6 Aralık 2007 Perşembe

Farkında Olmak



Daha çocuktum. Anneannem elimden tutmuş bir yakınımıza misafirliğe gidiyordu. Onu geciktirdiğimden, elimi bazen sert bir şekilde çekiyor, hızlı yürümemi beden diliyle anlatıyordu. Ben ise önüme bile bakmıyordum, başımı kaldırmış, gökyüzünü seyrediyorum. Her ne kadar büyüklerin dünyası için önemsiz ve bildik görünse de, o anda kırlangıçlar bana çok ilginç geliyordu. Gökyüzünde daireler çizerek uçuyorlar ve neredeyse bir nokta kadardılar. Kırlangıçlarla insanlar arasında ne gibi bir ilişki var, diye kendi kendime soruyorum. Kırlangıçlar, yalnız, biz gökyüzüne baktığımızda boşluk görmeyelim diye mi varlar? Bu hayat insan merkezli de, kırlangıçlar sadece bir fon mu oluşturuyorlar? Kaç kişi başını gökyüzüne kaldırıp onları seyrediyor, sadece bu kadar minik bir rolü onlara çok görmeyip?



Çocukluğumun geçtiği şehirde evlerin çatısı yoktu. Bunun nedeni kışların çok yağışlı geçmemesi, özellikle fazla kar yağışının olmamasıdır. Çatı olmadığından evlerin damına çıkıp çevreyi ve gökyüzünü seyredebilme imkanı vardı. Çocukluğumda bir gün tek başıma damda oynarken aniden yağmur serpiştirmeye başladı. (Daha çocukluğumdan itibaren yağmura karşı bir tutkunluğum vardır.) İlk düşen damlalar, betonun sıcaklığından hemen buharlaşıyordu. 'Bir yağmur damlasının hayatı bu kadarcık mıydı?' diye düşündüm. Dünya üzerinde ne gibi bir iz bırakmıştı acaba? İnsan hayatı da, (bu kadar kısa olmasa da) gelip geçecek diye düşündüm. Onun hayatı bir saniyeydi, bizimki altmış-yetmiş yıl. Önemli olan bu süreyi nasıl doldurduğumuzdu. İnsan, yaratılmış en değerli varlık olduğunu, çevreyi algıladığı, kafa yorduğu, yaratıcısının sonsuz kudretinin belirtileri olan diğer varlıklar üzerinde düşündüğü sürece kanıtlar. Tüm varlıklar üzerlerine düşen görevi layıkıyla yerine getiriyor. İnsanın görevi ise bunların farkına varması, yaratıcısını aklı ile, kalbi ile tanıması kabul etmesidir. Farkında olmak, bu evrende ben de varım demektir. Farkında olmayan bir insanın ise, insanlığı bile tehlike altındadır.

Köy yerinde, bir aileyi sevmeyen kişiler, o ailedeki en cahil (bilinçsiz) kişiyi överler. Bununla hem o ailedeki diğer bireyleri yıpratmış olurlar, hem de cahil olanı minnet yükü altında bıraktıklarından daha iyi yönetebilirler. Bu köylü kurnazlığı, ülkeler arası ilişkilere uygulandığında, karşımıza hiçte yabancı olmadığımız bir tablo çıkar. Bir ülkeyi uzun vadede kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyen ülkeler, o ülkedeki en kolay yönetilebilen kesimleri desteklerler. En bilinçli kesimlere ise diş biler, kötülemekle kalmaz, o ülke yönetimine bunları saf dışı bırakması için baskı uygularlar. Bir Meksika atasözü: “Sakın zeki olma senden daha zekiler şimdi hapiste” diyor. Yani bilinçsiz bireyler, topluluklar, herkesin işine geliyor da, bilinçli birey, bilinçli toplum deyince birden suratlar asılıyor.
Bir gün, dost olan iki köy ağası birlikte şehre inelim demişler. Biri diğerinin köyüne uğramış, birlikte yola çıkmışlar. Yolda ilerlerken o köyden bir köylüyü görmüşler. Köylü elinde bir şişeyle şehre doğru gidiyormuş. Ağa sormuş: “Hayırdır, nereye böyle?” Köylü: “Ağam lambanın gazı bitmişti de, şehre inip alayım dedim” demiş. Ağa da: “Sen boşuna yorulma, ver şişeyi, ben sana alırım” demiş. Köylü sevinç içerisinde, köye doğru uzaklaşınca, diğer ağa sormuş: “Köylünün işini görmek hiç ağaya yakışır mı?” Ağa şöyle cevap vermiş: “İşlerini görmek için değil, bunlar bugün şehre inse, bir şeyler öğrenir yarın seni de tanımaz, beni de.”

Farkında olmak, her türlü olayın sebeplerinin, iç yüzünün bilincine varmak demek. Olayların sonuçlarına takılmayıp, neden kaynaklandığının farkına varırsak, çoğu şeye şaşırmamaya başlarız. Bir düşünürün dediği gibi: “Hiçbir şeyden korkmayın, sadece anlamaya çalışın.”

Küçüklüğümde, babamla bir gün tarlaya gitmiştik. Bir köylümüz de tarlasını sürüyordu. Tam da traktörle iki tarla arasındaki sınırdan dönerken, diğer bir köylümüzün ağacının, büyük bir dalını kırdı. Yanına gittiğimizde, babam: “Geçmiş olsun, önemli değil kazara oldu, tarla sahibini görünce durumu izah edersin” dedi. Köylümüz ise: “Yahu ona söylememe gerek yok ki, ağacı söksem bile farkına varmaz” dedi. O gün babamın neden tarlaya her geldiğimizde etrafı iyice bir kolaçan ettiğini anladım. Tarlaya gelecek herhangi bir zararın çok da büyük olacağından değil; farkında olduğunun çevrece bilinmesi için.

Kendi çocukluğumdan bilirim, çocuklar tesadüfen bir hayvan ölüsüyle karşılaşınca, önce çok korkarlar. Yavaş yavaş cesaret alır, herhangi bir tepki gelip gelmeyeceğini öğrenmek için birkaç taş atarlar. Sonra herhangi bir tepki gelmediğini görünce, artık onu bir oyun aracı olarak kullanır; bir hayli eğlenirler. Halkı kendi istedikleri gibi, çıkarları doğrultusunda yönetmek isteyen kesimler de, önce birkaç denemeyle gelecek tepkileri ölçerler. Tepki az veya hiç yoksa dozu arttırırlar. Eğer yine tepki yoksa veya kabul edilebilir düzeyde ise artık alacakları verimi hesap etmeye başlarlar. Elbette ki tepki düzeyi yüksek olsa bile vazgeçmezler. Sert önlemlerle, baskı ile bunları susturmaya çalışır, hatta gelecekteki tepkilerini önlemek için bugünden önlemler alırlar. Her ne kadar sivrilenleri biçip, toplumun bilincini en alt düzeyde tutmak isteseler de, kökü derinlerde, değerlerine bağlı bir toplumu asla susturamazlar. Bir yerde okumuştum, yağmur ormanlarında pala ile yol açıldığında, birkaç gün sonra bitkiler o yolu tekrar kapatıyormuş. Halkı sömürmek ve kullanmak isteyen kesimlerin en büyük kabusu, insanların inançlarına sarılarak, bilinçlenerek, farkına vararak bu tür niyetleri geri püskürtmeleridir, açılan yarayı çabuk kapatmalarıdır.

Farkına varmak, camdaki buğuyu temizleyip, çevreyi net olarak görmeye benzer. Net gördüğümüz şeyden korkmayız, birdenbire farkına varmadığımız için şaşırmayız. Ne olduğunu gördüğümüzden önlemimizi önceden almış oluruz. Köşede bizi korkutmak isteyen birinin olduğunu bilsek, aniden önümüze çıktığında ne kadar korkarız ki? İplerin kimin elinde olduğunu bilirsek kuklaların davranışlarına daha gerçekçi tepkiler veririz.

/Abdullah ARICI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder