasik çizgilerini kaybetmeye başlamakla berâber daha hayli uzunca bir müddet varlığını devam ettirmeye muvaffak oldu; radikal Cumhuriyet inkılaplarıyla çok ağır bir darbe alan bu rafine müslümanlık kaldıramadığı bu sadmenin tesiriyle yavaş—yavaş sönen bir mum gibi eridi ve hemen—hemen sıfıra müncer olma derekesine kadar da irtifâ kaybetti ve son anda kendisini Kırsal’a attı.
Köylü—Taşralı Müslümanlığı, her ülkede olduğu gibi Türkiye’de, büyük merkezlerin dışında, taşrada ve köyde yaşanan bir müslümanlık formatı olup; İslâm’ın büyük kentlerden gâh devlet eliyle kovulması, fonksiyonelsizleştirilmesi, gâh kendisinin küserek terk—i diyâr etmesi netîcesinde, can havliyle Taşra’ya ve Köy’e ilticâ eden Şehirli Müslümanlık’ın gelişiyle ayrı bir hüviyet ve form kazandı. Bu müslümanlık formatı gizlenmiş olduğu kırsaldaki mevzilerinden 1950’lerde çıkmaya başladı; ağır—ağır ilerledi ve yarım yüzyıllık sürede metropolleri ele geçirdi.
Bu bir geri dönüştü; Kent’ten Kırsal’a ilticâ etmiş olan Müslümanlığın Kent’e geri dönüşü; Kırsal’da boğulacağı zannedilen Müslümanlığın kuvvetli bir hamle ile yaptığı bir “urûc”; ya da bir Fetih! Kırsal’a, Köy’e/Taşra’ya tıkılarak işi bittiği zannedilen, Kırsallaştırılmış müslümanlığın Şehirleri fethi.
Ancak, şehirlere yönelerek onları bir anlamda yeniden fetheden ve adetâ yeniden Türk ve Müslüman yapan bu köylü—taşralı müslümanlığının birçok bakımlardan yetmezliğinin farkedilmesi îcap etmektedir.
Şahsî kanâatimizce, burası çok ciddî bir problemin düğümlenmiş bulunduğu bir noktadır.
Kırsal’dan, yâni Köy ve Taşra’dan Şehir’e, Metropol’e, hattâ İstanbul gibi Megapoller’e taşınan bu müslümanlık tıkanmaktadır, tıkanması da mukadderdir.
Bu Kırsal Müslümanlığı, tarihî misyonunu îfâ etmiştir; bu misyon henüz bitmiş değildir, ama artık ömrünün sonuna gelmek üzeredir. Bunun içindir ki, Kırsal Müslümanlığı, sür’atle kırsallık karakterini terketmek ve şehirli karakter kazanmak; şehirlerde hâlâ alt—yapısı çok güçlü duran kadîm şehir müslümanlığıyla imtizâc ederek daha da ilerilere uzanmak; arınmak, durulmak, pişmek, süzülmek ve rafine olmak mecbûriyetindedir.
Bu müslümanlık mutlaka sâhici mânâ ve muhtevâda bir estetik geliştirmelidir; dinî mîmarisi, birinci ya da ikinci nesil köylü fâtihlerinin fetih nîşânesi hükmündeki ve “Câmi Yaptırma Dernekleri”nin ürünleri olan “Hacı Emmi Mîmarîsi”ni aşmalıdır. Bu müslümanlığın dili değişmelidir; geleneklerin dilini bilmeli, ama modernin dilini kullanmalıdır. Hitâbetinde, modern insanı çok rahatsız eden “vaiz” ve “mübelliğ” üslûbunu terketmeli; kritikçi üslûbu benimsemeli; soyutlama yapabilmeli ve Felsefe’nin teknik dilini kullanabilmelidir.
Kısacası; Şehir’in sorduğu sorulara mutlaka cevap verebilmeli ve hattâ, kendisi gündemi ele alarak yeni sorular yaratmalıdır.
Kırsal Müslümanlığı bu hâlini muhâfaza ettiği sürece, ne kendisi bir entellektüel ortam yaratabilir ve ne de entellektüel ortamlara girebilir.
***
Köylüler şehirleri zaptedebilirler; ama şehirde köylülüğü devam ettiremezler. Şu anda hâlâ ülkemizin ne kadar azalsa da en az yüzde otuzbeşi köylü; bu yüzden Köy’den ve Taşradan Kent’e olan akın hâlâ devam ediyor. Bu da şu demektir: Şehirdeki dünkü köylüler/taşralı’lar hâlâ bugünkü tâze köylü/taşralı akını ile beslendiği için belki farkında değiller, ama, birgün bu akının bitmesi kaçınılmazdır. İşte o zaman Şehir’e inmiş bütün Kırsal’lılar Şehir denen canavar ile yapa—yalnız baş—başa kalacaklardır, arkalarında artık kendilerini besleyen köy ve taşra olmadan.
Türkiye’nin bundan önceki mâcerâsında Şehir’de soluğu tükenen Müslümanlık kendisini Kırsal’a atarak orada nefes almaya çalışmıştı; halbuki, Kırsal’ın tamamının birden boşalması durumunda, şâyet Şehir’e yerleşen Kırsallılar eliyle Şehir’in de Müslümanlığını hemen—hemen tek başına karakterize edecek olan bu köylü/taşralı müslümanlığı aynı problemle karşılaşacak olursa, bu defa, bu Müslümanlık, ilticâ edeceği bir kırsal da bulamayacaktır.
Benim şahsî kanâatim bu problemin kaçınılmaz olduğu istikametindedir ve hatta biz şu anda bu problemleri çok büyük bir nisbette de yaşamaktayız. Bu sebeple, bütün samimiyet ve ihlâs sahibi Müslüman—Türk entellektüelleri, Tarih’in omuzlarına yüklemiş olduğu bu problemi göğüslemek ve çözümlemek ve çözmek mecbûriyetindedir.
***
Müslümanlık bir şehir dini ve şehirli dindir; onun köye ve taşraya sığınması tarihî bir kazânın ve ârızanın netîcesidir; tabiî değil ârızî bir durumdur. Müslümanlık ancak şehirde yaşar; aksi halde boğulur. Onun içindir ki, bir ân önce, sağlam ve müstakarr bir şekilde: Şehrin sorduğu sualleri cevaplandıran, ona ufuklar açan, sivil ve medenî; çağdaş—modern bir müslümanlık.
Aksi halde, şehirlerdeki bir çok neslin kaybolmasının vebâlinin de üstlenilmesi gerekir. Kırsallıların Şehir’de yaşadığı, yaşamaya ve anlatmaya çalıştığı müslümanlığın, birçok kişiyi müslümanlıktan uzaklaştırdığına da dikkat edilmelidir
Durmuş Hocaoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder