7 Aralık 2007 Cuma

Köy, Kent ve İslam



Kışlakonak Köyü'nden Akbulut Köyü

O günah olabilir efendim  
İslamın şehir dini olduğunda bütün alimler hemfikir. Dinin şehirlerden kırsala yayıldığı konusunda da. Ancak Türkiye"de özellikle 1950"den sonra farklı bir süreç yaşanıyor. Şimdilerde dinin bayraktarlığını daha çok taşra yapıyor. Bu da pek çok sorunu beraberinde getiriyor."Ben de Müslümanım ama..." Böyle başlayan cümlelere yabancı değiliz. Seçmene şirin görünmek isteyen siyasetçi, reyting kaybetmek istemeyen sanatçı ya da satışını artırmak iseteyen yazarlar sık sık konuşmalarına böyle başlar.

Devamında neler olduğunu da tahmin edebilirsiniz: Oruç tutmam, namaz kılmam, türban siyasal simge, dindarlar cumhuriyetin geleceğine bomba koyuyor, onlardan değilim... Hepsini yazacak olursak sayfalar sürer. Tek Parti zihniyetini taşıyanların; halkın duygu, düşünce ve inançlarına yabancı olanların; Müslüman düşmanı olmadığını ninesinin taktığı başörtüsüyle ispatlamak isteyenlerin niyetleri üç aşağı beş yukarı belli. Bu kişiler İslamı tamamen toplumun gündeminden çıkaramadıkları, bir başka ifadeyle dini tamamen görmezden gelemedikleri için, dindarlar üzerinden dini karalamak istiyorlar. Ancak hepsi onlar gibi değil. Dindarların ve din alimlerinin yaptıkları yanlışlar nedeniyle girişteki cümleyi kullananların sayısı hiç de az değil. Ezanın kötü okunması, dindar olarak tanıdığı esnafın fahiş fiyatla mal satması, Müslüman bir işverenin sigortasız işçi çalıştırıp çalışanın hakkını gasp etmesi gibi örnekler nedeniyle "din" zarar görüyor. Bunların üstüne din öğreticilerinin her şeyi günah sevap diye ayırması, şunu yaparsan kafir olursun, bunu yapmazsan dinden çıkarsın gibi sert ifadeler kullanması da dinin kucaklayıcı vasfına uymuyor.

Şehrin, modernitenin, sosyal yaşamın gereklerine uygun yorumunun yapılmaması en çok İslama zarar veriyor. Özellikle köyden kente göçle birlikte din şehre yabancılaşıyor. İslamı anlatması gereken alimler, din bilginleri, şehir kültürü yerine köy kültürüyle yetiştikleri için şehrin dilini anlamıyor. Dolayısıyla onların anlattıkları İslam şehre dar geliyor. İlmihalcilerin, tefsircilerin modern yaşamın gerekleri yerine ağırlıklı olarak yüzyıllar önceki yorumlara itibar etmesi bugün İslamın birçok mesele karşısında çözüm getiremediği gibi bir anlayışın oluşmasına neden oluyor. Mesela 15 bin nüfuslu Bağdat şehri için mezhep imamlarının yaptıkları yorumlar o dönemki içtihadi hayatı karşılarken, bugün aynı kurallar 15 milyonluk İstanbul"a uymayabiliyor.

Ahmet Turan Alkan, geçtiğimiz haftalarda Aksiyon"da, "İslamda köylülük" ana başlığı altında toparlanacak dört ayrı yazı kaleme aldı. Okuyucuların yoğun ilgi gösterdiği yazılara olumlu tepkiler çoğunluktaydı ama az sayıda da olsa olumsuz tepki de geldi. "Köylülük, neticesi şehir değerleriyle yüzleşmek ve onu temessül etmekle nihayetlenen sosyolojik bir istasyondur. İslam, tarihi, iktisadi ve psikolojik meseleler yanında yirminci yüzyıl içinde ilaveten bir de köylülük meselesiyle göğüsleşmek lüzumu ile karşı karşıya kaldı ve bu karşılaşmayı büyük oranda kaybetmiş görünüyor" diyen Alkan neden köy İslamının şehre dar geldiğini de şöyle ifade etmişti; "Köy, işbölümü ve uzmanlaşmanın en zayıf derecede tecelli ettiği yerdir. Haberleşme imkanları kıt, sosyal ilişkiler şebekesi dar, ilişki yoğunluğu düşüktür. Fikir ve bilgi alışverişi, bilginin yayılma ve tesir hızı şehre göre son derece düşüktür."

Sosyolog din alimi var mı?
Biz de Alkan"ın ifadelerinden yola çıkıp köy Müslümanlığının izini sürdük. Hem dinî bilgisi olan, hem de sosyolojik gözlem yapabilecek uzman aradık. Ama ya sosyolog bulduk ya da din bilgini. Türkiye"de 1950"den itibaren köyden kente yaşanan yoğun göçteki din olgusunun etkisini yorumlayacak (istisnalar hariç) uzman bulamadık desek yanlış olmaz. Diyanet İşleri Başkanlığında uzun yıllar müfettişlik yapan Dr. Abdülkadir Sezgin"i bu tanımlamanın dışında tutmak gerekiyor. Sezgin, yıllar önce "köy Müslümanlığı"nın İslamın gülen yüzünün önünde engel olduğunu yüksek sesle dile getirmişti. Cumhuriyetin kurulmasının ardından medreseler ile tekke ve zaviyeler kapatılınca altyapısı sağlam, bilgili din alimi yetiştirme sorunu ortaya çıktı. Tek Partinin başlangıç döneminde bu çok büyük bir sorun olmadı. Çünkü kapatma kararı çıkmadan yetişen alimler toplumun din ihtiyacını karşılıyordu. O kuşak yaşlanıp vefat etmeye başlayınca cenaze namazı kıldıracak din adamı bulmak dahi sorun olmaya başladı. Bunun üzerine 1949 yılında imam hatip liseleri ve ilahiyat fakülteleri açıldı. Amaç cenaze namazı ve beş vakit namaz kıldıracak hoca yetiştirmekti. Rejimin bu kişilerin donanımlı ve bilgili olması gibi bir kaygısı yoktu.

Kaliteli eğitim yerine ihtiyacı karşılayacak personel düşüncesi bu okullara gösterilen talebi etkiledi. Şehirliler yerine taşrada oturan aileler çocuklarını gönderdi. Abdülkadir Sezgin köylülük zihniyetinin temelinin bu dönemde atıldığını düşünüyor; "İmamlar ve müftüler köy köy gezip öğrenci topladı. Bunlar mezun olduktan sonra din alimi oldu. Yeni nesil din adamları ile şehrin insanları aynı dili kullanmadı. Kültür ve medeniyet farkı çıktı ortaya. Bugün profesörler dahil pek çok arkadaşımız kültürel olarak şehirleşemedi. Şehirli, aydın ve modern yaşamı tercih edenlerin ihtiyaçlarına cevap veremediler."

Abdülkadir Sezgin din öğreticilerinin hangi psikoloji içine girdiklerini de şöyle anlatıyor; "Biz, şehirlinin dilini, ihtiyaçlarını ve sosyal problemlerini anlamadan din anlatmaya başladığımız zaman onları gavur etmek için sanki yeni bir din icat ettik. Bu din hakikaten zor, kısa ve kabih oldu. O günah, bu günah, şu yasak dedik. Şehirlileri, çocuklarını bu mekteplere vermedikleri için adeta cezalandırdık."

50"li yıllara kadar köyden kente göç edenlerin sayısı fazla değildi. Şehre gelenler şehrin kimliğini değiştirmek yerine oraya adapte oluyordu. Fakat göçün hızlanmasıyla durum değişti. Şehrin kenar mahallelerine yerleşen insanlar gelenek ve göreneklerini de yanlarında getirdi. Büyük şehirlerde gettolar ortaya çıktı. Sivaslılar, Trabzonlular, Rizeliler, Bayburtlular diye mahalleler oluştu. Gelenler ne şehirli oldu, ne de köylü kaldı. Şehirdekiler daha zengin ve refah içinde yaşarken, gettoların yeni sakinleri ayakta kalabilme mücadelesi veriyordu. Yeni hayatlarında, daha önce hiç görmedikleri yeniliklerle tanıştılar. Tiyatro, sinema, gazete, kitap, telefon, elektrik, televizyon... Köyden kalma alışkanlıklarla hem dindarlıklarını sürdürmek hem de yeni tanıştıkları değerleri keşfetmek istediler. Ama ikisi bir arada olmadı. Zamanla din bir kalkan vazifesi gördü ve günah-sevap defterleri açıldı. Kendileri dışında gelişen bir iradeyle de bir süre sonra din onlarla özdeşleşti. Yaşayışları, tarzları, düşünceleri sanki İslamın fikri gibi algılanır oldu. Müslümanlık bir meslek gibi algılanır hale geldi. Şehre uyumda sorun yaşayan yığınlar koruyucu zırh olarak dini seçti. Tek Parti zihniyetini taşıyanlar, dindarların bireysel yanlışlarını İslamı suçlamak için malzeme yaptı. Maalesef inananlar da onların eline koz verdi. İslamı anlatma yeteneği olduğu düşünülen hocaların, alimlerin birbiriyle çelişkili fetvalar vermesi kafaları karıştırdı. Birinin evet dediğine diğeri hayır deyince insanlar da işlerine geleni uyguladı.

Şehir hayatıyla köy hayatının birbirinden tamamen farklı olduğunu belirten Sezgin kendisinin çocukluğunun da köyde geçtiğini, ilk asansörü gördüğü zaman çok şaşırdığını söylüyor; "Köyde telefon ve elektrik yok. Gelen kişi akrabasında kalıyor. Gece bakıyor ki her yer ışıl ışıl. Çok katlı binaları görüyor, sedir yerine koltukta oturuluyor. Kadın erkek ilişkileri farklı. İnsanlar sinemaya, tiyatroya gidiyor. Eğlence anlayışları köye uymuyor. Korunmanın en kolay yolu bütün bunları günah diye nitelemek. Nitekim bizde de hep bu yapıldı."

Medeniyet şehri
İslamın ruhunda köylülük olmadığını düşünenler Medine örneğini veriyor. Peygamber Efendimiz, zamanın en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Mekke şehrinde doğmuştu. İslamı yaymaya da bu şehirden başlamış ancak baskılardan bunalınca Yesrib"e göçmek zorunda kalmıştı. Küçük bir kasaba olan Yesrib o geldikten sonra bir şehir haline gelmişti. Zaten Arapça"da "medine", şehir anlamına geliyor. Din sosyoloğu Prof. Dr. Yumni Sezen bütün semavi dinlerin şehirli olduğunu söyleyerek; "Medeniyet kelimesi bile İslamın malıdır. Köyden çıkan hiçbir peygamber ya da nebi yoktur. Bir din insanlığa hitap etmek istiyorsa cemaatten cemiyete, medeniyete açılmak zorundadır. Mühim olan cemaat ruhunun iyi alışkanlıklarını terk etmeden medenileşmektir. İslamın kuralları da köylülüğe değil şehirliliğe göredir. Peygamber Efendimiz hadislerinde durgun, içine kapalı, medeniyetten uzak yaşamanın sağlıklı olmadığını ifade etmiştir" diyor.

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Fayda da Müslümanların medeni hayata adapte olmalarının şart olduğunu söylüyor. İslam Ansiklopedisi"nde Bedevi maddesini hazırlayan Fayda; "Doğru söz söylemek tek başına yeterli değil. Kültürünüzün ve hayat anlayışınızın da geniş olması gerekir. Bu da köy ve bedevi yaşamda kazanılması zor bir husustur. Anadolu"dan gelip şehrin kenarlarına yerleşen insanların hayata adapte olması gerekiyor. Bize düşen vazife onları dışlamak değil, şehirlileştirmektir."

Son söz... Köyde yaşamak ile şehirde köylülükte ısrar etmek birbirinden tamamen ayrı konular. Yukarıda anlatılanlarda dinini saf ve temiz niyetlerle yaşayan köylüler kastedilmiyor. Dindeki köylülük (Bu kelimeden rahatsız olanlar taşralılık diye de okuyabilir) vurgusuna dikkat çekiliyor.

ABDÜLKADİR SEZGİN: DİN ŞEHRE GELDİ
Müslümanlık bir şehirli dini olarak çıktı. Kur"an hep şehirliye hitap ediyor. Getirdiği özgürlükler; eşitlik, kadın hakları gibi konular köylü için çok önemli olmayan konulardı. Bizim bugün dinle ilgili problemimiz köylü anlayıştır. Şimdi ise dindeki problemler hâlâ köylüye hitap eder. İlmihal kitapları kim yazarsa yazsın 19. yy"ın ve köylünün problemlerine cevap verir. İslam iki şeyi ortadan kaldırıyor. Biri cehalet, diğeri fukaralık. Bu noktadan bakıldığında köydeki cehalet şehre göre daha yoğun. Müslümanlar olarak ortak dil terminolojisinde anlaşmalıyız. Şeriat kelimesini birimiz hukuk diye anlarken birimizin siyasal İslam diye anlaması doğru değil. Kimi bunlar dinci derken, kimi de; din, iman, ahlak ve meziyet gibi kavramların babalarının malı olduğunu düşünüyor. Diğerlerinin bu sıfatı hak edip etmediklerine karar veriyor. Okulu bitirmiş, imam olmuş ama gördüğü her şeyi günah sayıyor. Ya da kendi psikolojisine uymayanlara gavur diye bakıyor. Bu tarzda yetişmiş insanların köyde iyi rehberlik etmesi, sosyal hayata katkıda bulunması mümkün ancak şehirde bu mümkün değil.

MEHMET ŞEVKET EYGİ: VAHİY ŞEHİRDEN TAŞRAYA YAYILDI
Türkiye"de İslami hareket tam manasıyla bir köylü hareketi haline dönüşmüştür. Bu konuyu güçlü sosyologların ve antropologların araştırması, ciddi kitaplar şeklinde kamuoyuna sunması gereklidir. Bin dörtyüz yıllık İslam tarihi boyunca dinin ve ilahi vahyin nurları büyük şehirlerden taşralara yayılmıştır. Bugünkü Türkiye"de ise, İslamın bayraktarlığını kırsal kesimliler, köylü zihniyetliler yapıyor. Sıkıntıların, aczlerin, başarısızlıkların, hezimetlerin ana sebebi buradadır. Dini hareketin bedevileşmesi, varoşlaşması son elli yıldaki yanlış stratejiler, metodlar, siyasetler yüzündendir. İmam-hatip okullarına, Kur"an kurslarına, ilahiyat fakültelerine yeterli miktarda şehir çocukları, zengin çocukları, burjuva çocukları alınmalıydı. Müslümanlar Avrupa, Amerika, Kanada, Japonya üniversitelerinde din hizmetlisi yetiştirmeliydi.

/Osman İridağ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder