Kırklı yaşlarında olan bizim kuşak, Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur furyasında Türkiye’nin gençleriydiler. Orhan ve Ferdi olarak tabir edilirdi. Hatta Orhan Abiydi. Mesela ben Orhan abiciydim. Orhan dinlerdim, çünkü biraz daha ağır abi kıvamında takılanlar Orhan, kızlarla takılanlar Ferdi dinlerlerdi. O furyada bile türküden bir an bile vazgeçmişliğimiz olmamıştır. Bir süre sonra da başka bir kesimin dinlediği Müslüm Gürses çıktı ki o tamamen farklı bir ekol.
Arabesk alıp başını giderken türkü boynu bükük bir vaziyette olanları izliyordu. Hatta daha ileri bir söylemle söyleyecek olursak, türkü dinlemek ayıptı bile. Adeta köylülerin dinleyeceği bir müzik dalı oluverip çıkmıştı. Kentlerin “ŞESO”ları bile ulu orta arabesk, hatta Türkçe sözlü hafif müzik dinlerken, bozulmuş sinirleri ile eve dar düşüyor, iki duvar arasında türkü dinleyerek kendilerini buluyorlardı ama kimseye de hal-i pür melallerini itiraf edemiyorlardı. Niye sakladıkları bilinmez. Hatta kendileri bile bilmiyordu bu hallerinin sebebini.
Hemen hakkı teslim etmek adına söylemeliyim ki; Alevi vatandaşlar hiçbir komplekse düşmeden, başları dik bir şekilde türküden hiçbir zaman hiçbir dönemde taviz vermedikleri gibi, bu dönemde de türküyü ayağa kaldırmışlardır. Kaldı ki türkü hiçbir zaman için de öyle yere falan düşmedi.
Hepimiz en az onlarca defa yaşamışızdır. Özellikle büyük şehirlerde yaşayan Anadolu’nun çeşitli şehirlerinden gelenler, Ben onlara Türkiye2nin “şeso”ları diyorum. Düğünlerinde; kendilere göre modern bir çok müzik eşliğinde düğünün gereklerini yaparken, Hatta kim idüğü kültürü kapasitesi belirsiz orkestranın yöneticilerinin yönetimi ile, içlerine sinmeyerek bir çok şey yaptıktan sonra, gecenin ilerleyen saatlerinde bir den kendilerini bırakıverirler. Kimin başlattığı bilinmeden, bir Anadolu halk oyunu çalınmaya başlar ve herkes kadın erkek çor-çocuk ortadadır ve halaya dizilmişlerdir. İtiraf etmeseler de mutlu hallerinden bir “Ooohhh” çektikleri anlaşılır. Herkes kendini bulmuştur. Bir anda düğünün gergin havası biter ve ortalık tamı tamına düğün yeri oluverip çıkar.
Neden hep “gibi” yaparız ve birileri bizi “gibi” yapmaya zorlar anlaşılmaz bir şey. Bu iki iki daha dört Anadolu insanı türkü sever ve türkü dinler. Hiç kimse korkmasın. İstanbul ya da Ankara’nın, İzmir’in bilmem hangi şehirin hangi lüks semtinde oturuyorsa otursun. Eğer gönlü türkü dinlemek istiyorsa türkü dinlerin. Hayır sadece türkü değil, gönlü başka bir müzik dinlemek istiyorsa onu da dinlesin. Ancak kendini mecbur hissetmeden kendini kasmadan. Bu memlekette kimse Türkü dinlemenin köylülük olduğunu ya da sadece köylülerin türkü dinlediğini söyleyemez. Halk türküleri o milletin ta kendisidir ve var olan bir milleti de kimsenin inkar edemeyeceği gibi türkülerimiz de inkar edilemez.
Geçenlerde kıymetli bir ağabeyimizin kitabını okurken altını çizdiğim bir cümle beni çok etkiledi. “Türkü dinlemeyen ve en az iki türküyü kafasını gözünü yarmadan söyleyemeyenin Türk olduğunu nereden bileyim” diyordu. Gerçi çok ağır bir cümle ama; oturup düşünmeden edemedim. Kendimi şöyle bir tarttım. Bir çok türkü biliyorum ama hiç birini sonuna kadar bilmediğim gibi kafasını gözünü yarmadan hiçbir türküyü de okuyamadığımı anlayınca o kadar mahcup oldum ki anlatamam.
Sevgili dostlar, kendinizi bir tartar mısınız sevdiğiniz bir türküyü ya da şarkıyı, kafasını gözünü yarmadan söyleyebiliyor musunuz. Cevabınız “hayır” ise, tez elden en az sevdiğiniz iki türküyü veya şarkıyı söyleyebilir duruma geliniz. Göreceksiniz kendinizi çok mutlu ve farklı hissedeceksiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder