20 Aralık 2007 Perşembe

Kevük



Köyümüzde KEVÜK denince aklımıza üç çeşidi gelmektedir. Birincisi; kuyudan su çektiğimiz ayrıca aşırı büyüyen çalıları keserken yardımcı birisi tarafından çalıyı çektiğimiz Kevük. İkincisi; Tütün heveglerini (Hevenk) asmak için kullandığımız ayrıca incir, üzüm ve tutalık elma gibi meyveleri ağacından toplarken sepetin kulpuna bağlayıp kullandığımız kevük. Üçüncüsü de; kurban eti toplarken pay olarak verilen etleri takıp taşıdığımız Kevük.




Karlı bir kış günündeydi o çocukluk yıllarımdan hatırladığım ilk Kurban Bayramı. Hacı Habib dayı kesmişti kurbanı. Kar, biz çocuklar için diz boyu idi. Güneşli bir Şubat günüydü. Gökte güneş o kadar parlaktı ki pay almak için girdiğimiz sıranın ucunu güneşin şavkıyan ışıklarından dolayı göremiyorduk. Merhum Hacı Habib dayının salacının önünde kesilmişti kurban. Helim emmilerin kapısının hizasından içeri alınan biz paycılar, salacın yanına kadar olan alanda sıraya sokulmuştuk. Salaç ile çalı arasındaki dar alandan geçenler payını alıp öbür taraftan çıkmakta idi. O gün orada sıraya girerken düşündüğüm tek şey alacağımız bir parça et değil yapılan bu TÖREN’in nasıl bir şey olduğu, niçin insanlara bir şeylerin bedava dağıtıldığını kavramaya çalışıyordum.

Köyümüz oldukça yoksuldu o yıllar. Herkes kurban kesemiyordu. Kurban kesebilenlerin sayısı üç beş kişiyi geçmiyordu. Biz çocuklar bayram sabahı erken saatte yollara dökülür. Önce köyün altını üstüne getirerek kimin kurban kestiğini tespit eder, ardından da kurban eti dağıtımının ilk önce hangi haneden başlayabileceğini kestirmeye çalışırdık. Olur ya bir kurbanın başını beklerken öbür kurbanın dağıtımını kaçırırsak paysız kalabilirdik. Bu iş için elbette bir organizasyonumuz yoktu. Her şey doğal bir örgütlenme işiydi. Bunun için yerine göre gruplara ayrılır, kimimiz aşşaköy, kimimiz yukarköy, kimimiz caminin yanları hatta bazılarımız Karanlıkdere ve çetilliklere kadar uzanırdık. Günler öncesinden başlayan pay toplama telaşımız o gün kevüglerimizin ucuna kadar dolan payları getirip annelerimize teslim ettiğimizde son bulurdu.

Bizim çocukluğumuz için pay toplamak adeta dini bir ritüel gibiydi. Pay toplamak için Pay kevüklerimiz vardı. Çocukluğumuzun Kurban Bayramı hazırlıkları günler öncesinden başlardı. Herkes bir birine kevüklerinin hazır olup olmadığını sorar. Kim daha güzel kevük yapacak diye adeta gizliden gizliye yarışırdık. Bu işe özenenler günler hatta aylar öncesinden hazırlığını yapardı.

İyi bir pay kevüğü yapmak için bizim KİREN dediğimiz kızılcık ağacı tercih edilirdi. Kevük elde etmek için çatal olan bir dal çatal yerinin dibinden kesilir. Çatal dallardan biri de dört parmak uzunluğunda kesilir. Diğer dal ise iki ya da üç karış uzunluğunda olacak şekilde kesildikten sonra ağacın kabukları soyulup dip kısmı ve uçları da yontulduktan sonra uzun kısmın ucu sivriltilir ve kevüğümüz ocağın (şömine) bacasına asılarak kurumaya bırakılırdı. Eğer bu esnada kevüğün çubuğunda eğrilmeler olursa kalıp yapılarak doğrultulurdu. Sağlam bir kevük, bayramdan sonra tavan arasına konularak gelecek yılın bayramında tekrar kullanılmak için saklanırdı. Ne zaman ki naylon poşetler çıktı mertlik bozuldu. Bu güzel geleneğimizin pabucu da dama atıldı. Hatta her aile kurban kesecek bir zenginliğe kavuştuğu için zannederim pay toplama merasimleri de ortadan kalkmaya başladı. Varsın olsun. Yeter ki insanlarımız zengin olsun. Biz de bu geleneklerimizin senaryosunu yazar tiyatrosunu oynar geçinir gideriz.

Kurban kesen aileler kesim işleminin sonunda pay bekleyen çocukların sayısına göre dağıtılacak miktarın taksimini yaparlar. Köydeki ihtiyaç sahiplerine gönderilen paylar ve tekbir alıp kurbanı dualayan hocanın payı da ayrıldıktan sonra kesim işi sona ererdi.

Köyümüzde kurban kesilirken imam efendi ya da dini ilimler okumuş birinin kurbanın başında olması ve tekbir getirmesi istenir. Aslında kurban kesenin de yapabileceği bu işlem için mutlaka imam ya da dini konularda ehliyetli biri çağrılır; Hoca “Allahım! Bu, sendendir ve sanadır. Ben, hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdim ve ben müşriklerden değilim. Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içidir.” âyetlerini okur ve kurbanı kesenlerle birlikte “Bismillâhi Allahu ekber, Allahu ekber, lâ ilâhe illallahu vallahu ekber. Allahu ekber velillahilhamd” diye tekbir getirilerek kurban kesilir. Burada yapmış olduğu bu hizmeti için hocaya kurbanın iyi yerinden okkalı bir pay ayrılırdı.

Burada yeri gelmişken şu meşhur fıkrayı da anlatmadan geçmek olmaz. Dedim ya o yıllarda köylerimiz oldukça yoksuldurlar. Fıkra bu ya işte böyle fakir bir köyün birinde köylünün biri kurban kesmek ister. Kurban konusunda bilgisi yoktur. Caminin yanına getirdiği kurbanlığının nasıl kesileceği ve nasıl pay edileceği konusunda hocaya danışır. Hoca gerekli bilgileri aktardıktan sonra kurbanlık orada kesilir ve hemen bir parça kavurması yapılıp hocanın evinde hep beraber yenilir. Et çok lezzetlidir. Hoca dayanamaz. “Hele efendiler! Durun bir yanlışlık yapmayalım, kurban etinin nasıl dağıtılacağı hususunda bir de  “Gara Gablı Kitaba” bakalım der ve açar o meşhur kara kaplı Kitabı. “Ey Cemati Müslimiiiin! Bakınız şurada ne yazıyor: “İnnellezine Fil Bacaaaak. Kurbanın hepisi hocanın olacak” der ve kurbanın geri kalan kısmının hepsine el koyar.

Hoca kurbanın hepsine el koyar da ya derileri ne olur. Kurbanlık koyunların derilerinden özellikle Koç postundan çok güzel NAMAZLO (seccade) olurdu. Bunun için deri evin güneş gören cephesine gergin bir şekilde çakılarak kurutulur. Ardından kenarları seccade şeklinde kesilerek üstünde namaz kılmak için seccade olarak kullanılırdı. Yünün insan tenine verdiği o anlatılmaz sıcak dokunuşunun yanında bir kurbanlığın derisi üzerinde namaz kılmanın verdiği huşuyu burada anlatmak mümkün değil.

Kurbanlık, eğer sığır ise bunun derisi (GÖN) de yine postda olduğu gibi evin ağaçtan olan güneş gören dış duvarına çakılarak kurutulurdu. Bu gönlerden de ayağa giymek için ÇARIK, öküz arabaları (kağnı) ve SABAN lar için KAYIŞ yapılır. Kapı ve pencere gibi kapaklı yerlere menteşe niyetine çakılırdı. Köylü bunları yapabilmek için tabi önce THK görevlilerini bu deriye ihtiyacı olduğu konusunda ikna etmek zorundaydı.

Her kurban bayramı öncesinde caminin iç ve dış duvarına asılmak üzere köye afişler gönderilir. Kesim günü ise Karayollarının kamyonları köy köy gezerek bu kurban derilerini toplarlardı. Çocukluğumun o yumuşacık postlarını zorla alıp götüren THK'nın bugünkü (2006) başkanı "Bizim işimiz bu değil. Biz havacılık yapmak için kurulmuş bir kurumuz, bizim post kavgasında işimiz yok." Diyorsa da halkın istediği yere bağışlamakta hür olması gereken kurban derilerinin kuran kursları, cami dernekleri ve imam hatip liselerini yaşatma derneklerine yapılan bağışlara Polis ve Jandarma nezaretinde baskınlar yapılarak el konuldu. THK, post kavgasının yıllarca baş aktörü olarak anıldı. Kuruluşunun üzerinden 80 yıl geçmiş olmasına, dünyadaki benzerleri havacılık alanında büyük başarılıra imza atmasına rağmen, Türk Hava Kurumumuz kısır deri tartışmaları yapan küçücük bir kurum olarak kaldı. Post Kavgasının milli kuruluşlarımızdan olan Türk Hava Kurumunu iyice yıprattığı bir gerçektir. Oysa bu millet istediği bir kurumu hayırlarıyla abat etmesini çok iyi bilmektedir. Yoksa böyle işi zora sokarak berbat etme becerisini en iyi bizden başka kim becerebilir?

Çocukluğumuzun o büyülü bayram günlerini artık yeniden yaşamamız elbette mümkün değil. Şimdi bizler büyüdük ama bugünlerin de kendine has yaşanması gereken güzellikleri vardır. O günlerde sabah erkenden kalkar Bayramlıklarımızı giyer Bayram Namazının ardından büyüklerin ellerini öper hayır dualarını alırdık. Belli bir yaştan sonra gurbete gidenlerimiz için Bayram vesilesiyle Ana Baba ile birkaç gün beraber olabilmek cicili bicili elbise ve alınacak bahşişlerden çok daha önemli oldu artık.

Koca koca kentlerin taş duvarları arasına sıkışıp kalmış bizler için Bayramlar bir çıkış yoludur. Bundan âlâ bahane olamaz köyümüzün çamurlu yollarını aşıp baba ocağına, ana kucağına gitmek için. Varsın yerüstünde ya da yeraltında yaşasınlar fark etmez. Onları ziyaret etmek, bir selam verip sevindirmek gerekir.

Allah bu Milleti Bayramsız bırakmasın.

/Çetin KOŞAR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder